kebapçısı her zamanki yerinde, iki bankayı birbirinden ayıran duvarın önünde oturuyor. Şimdilik müşterisi yok ama yüzündeki ifadeye bakılırsa derdi çok. Hiç okul okumadığını zannediyorum. Yapacağı başka bir iş olsa, bu soğukta bu rezilliğe neden katlansın ki diyorum ama sonra bu fikrimden vazgeçiyorum. Çünkü binlerce fakülte mezununun işsiz ve umutsuz olduğunu anımsıyorum. Bu adamda onlardan birisi olabilir, neden olmasın ki? Onun bu kılıksız hâline bakıp hakkında hiçbir şey bilmeden ön yargılı düşündüğüm için kendimi yadırgıyorum! Onun üç kuruş ekmek parası için verdiği zor uğraştan, kendi hesabıma birazcık sıkılıyorum.
Üstünde yürüdüğüm kaldırımdaki taşlardan fışkıran azgın kış soğuğu, ayak parmaklarımı kemirip dizlerime doğru tırmanmaya başlayınca otobüse atlayıp sıcak odama gitmeyi istiyorum ve bunu hemen yapıyorum.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Yaşadığım küçük şehir, aydınlarımızın ya da büyük şehirlerde yaşayan kendini beğenmişlerin deyimiyle taşra, ülkemizin iki veya üç büyük şehrinden birine gitmek isteyip de, onların bir kısmı söylemese de parasızlıktan gidemeyen, mutsuz insanlarla dolu. En azından benim gördüğüm, yaşamlarına tanık olduğum insanların çoğu böyle. Küçük şehrin dar sokaklarına sıkışmış yaşamın bunalttığı insanlar sorunlarından kaçmak için büyük şehirlere, herhâlde büyük şehrin bütün cilveli çekimine rağmen, yıpratıcı karmaşası karşısında bunalan insanlar da, bir zamanlar arkalarına belki de bakmadan kaçtıkları küçük şehirlerine, kasabalarına, köylerine, daha romantik özlemleri olan orta yaş ve üstündekiler de güneyde küçük bir balıkçı kasabası kaldıysa, gidip oraya yerleşmeyi hayal ederler!
Görmüş geçirmiş tavırlı, elektromotor dersimize giren hocamızın bir sözünü düşünmeye başlıyorum. “Hoş olan bayramlar değil, onların hayalidir! Hayallerinizdeki hiçbir sevgilinin ağzı kokmaz.” derdi. Doğru söyleyip söylemediğini henüz bilmiyorum, bunu zaman gösterecek.
Neyse, odam sıcak dışarısı soğuk. Annemin ölümü şimdi birçok detayını hatırlayamadığım çocukluğum kadar uzak.
Büyük şehirlerin birinde şimdi çoluk çocuk yaşayan ablamın o günlerdeki çığlıklarını hiç unutmuyorum! O dönemden aklımda kalan, benden yedi yaş büyük ablamın ve benim çevredeki bir sürü yakın, uzak akraba, komşularla birlikte ağlamamızdı! Ablamın, sessiz sessiz, bize göstermek istemediği ağlamaları aylarca sürdü!
Evde geçmiş hatıraların etkisi ile biraz daha mutsuz bir hayat sürerim! Arka odada horlayarak uyuyan babam, birkaç günde bir telefonla arayan, konuşunca yüzünün rengi değişen babam ve telefonun öteki tarafındaki mutsuz ablam! Onun için caddeler ve sokaklar benim özgürlük alanlarımdır hep. Evden sıkılınca kendimi onların kollarına atarım!
Bu gece hatıralar âleminin amansız takibi altındayım. Oturduğum masamdaki çalışmam gereken konuların içine bir türlü giremiyorum. Babamın horlamaları biraz kesilir gibi oldu ama yine başladı. Ben annesizliğe zor da olsa alıştım, ablam hâlâ tam tersi, takıntılı bir şekilde telefonda annemden söz açar ve bazen hep ağlar! Onun öldüğü bu evden bu şehirden, daha fazla dayanamayıp hızla evlendi, çabucak çoluk çocuk sahibi oldu ve göçüp gitti bir büyük şehre! Telefonda, babamdan sonra bazen beni isteyip konuştuğu hep ağlamaklı titreyen sesine, yaşlanıp duygusallaşan ihtiyarlar gibi ben de dayanamıyorum! Babamla paylaşıp benden gizlediği yaşamının mutsuz detaylarının simgesi sesinin dokunaklı hâlini hep annemle ilişkilendirdim! Çünkü görünürde mutsuz olması için başka önemli bir sebep yoktu henüz benim için!
Oturduğum koltuk ve masamdan iyice sıkılıyorum. Mutfağa gidip su içiyor sonra da ışıkları yakmadığım ön odaya giriyorum. Pencerenin önüne geldiğimde, gökyüzündeki ulu karanlık, yıldızların arasından usul usul yağıyordu şehrin üstüne. Önünde durduğum pencerem, kibirli insanlar gibi şehre yüksekçe bir tepeden bakıyordu. Gökyüzünün olağanüstü ihtişamı karşısında heyecanlanıp kırılganlaşıyorum! Aslında bu iki duyguyu, iç içe geçmiş bu iki duyguyu, birbirinden ayırmak gerek. Kırılganlığım, geçmiş hatıralarda ve ablamda gezen benle, heyecanım gökyüzünün sırlı ihtişamı ile ilgiliydi. Ama ikisi de birbirinden bir şekilde etkilenerek beni hırpalamaya devam ediyorlar. Sessizlikten, kendimi iyi dinlediğim evimizde, babamın horlamaları, ablamın ve annemin sayısız kere açıp kapadıkları buzdolabının yaşlı ve iniltili vızıldamasından başka ses yok. Babam gibi şehir de uykuda. Bense ayakta dikilip durmaktan sıkılıyorum. Gün boyu çalışan dizlerim gibi gözlerim de yorgun artık. İçerideki ısının azalması ile kaloriferin epeycedir sönmüş olduğunu fark ediyorum. Ama evdeki serinlik henüz rahatsız edici değil. Başımı pencerenin soğuk camına dayayarak, karanlığın içinde küçük küçük parlayan, insanoğlunun kavramakta zorluk çektiği uzaklıklardaki yıldızlara tekrar hayretle bakıyorum! Devamlı ilk aklıma gelen şey oralarda canlı var mı, varsa nasıllar acaba? Dünyamıza en yakın yıldız, dört nokta iki ışık yılı uzaklıkta. Bizim içinde yaşadığımız kümeye en yakın galaksi Andromeda iki nokta iki milyon ışık yılı uzakta. Bu uzaklıkları, bu büyüklükleri düşününce kalbim titriyor.
Camdan tenime geçen soğuk alnımı ısırıyor. Sokak lambalarından yerlere dökülen beyaz ışıklar, içimde çocukça bir sevincin doğuşuna neden oluyor. Müşfik bir sevgiliye bakar gibi bakıyorum onlara. Dizlerimin artık iyice yorulduğunu, göz kapaklarımın ağırlaştığını hissediyorum.
Kendime ilişkin düşündüğüm şeyler evrene ilişkin hissettiklerimin yanında ne kadar küçük! Gözlerim emrediyor yatağıma gidip uyumalıyım artık.
BEŞİNCİ BÖLÜM
İsminin Sadberk olduğunu çok sonraları öğrendiğim yüzü çıkık elmacık kemikli kızı okula gidip gelirken birkaç gün görmedim. İsmi gibi, hayatına ilişkin bazı detayları da sonra öğrenecektim: Babasının şehre çok uzak olmayan bir yerde, enerji ve sulama amaçlı yapılan barajın şantiyesinde inşaat mühendisi olarak çalıştığını ve iş uzun olduğu için buraya taşındıklarını, annesinin ev hanımı, kendisinden büyük üç erkek kardeşinin olduğunu, hepsinin iş güç sahibi olduğunu birisinin yurt dışında, diğer ikisinin başka şehirlerde yaşadığını, şu anda okuduğumuz üniversite gibi küçük bir üniversiteden buraya, babasının artık yalnızlığa dayanamadığından, annesinin ısrarı ile yatay geçiş hakkını kullanarak geldiğini ve aslında bu gelmeyi pek istemediğini, edebiyat bölümü üçüncü sınıfında okuduğunu, Türkçe öğretmenliği yapmak istediğini, hayallerinin genişliğine ve zenginliğine hep hayran olduğu edebiyat yazarlarını çok sevdiği için bu bölümü bilerek isteyerek seçtiğini, öğretmenliğin parasız oldukları için olmayan itibarının umurunda olmadığını, severek yapacağı bir mesleğinin olmasının çok önemli olduğunu, kanaatkâr bir insan olduğunu, paranın önemini bilmekle birlikte bunun azı ile de yaşayabileceğini ve kendisine ayrı bir özgürlük duygusu kazandıracağını, harcamaktan çok biriktirmekten haz duyan bir insan olduğunu söyleyecekti.
Okula gitmek için her sabah olduğu gibi aynı yolu kullanarak yirmi üç numaralı otobüsün kalktığı durağa doğru gidiyorum. Okuldan dönerken zamanım geniş, yürüyerek dönerim. Bu benim için çok eğlenceli. Artık kullanılmayan, mirasçıları birbiri ile kavgalı olduğu için yıllardır diğerleri gibi yıkılıp yerlerine iş hanı, apartman yapılmayan, dış duvarları yağmur suları ile iyice aşınmış, yazlık sinemasını ve ıssız gişesini izlemek en hoşu… Daha sonra ben askerdeyken, Harun Bey Caddesi’ndeki iş yeri ihtiyacının artması ve yan taraftaki kiralık büyük bir apartmana vergi dairesinin taşınmasından sonra, balyoz