vakti öncesi karanlığında Kral Conan, artık bir tahtanın üzerine konmuş birkaç ipek ve kürk yığınından başka bir şey olmayan yatağında hareketlendi ve uyandı. Birdenbire sertçe bağırıp kılıcına davranarak ayaklandı. Başkumandanı Pallantides, Conan’ın bağırışı üzerine aceleyle yanına gitti. Kralı, eli kılıç kabzasında, alnından terler akan bir vaziyette yatağında otururken buldu.
“Efendim, ters giden bir şey mi var?” diye sordu Pallantides.
“Karargâh ne durumda?” diye sordu Conan. “Askerler ne yaptılar?”
“Beş yüz atlı asker nehirde devriye geziyor efendim.” diye cevapladı kumandan. “Nemedyalılar gece harekete geçmek istemediler, şafak vaktini bekliyorlar, bizim gibi.”
“Crom aşkına!” diye mırıldandı Conan. “Kör talihin bu gece kapıyı çalacağı hissiyle uyandım.”
Dingin ışığı, çadırın tepesinden sarkan kadife halılara yansıyan lambaya doğru dalgın dalgın baktı. Odada yalnızlardı, bir köle ya da bir uşak dahi yoktu ancak Conan hep tetikteydi, gözlerinde korkunun ateşi vardı, elindeki kılıç tir tir titriyordu. Pallantides endişeli gözlerle onu izliyordu. Conan sürekli seslere kulak kabartıyordu.
“Dinle!” diye fısıldadı kral yavaşça. “Sinsi ayak seslerini duydun mu?”
“Efendim, çadırınız tam yedi nöbetçi asker tarafından korunuyor. Hiç kimse yaklaşamaz.” dedi Pallantides.
“Dışarıdan değil.” diyerek homurdandı Conan. “Ses çadırın içinden geliyor gibi.”
Pallantides hızlıca etrafa bakınmaya başladı. Kadife halıların sarkıtları üzerine düşen gölgelerden neredeyse gözükmüyordu ancak çadır içinde onlardan başka birisi olsaydı kumandan mutlaka görürdü. Tekrar başını salladı.
“Hiç kimse yok, eminim. Zaten otağınız ordunun ortasında.”
“Ordusunun ortasında öldürülen krallar gördüm.” diye mırıldandı Conan ve tekrar, “Birisi görünmez adımlarla yürüyor.” dedi.
“Belki de rüya gördünüz, efendim.” dedi Pallantides, kralın hâlinden endişe duyarak.
Conan homurdanarak “Evet bir rüya gördüm.” dedi. “Korkunç bir rüyaydı. Krallığıma gelen yorucu, uzun yolu tekrar tekrar geçiyordum.”
Sustu, Pallantides sessizce ona bakıyordu. Kral, kumandan için çok esrarengizdi, diğer bütün sivil halk için olduğu gibi. Pallantides Conan’ın, kader onu Akilonya tahtına yerleştirmeden önceki vahşi yaşantısında değişik yollardan geçtiğini biliyordu.
“Kendimi tekrar doğduğum savaş meydanında gördüm.” dedi Conan çenesini düşünceli bir şekilde yumruğunun üzerine koyarak. “Panter kürklü peştamal içerisinde dağ hayvanlarına kılıç sallıyordum. Yeniden paralı bir silahşordum, Zaporoska Nehri’nde yaşayan bir komutan, Kush kıyılarında yağmacılık yapan bir hırsız, Barachan adalarında bir korsan, Himmelyalı dağlıların lideri… Şimdiye kadar tecrübe ettiğim her şey rüyamda sonsuz bir dizi gibi gözümün önünden geçti, izleri beynimde yankılandı.”
“Ancak rüyalarım gitgide garipleşti. Üzeri örtülü birtakım figürler, hayaleti andıran gölgeler ve uzaklardan gelen bir ses benimle alay etti. Sonunda kendimi tekrar bu çadırdaki yatakta, üzerime eğilmiş bir şeyin beni bir şeylerle sarıp sarmaladığını gördüm. Hareket edemeden öylece yatıyordum, ardından örtü düştü ve çürümüş bir kafatası bana bakarak sırıttı. Sonra da uyandım.”
“Bu sadece korkunç bir rüya, efendim.” dedi Pallantides, kralın korkusunu gidermeye çalıştı. “Ama daha fazlası değil.”
Conan kafa salladı, reddetmekten çok aklında şüphe vardı. Barbar bir ırktan geliyordu, bu yüzden batıl inançlar ve içgüdüler atalarından miras olarak bilinçaltının bir köşesinde gizleniyorlardı.
“Daha önce çok fazla korkutucu rüya gördüm.” dedi. “Çoğu anlamsız ve saçmaydı ancak Crom üzerine yemin edebilirim ki bu onlar gibi değil! Bu savaşı umarım kazanırız çünkü Kral Nimed kara vebadan öldüğü günden beri içimde çok kötü bir sezi var. Veba neden o ölünce bitti?”
“İnsanlar onun günahkâr olduğunu söylüyorlardı…”
“Çünkü insanlar aptal, her zamanki gibi.” diye homurdandı Conan. “Veba günahkârları öldürüyor olsaydı yaşayan hiç kimse kalmazdı! Eğer salgın kralı öldürmek için başladıysa hangi tanrı yüzlerce tüccarı, köylüyü ve soyluyu kraldan önce öldürmek istesin? Tanrılar sisin ortasında savaşan bir asker gibi hedeflerini mi şaşırdı yani? Mitra aşkına, eğer ben bunlara inanacak kadar salak olsaydım, Akilonya uzun bir süre önce yeni bir krala sahip olurdu.”
“Hayır! Kara veba sıradan bir salgın değildir. Stigya gömülerinde gizlenir ve ancak büyücüler tarafından başlatılabilir. Stigya’yı işgali sırasında Prens Almuric’in ordusundaydım. Otuz bin askerden yalnızca beş bini Stigyalı okçular tarafından öldürüldü, geri kalan hepsi ise güneyden üzerimize esen kara veba rüzgârından. Sadece ben sağ kaldım.”
“Ancak Nemedya’da yalnızca beş yüz kişi öldü.” dedi Pallantides, Conan’ın söylediklerini desteklercesine.
“Vebayı ortaya çıkaran her kimse onu nasıl bitirebileceğini de biliyordu çünkü.” diye yanıtladı Conan. “Biliyorum, bunun altında önceden planlanmış şeytani bir şeyler var. Birisi bunu ortaya çıkardı, işi bittikten sonra da yok etti. Yani Taraküs rahatça tahtına geçtiği ve insanlara tanrı tarafından gönderilen bir armağan gibi gösterildiği zaman. Ah Crom aşkına, bunun arkasında çok ince, kurnaz bir zekâ olmalı. Kimdi bu Taraküs’ün danışmanı olduğu söylenen yabancı?”
“Sürekli peçe takıyor.” dedi Pallantides. “Buralardan değilmiş, Stigyalı bir adammış.”
“Stigyalı demek!” diye tekrarladı Conan, kaşlarını çatarak. “Cehennemden bir yabancı sayılır yani! Bir dakika! O da ne?”
“Nemedyalıların borazan sesleri!” diye yanıtladı Pallantides. “Dinleyin! Arkasından da bizim kendi borazanlarımız. Şafak vakti yaklaşıyor, komutanlar askerleri yavaş yavaş hücum için sıralıyor! Tanrı yardımcıları olsun, birçoğu güneşin batışını bile göremeyecek.”
“Bana yaverlerimi getir!” diye emir verdi Conan. Bir hışımla kalkıp kadife gece kıyafetini çıkarmaya başladı. Kötü bir şey olacağı hislerini unutmuş gibi gözüküyordu. “Komutanlara git ve her şeyin hazır olup olmadığını kontrol et. Zırhımı kuşanır kuşanmaz yanına geleceğim.”
Conan’ın birçok huyu sivil halka her zaman tuhaf gelmiştir. Odasında veya çadırında mutlaka yalnız uyumak istemesi de onlardan biriydi. Pallantides, çadırdan birkaç saatlik uyku sonrası gece yarısı kuşandığı zırhının şıngırdayan sesiyle alelacele çıktı. Savaş kampına şöyle bir göz gezdirdi, herkesin harekete geçtiğini görüyordu. Loş ışıkta askerlerin çadırların arasında koşuşturmaları gözüküyor, zırhlar kuşanılıyordu. Gökyüzünde yıldızlar hâlâ belli belirsiz parıldasa da doğudan güneşin pembe yansımaları yüzünü göstermeye başlamıştı. Nemedya’nın ejderhalı flaması dalgalanıyordu.
Pallantides, kraliyet yaverlerinin uyuduğu yan taraftaki küçük çadıra yöneldi. Yaverler borazan seslerinden sonra çoktan kalkmışlardı. Pallantides onlara daha çabuk olmaları gerektiğini söylerken kralın çadırından korkunç bir gürültü sesi geldi. Pallantides dehşete kapılmıştı. Gürültünün arkasından komutanın kanını donduran kısık bir kahkaha sesi geldi.
Pallantides