şövalyeleri nehre sızarken okçuları bizim askerleri tutuyorlar.” dedi yaver ve savaşı anlatmaya devam etti. “Ordunun kurduğu setler çok dik değil, suyun kıyılarına doğru meyilliler. Şövalyeler ağaçların arasında çarpışmaya başladılar, tanrım! Oklar her boşluktan geçiyor. Atlar ve askerler aşağılara kadar indiler, suyun içinde çarpışmaya devam ediyorlar. Su ne çok derin ne çok akışkan ama bazı askerler, atların ayaklarının altında ve zırhlarının içinde ezilip boğuluyorlar. Şimdi de Akilonya şövalyeleri ilerliyorlar. Atlarını suya doğru ilerlettiler ve Nemedyalı şövalyelerle çarpışıyorlar. Atların karınlarının suya çarpması ve kılıçların çarpışmaları gerçekten sağır edici bir gürültü çıkarıyor.”
“Tanrı Crom!” sözleri Conan’ın dudaklarından öfke ve acıyla çıktı.
Vücuduna yavaş yavaş tekrar kan gitmeye başlamıştı ama hâlâ heybetli cüssesini yataktan kaldıramıyordu.
“Kanatlar iyice kuşatıldı.” dedi yaver. “Mızraklılar ve kılıçlı askerler nehirde sırt sırta çarpışıyorlar, arkalarında da okçular oklarıyla destek oluyor.”
“Mitra aşkına, Nemedyalıların yayları şiddetli bir şekilde yağmaya başladı, Bossonyalıların hedefinde uzun menzilli oklarıyla arka sıradaki askerler var. Ordularının merkezi ilerleyemiyor, kanatlardan iyice sıkıştırıldılar.”
“Crom! Ymir! Mitra!” diyerek tanrılara lanet okuyordu Conan âdeta. “Tanrım! Şu savaşa ilk vurulmada ölecek olsam da girebilseydim keşke!”
Sıcak ve uzun geçen gün boyunca dışarıda savaş bütün gürültüsü ve şiddetiyle devam etti. Vadinin etrafında karşılıklı saldırı devam ediyor; okların uçuşma sesleri, zırhların karşılıklı çarpışmasının çıkardığı gürültü ve mızrakların paramparça olması bütün gün sürdü. Ancak Akilonya ordusu iyi dayanmıştı. Kurdukları set düşman tarafından yoklanmaya başlayınca, siyah flamayı taşıyan siyah atın yardımıyla hemen karşı bir saldırıya geçerek taarruzu püskürttüler. Nehrin sağ kıyısına düşmanın geçemeyeceği sağlam bir set çektiler ve sonunda yaver, Conan’a Nemedyalıların nehirden çekilmeye başladığının haberini verdi.
“Nemedyalı ordunun kafası karıştı!” diye bağırdı yaver. “Şövalyeleri geri çekiliyor. Bir dakika, o da ne? Sizin flamanız hareketlendi, bizim ordunun merkez kuvveti nehre doğru ilerlemeye başladı. Aman tanrım! Vallanus başta ve ordu nehre ilerliyor.”
“Aptal!” diye homurdandı Conan. “Bu bir tuzak olabilir. Pozisyonunu korumalıydı; şafak vaktine kadar Prospero, Poitanya ordusuyla burada olacak zaten.”
“Şövalyeler ok yağmuruna tutuluyorlar!” diye bağırdı yaver, tekrar. “Ama yine de bocalamadılar. İlerliyorlar ve geçtiler! Düşman kıyısını kışkırtıyorlar. Pallantides ordunun kanat kuvvetlerini, destek olsunlar diye acilen nehre doğru ilerletiyor. Tek yapabildiği bu! Aslanlı bayrak çarpışmanın arasında batıyor.”
“Nemedyalı askerler direnmeye çalışıyorlar. Ve galiba çöküyorlar! Geri çekiliyor gibiler! Ordularının sol kuvvetleri hep kaçmaya başladı, onlar kaçtıkça bizim mızraklılarımız üstlerine gidiyorlar. Vallanus’ü görüyorum, deli gibi atını düşman ordunun üzerine sürüp çarpışıyor! Savaş dürtüsüyle kendini kaybetmiş resmen. Askerler artık Pallantides’ı dinlemiyor. Maskeli bir miğferle savaştığı için onun Conan olduğunu düşünerek Vallanus’ün peşinden gidiyorlar.”
“Ancak bakın! Deliliğinin altında yatan bir sistem var gibi gözüküyor. Nemedya, cephesini ordunun seçkini beş bin şövalyeyle tutuyor. Nemedyalıların ana ordusu ne yapacağını şaşırmış vaziyette ve bakın! Ordunun yan kolunu kayalıklar koruyor ancak ihmal ettikleri bir boşluk var. Nemedya ordusunun arkasına sızılabilecek büyük bir geçit gibi duruyor. Ve evet! Mitra aşkına, Vallanus fırsatı gördü. Ordunun kanat kuvvetleriyle onları oyalarken şövalyeleri geçide doğru yöneltti. Ana cephenin çoğunu hallettiler; mızraklılar onları tutarken şövalyeler geçide dalıyor.”
“Pusuya düşecekler!” diye bağırdı Conan, savaş aşkıyla yanıp tutuşurken.
“Hayır!” diye sevinç içinde bağırdı yaver. “Bütün Nemedya ordusu ön tarafla ilgileniyorlar. Geçidi tamamen unutmuşlar! Bu kadar geriden sıkıştırılabileceklerini düşünememişler. Ah salak Taraküs, bu kadar aptalca bir hata yapılamazdı. Dağdaki geçitten Nemedyalıların üstüne mızraklar yağmaya başladı resmen. Arkadan yaklaşıp orduyu çökertecekler. Tanrı Mitra, bu da ne?”
Gördükleri karşısında serseme dönmüş bir vaziyette çadırın duvarlarındaki kumaşı sıkıyordu. Savaşın gürültüsünü bile bastıran korkunç bir kükreme duyuldu, anlatılamayacak kadar lanetli bir sesti.
“Kayalıklar sallanıyor!” korkuyla haykırdı kralın yaveri. “Yüce tanrılar! Bu da ne böyle? Nehir yükselerek taşıyor, tepelerden paramparça taşlar düşmeye başladı!”
“Yer sallanıyor ve üzerindeki askerler ve atlar düşmeye başladı! Aman tanrım kayalıklar! Kayalıklar düşüyor!”
Yaverin anlattıklarının üstüne korkunç gürültüler gelmeye devam etti, şiddetli bir sarsıntı başladı. Zemin âdeta beşik gibi sallanıyordu. Dehşetin sesi, savaşın gürültüsünü bastırıyordu.
“Kayalıklar paramparça oldu!” bağırdı öfkeden deliye dönen yaver. “Geçidin üstüne yıkıldı ve içindeki herkes ezildi! Bir ara tozun toprağın içinde aslanlı bayrağı gördüm ama sonra o da kayıplara karıştı! Ah! Nemedyalılar zafer çığlıkları atıyorlar. Bağırırlar tabii, beş bin şanlı şövalyemiz kayalıkların altında can verdi! Duyuyor musunuz?”
Conan, büyük bir bağırış sesi duyuyordu; sesler çılgınca yükseliyordu: “Kral öldü! Kral öldü! Kaçın kaçın! Kral öldü!”
“Sahtekârlar!” dedi Conan soluk soluğa. “Nankör köpekler! Alçaklar! Korkaklar! Ah Crom, keşke yürüyebilecek hatta emekleyebilecek kadar gücüm olsaydı. Gerekirse kılıcı dişlerimle taşıyarak giderdim nehre! Nasıl olur, gerçekten kaçıyorlar mı?”
“Evet.” dedi yaver, ağlamak üzere bir ses tonuyla. “Nehre doğru yöneldiler, çökmüş durumdalar; arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar. Pallantides’ı görüyorum, akıntının içinde debeleniyor; düştü ve atlar üzerinden geçiyorlar! Şövalyeler, mızraklılar, okçular hepsi nehre doğru güruh hâlinde kaçışıyorlar. Nemedyalılar herkesi tek tek öldürüyor.”
“Nehrin bu yakasına geçince direnecekler!” diye bağırdı kral. Alnından damlayan terlerle yatağın üzerinde zar zor doğrularak dirseklerinin üzerinde durdu.
“Sanmam!” dedi yaver. “Yapamazlar! Çökmüş vaziyetteler, bozguna uğradılar! Tanrım, keşke bu günleri görmeseydim.”
Daha sonra görevinin gerektirdiğini hatırladı ve orada öylece dikilen silahlı askerlere seslendi: “Hemen bir at alın ve bana yardım edin, kralı taşıyalım. Burada böylece olup biteni izleyemeyiz.”
Ancak onlar daha emri yerine getiremeden hücum başlamıştı. Şövalyeler, mızraklılar ve okçu askerler ordu kampındaki çadırların arasında eşyaların üstünden atlaya atlaya kaçışıyorlardı; hemen arkalarından da Nemedyalı askerler kampa sızmışlardı. Çadırların iplerini kesmeye, yüzlerce yeri ateşe vermeye başladılar. Çoktan yağmacılığa başlamışlardı. Conan’ın çadırında nöbet tutan azılı askerler de acılı bir şekilde can verdiler; ölü bedenlerinin üzerinde düşmanların ayakları tepiniyordu.
Çadırdaki yaver kapıyı sıkı sıkıya kapatmıştı. Katliamın karmaşası içinde düşman askerleri çadırda