Emin Göncüoğlu

Öteki Hayatlar


Скачать книгу

duygusunu yüzünden görürdüm. Şimdi yüzünde kaygıdan başka gördüğüm hiçbir şey yok! Çıkan ahşap ve metal cızırtılarından yatağına uzandığını, gürültüyle geğirince, midesinin yine iyi olmadığını anlıyorum ve onun geğirmesine gülüyorum. Çocukken de midesi gaz yapıp geğirince gülerdim, o da benim gülmeme sevgiyle bakarak gülerdi. Fakat ne yazık ki o, eski günlerden artık çok uzaklarda, yorgun ve yıpranmış!

      Çok eskiden, özellikle bağ evimizde, fıstık ağaçlarının altında ben ve ablam cıvıltıyla oynarken ummadığımız bir anda aramıza girip beni boynuna, ablamı da kucağına alarak incir ağacından incir yemeye giderdik. Ben üzüm kütüklerinin arasında ablamı kovalarken o ikimizi birden kovalamaya başlardı. O günkü dinç babamla bugünkü yaşlı ve yorgun babam birbirinden çok farklı! Hayatın bu acımasız ve garip değişimini anlayıp kavramak ne kadar zor! Çocukluğumun, kendinden emin, güçlü babası, koca bir suskunluğa ve yalnızlığa dönüşmüş!

      Tekrar öksürüyor. Bütün yalnızlığı ve yaşlılığı öksürüğüne sinmiş sanki. Biraz sonra üstü lale desenli yorganını boğazına kadar çekerek uyuyacak ve horlayarak çıkardığı ses içimi acıttığı için ben de odamdan çıkıp oturma odasına gideceğim!

      Dünkü sıkıntının, biraz şaşkınlığa, biraz sersemliğe bulaşmış tortuları hâlâ içimde ve beni incitmeye devam ediyor. Babam boğazının dolusunca horlarken sokak kapısını onu uyandırmaktan çekinerek dikkatlice ve sessizce kapatıyorum. Bugün aşağıya, çoğu zaman yaptığım gibi merdivenleri zıplayarak inmeyeceğim. Bunun için yeterince eğlenceli bir heves yok içimde.

      Asansörün, kırmızı, meşgul yazan göstergesine bakarak bekliyorum. Bir şeyleri beklemek bütün insanlara olduğu gibi bana da sıkıcı geliyor ama yine de bekleyeceğim. Koltuk altıma sıkıştırdığım kitaplarım ve notlarımla bekliyorum. Gözlerim yukarı kattan aşağı inen asansörün, hangi katta olduğunu gösteren rakamları takip ederken aklım, özel bir bankada şef olarak çalışan karşı komşunun ya da karısının beyaz ahşap kapılarının ortasındaki küçük dürbünden beni izleyip izlemediklerindeydi. Merakımı yenemeyerek küçük dürbünün ışığını görerek izlenmediği fark ediyordum.

      Asansörün zemin katta durduğunu önümdeki küçük kırmızı göstergeden görünce gelmesi için düğmeye basıyorum. Dışarıdan gelen ve bu saatte genellikle hızlı hareket eden okul servis araçlarının ve diğer taşıtların çıkardıkları, farklı motor gürültülerini dinliyorum. Asansörün yukarı çıkışını, kendimi zorladığım bir sabırla beklerken, küçük teyzem ve küçükken hep küsüp kavga ettiğimiz oğlu Murat’a kayıyor düşüncelerim; fakat orada çok fazla oyalanmayıp biraz babam, biraz ablam ve biraz da, yüzü çıkık elmacık kemikli kızın, bugün Çınarlı Durak’a gelip gelmeme ihtimali üzerinde durduktan sonra tekrar karşı kapı komşunun beni izleyip izlemediğine yöneliyorum. Küçük dürbünün içindeki ışığın kaybolup kaybolmadığına bakıyorum ve yine ışığı görünce izlenmediğimi anlıyorum.

      Bazen bizim evimize kadar gelen gürültülü ağız dalaşlarını duyduğumdan onların birbirlerinden hiç de memnun olmadıkları sonucunu çıkarıyorum. Adam, memur kılıklı gösterişsiz birisi, karısı tam tersi, film aktrislerine özenen cazgır görünüşlü bir kadın! Adamın karısına gücünün yetmediğini sanırken yine doğrusunu Allah bilir diyerek önümdeki kırmızı ışıktan asansörün yukarı doğru gelişini izlemeye devam ediyorum. Önümdeki siyah demir kapının ortasındaki ince uzun buzlu cam, asansörün ışıkları ile aydınlanınca rahatlıyorum ve asansöre binerek aşağı iniyorum. İçeride rahatsız edici tütün ve ahır kokusuna benzer bir koku var! Bundan, asansörü az önce kapıcının kullandığı sonucuna varıyorum.

      Sokaktaki soğuk ve temiz havayla karşılaşmak rahatlatıcı. Dün öğleden sonra zayıfça da olsa parlayan güneş, bu sabah göz alıcı bir parlaklıkta her tarafı aydınlatıyor. Güneş ışıklarının rahatlıkla vurduğu yerlerdeki parlaklığın aksine apartmanımızın önünde büyük bir gölge var. Gökyüzü bulutsuz ve bir kış gününe yakışmayacak kadar mavi. Güvercinler, gökyüzündeki coşkulu bu mavi renge sevinmiş gibi toplu danslarına başlamışlar bile. Onların grup hâlinde bir o yana bir bu yana süzülmeleri hoşuma gidiyor.

      Ara sokaklardan geçerek Harun Bey Caddesi’ne ulaşıyorum. Soğuktan donan burnumun ucu yine bende değil sanki. Hızlanarak otobüs durağına yürüyorum. Okula her gün onunla gittiğim yirmi üç numaralı belediye otobüsü her zamanki yerinde duruyor. Yanına gelince suratsız sürücünün, önündeki camdan asfalt yola gözlerini dikmiş, etrafla ilişkisini kesmiş hâldeki oturuşunu görüyorum. Bugün çözemediği önemli bir sorunu var sanırım! Ya bakkala, kasaba, etrafa birikmiş borcunu ya da her ay ödemekte zorlandığı kirasındaki artışı ya da şefiyle, müdürüyle sürtüşmesini düşünüyor olmalı! Kökleri derinlerde olan felsefik bir derdinin olduğunu hiç zannetmiyorum! Fakat yine de onu kederlendiren sebep ne olursa olsun, suratsız ve sevimsiz yanını törpüleyip daha insancıl bir havaya büründürdüğünü fark ediyorum. Biletimi attıktan sonra öğrenci kimliğine bakmasını bekliyorum, hiç oralı değil.

      İçeride oturarak otobüsün kalkmasını bekleyen dört kişi var. Birbirimize bakmıyoruz ama varlığımızdan iyice haberdarız. Koşarak nefes nefese kalmış iki kişi daha biniyor arkamdan. Ben sakinim yeni gelenler aceleci. Bu telaşları bile, sürücünün donmuş gibi oturuşunu etkilemiyor.

      Doğruca en arkaya gidiyorum. Camdan, çalışan motorun egzozundan soğuk havanın içine savrulan kirli dumana bakıyorum. İlerideki yan sokaktan, başındaki tahta tablasıyla, on beş, on altı yaşlarında bir simitçi çocuk çıkıyor caddeye. Birkaç memur, birkaç öğrenci, üç beş esnaf, belki de onların arasında iş aramaya çıkmış işsiz birkaç bedbaht baba, kaldırımlardaki sessiz hareketliliği oluşturuyorlar! Yataktan çıkıp soğuk bir güne başlamak herkes için zor olmalı! Her yer aydınlık olmasına rağmen otobüsün içindeki ışıklar yanıyor ve içerisi sıcak.

      Hareketsiz, donmuş gibi oturan suratsız sürücü birden canlanmış gibi, vitesi bire takarak gaza gereğinden fazla basıyor ve geriye doğru sarsılarak kalkıyoruz! Onun için az önce biraz olsun yumuşayan düşüncelerim tekrar sertleşerek öfkeyle ona yöneliyor. Görevini kötü yaparak bizi taciz ettiği için kızgın bakışlarımı yağlı ve çirkin ensesinden hiç esirgemiyorum! Fakat düşüncelerim suratsız sürücüden hemen kopuyor ve babamın insana güç vermeyen, ağzı açık horlayarak uyuyan çehresinde, okulumuzun bahçesinin ücra köşelerinde, asansörün içindeki o itici kokunun, kurban bayramlarında etrafa sinen koyun ve kavurma kokusunu hatırlatmasında, Hasan’ın kırgın sesinde, uzun süredir contası aşındığı için, şıp şıp diye damlayıp sesler çıkaran banyodaki muslukta, evimizin içindeki sessizlikte, babamın her an ölme ihtimalinde, ölümün nasıl bir şey olduğunda, geçen sene tam bu sıralarda televizyonların en acımasız görüntülerle gösterdiği, depremle yıkılmış evlerin, binaların üstlerinde, çaresiz insanların gözlerinde, Cudi Dağı’nda askerlerle girdikleri çatışmada öldürülmüş teröristlerin yan yana yatırılmış cesetlerinde ve yığınla silahta, adının çok sonraları Sadberk olduğunu öğrendiğim yüzü çıkık elmacık kemikli kızın, henüz benden habersiz, saçları yağmurda ıslanmış solgun yüzünde, az önce önünden geçtiğimiz yazlık sinemanın bugünkü terk edilmiş yalnızlığında ve eski kalabalık akşamlardaki neşeli coşkusunda, küçük ve hızlı bir tur attıktan sonra, detayları henüz iyi seçilemeyen önümüzdeki durağa doğru bakıyorum. Hazırlıkları önceden en ufak ayrıntılarına kadar düşünülmüş, bir film sahnesine yaklaşan kamera gibi otobüs, Çınarlı Durak’ı ayaklarımıza getiriyor ve bizi onun uzaktan seçilemeyen detaylarının içine sokuyor.

      Durakta,