Виктор Мари Гюго

Sefiller II. Cilt


Скачать книгу

çıkarıp onu Thénardier’nin eline tutuşturdu:

      “Dinle.” dedi. “O, Javert! Ben onu vurmaya cesaret edemem! Sen edebiliyorsan yap.”

      “Neden olmasın!” diye yanıtladı Thénardier.

      “Tamam, o zaman ateş et!”

      Thénardier tabancayı aldı ve Javert’e nişan aldı. Ondan yalnızca üç adım ötede olan Javert, dikkatle ona baktı ve şunu söylemekle yetindi:

      “Şimdi gel, ateş etme. Iskalayacaksın.”

      Thénardier tetiği çekti. Tabanca ateş aldı ancak ıskaladı.

      “Sana söylemedim mi!” diye haykırdı Javert.

      Bigrenaille, sopasını Javert’in ayaklarına fırlattı.

      “Sen iblislerin imparatorusun! Teslim oluyorum.”

      “Peki, sizler?” Javert geri kalan kabadayılara sordu.

      Cevap verdiler:

      “Ee, biz de teslim oluyoruz.”

      Javert, sakince tekrar başladı:

      “Tamam; ben de öyle düşünmüştüm, siz iyi çocuklarsınız!”

      Bigrenaille:

      “Yalnızca tek bir şey istiyorum.” dedi. “O da hapisteyken tütünümden mahrum kalmamak.”

      “Kabul edildi.” dedi Javert.

      Ve arkasına dönüp seslendi:

      “Şimdi gelebilirsiniz!”

      Javert’in çağrısı üzerine ellerinde kılıç, sopa ve coplarla silahlanmış ajanlardan oluşan bir polis ekibi içeri girdi. Hırsızları köşeye sıkıştırdılar. Tek bir mumla zar zor aydınlatılan bu insan kalabalığı, mağarayı gölgelerle doldurdu. “Hepsini kelepçeleyin!” diye bağırdı Javert. “Hadi!”

      “Hele bir yaklaşın bakalım!” Bir erkeğe ait olmayan ama kimsenin de asla “Bu, bir kadının sesidir.” diyemeyeceği bir ses haykırdı.

      Thénardier’nin karısı, pencerenin köşelerinden birine yerleşmişti ve az önce bağıran da oydu. Polisler ve ajanlar geri çekildi. Şalını atmıştı ama şapkasını elinde tutuyordu; arkasında çömelmiş olan kocası, neredeyse atılan şalın altına gizlenmişti ve bir kaya fırlatma noktasında dev gibi bir kaldırım taşını başının üstüne kaldırırken vücuduyla onu koruyordu. “Dikkat!” diye bağırdı.

      Hepsi koridora doğru koştu. Tavan arasının ortasında geniş bir açık alan açıldı. Thénardier’nin karısı kendilerinin yakalanmasına izin veren, boğuk ve gırtlaktan gelen aksanlarla mırıldanan kabadayılara bir bakış attı:

      “Korkaklar!”

      Javert gülümsedi ve Thénardier’nin gözleriyle yiyip bitirdiği açık alanda ilerledi.

      “Yanıma gelme!” diye bağırdı. “Yoksa seni ezerim.”

      “Ne muhteşem!” diye bağırdı Javert. “Senin erkek gibi sakalın var anne ama benim de kadın gibi pençelerim var.”

      Ve ilerlemeye devam etti. Dağınık ve korkunç durumda olan Thénardier ayaklarını iyice birbirinden ayırdı, kendisini geriye attı ve kaldırım taşını Javert’in başına doğru fırlattı. Javert eğildi, taş onun üzerinden geçti, arkasındaki duvara çarptı, büyük bir sıva parçasını devirdi ve şimdi şans eseri neredeyse boş olan kulübenin üzerinde bir açıdan bir köşeye sıçrayarak Javert’in ayaklarının dibine düştü. Aynı anda Javert, Thénardier çiftine ulaştı. Koca ellerinden birini kadının omuzuna indirdi, diğerini ise kocanın kafasına.

      “Kelepçeler!” diye bağırdı.

      Polisler harekete geçti ve birkaç saniye içinde Javert’in emri yerine getirildi. Thénardier dişisi bunalıp kelepçeli ellerine ve yere düşen kocasının ellerine baktı, ağlayarak haykırdı: “Kızlarım!”

      Javert: “Hapisteler.” dedi.

      Bu arada ajanlar, sarhoş adamı kapının arkasında uyurken görmüşler ve onu sarsıyorlardı. Uyandı, kekeleyerek:

      “Bitti mi Jondrette?” dedi.

      “Evet.” diye yanıtladı Javert.

      Elleri kolları bağlı ve kelepçeli altı haydut oracıkta bekliyordu; üçünün yüzü kömürden kararmış durumda, diğer üçünde ise maskeler vardı.

      “Maskeleriniz kalsın.” dedi Javert.

      Savaştan önce ordularını denetleyen bir Alman generalinin gururlu edasıyla onları inceledi. Üç adama şöyle seslendi: “İyi günler, Bigrenaille! İyi günler Brujon! İyi günler Deuxmilliards!”

      Daha sonra üç maskeli adama dönerek elinde baltası olan adamı selamladı: “İyi günler, Gueulemer!” Sonrasında da kısa boylu adama döndü: “İyi günler, Babet!” Ve en sonda karnından konuşan adamı selamladı: “Selamlar, Claquesous.”

      Tam o sırada haydutların şiltenin ayağına bağladıkları ihtiyarı gördü. Adam tek kelime etmemiş, başı eğik bekliyordu. Javert adamlarına: “Beyefendiyi çözün ve kimsenin buradan ayrılmasına izin vermeyin!” dedi.

      Daha sonra masa başına görkemle kuruldu ve kalemi hokkaya daldırıp cebinden çıkardığı pullu bir kâğıda tutanak yazmaya başladı. Birkaç satır karaladıktan sonra gözlerini kaldırdı: “Adamların bağladığı şu ihtiyarı getirin bana.”

      Polisler çevrelerine şaşkınca baktılar. Javert sabırsızlandı: “Tamam haydi, nerede o?”

      Haydutların tutsak olarak bağladığı, Thénardier’nin hayırsever velinimeti, Mösyö Urbain Fabre, Ursule’ün ya da kızın babası, bir anda ortadan kaybolmuştu. Kapıda nöbetçiler vardı fakat pencere boştu. Javert tutanağı yazarken adam kargaşadan faydalanıp pencereden dışarı atlamıştı. Polislerden biri koştu, dışarıda kimseleri göremedi. İp merdiven hâlâ sarkıyordu. Javert dişleri arasından söylendi: “Lanet olsun! Bu partinin en değerlisi o olmalı!”

      XXII

      İkinci Ciltte Ağlayan Küçük Çocuk

      Hôpital Bulvarı’ndaki evde bu olayların meydana gelmesinin ertesi günü, Austerlitz Köprüsü yönünden geliyormuş gibi görünen bir çocuk; yolun sağındaki yan sokaktan çıkıyor, Fontainebleau Kapısı yönüne doğru ilerliyordu. Karanlık bastırmak üzereydi. Zayıf ve solgun yüzlü çocuk; kışın bu en üşütücü gününde, paçavralar içerisinde, ayağında incecik bir pantolonla şarkı söylüyordu. Petit-Banquier Sokağı köşesinde bir çöp yığınına eğilmiş olan yaşlı bir kadın gördü ve köşedeki sokak fenerinin önünde ona çarparak homurdandı: “Merhaba! Ben de bunun çok ama çok büyük bir köpek olduğunu sanmıştım!” Bu son sözleri üstüne basarak söylemişti, kadın doğruldu ve öfke dolu bir sesle: “Lanet olası köpek!” diye homurdandı.

      “Eğer eğilmemiş olsaydım şimdi senin tepene binerdim!”

      “Ha! Ha! Bundan sonra yanılacağımı sanmıyorum!” diye bağırdı çocuk uzaklaşırken.

      Öfkeden boğulan yaşlı kadın şimdi tamamen doğrulmuş ve fenerin kırmızı parıltısı, morarmış yüzünü tamamen aydınlatmıştı. Kırışıklıklara oyulmuş yüzü ve ağzının köşeleriyle buluşan kaz ayakları ile korkunç derecede yaşlı görünen bir kadındı. Vücudu karanlıkta kaybolmuştu ve sadece başı görünüyordu. Biri onun geceden gelen bir ışıkla oyulmuş bir çaresizlik maskesi olduğunu söyleyebilirdi. Çocuk onu inceledi.

      “Madam.” dedi. “Beni memnun eden güzellik tarzına sahip