Emin Göncüoğlu

Öteki Hayatlar


Скачать книгу

yüzünde şaşırmış bir ifade beliriyor! Neyin peşinde olduğumu sezmek ister gibi, ışığı azalmış gözleri bir süre yüzümde dolaşıyor. Onun sorgulayan bu yaşlı bakışlarından rahatsız oluyorum ve gözlerimi dışarıda çıldırmış gibi yağan yağmurun içine kaçırıyorum! Bir süre ona bakmaktan çekinerek odanın içindeki zayıf aydınlığı yansıtan pencere camından hızla kayarak aşağılara dökülen yağmur sularını seyrediyorum. Tedirginliğimi hissediyor ve gözlerini benden alarak cansız bakışlarını amaçsızca odanın içinde sıkıntılı bir şekilde gezdiriyor. Mum ışığının alevinin aydınlattığı gövdesine bakıyorum, oturduğu koltukta, battaniyenin altında küçülmüş gibi.

      “Çocuklar, henüz sorumluluk üstlenmemiş gençler ve aptallardan başka mutlu insan görüyor musun çevrende?” diye yavaş yavaş, kelimelerin arasında gereğinden fazla boşluklar bırakarak insana zoraki konuştuğu hissi veren bir ses tonuyla konuşuyor.

      Sözlerinden çıkardığım acımasızlık ve karamsarlık içimi sızlatıyor! Vücudumda yeni başlayan anlayamadığım bir huzursuzluk doğuyor ve beni sinirlendiriyor. Birbirimize bakmaktan çekiniyoruz.

      “Baba!” diyorum sesimin titrek çıkmasını engelleyemeden. “Hayat bu kadar zor ve ağır mı?”

      Yaşlı gözlerini açarak şaşırmış gibi bakıyor ve:

      “Evet, hayat zor ve ağır. İnsanın bunu bildiği ve bilmediği dönemler var sadece. Gücümüzün yetmediği, çoğunlukla ne olup bittiğini anlayamadığımız bir akışın içinde yuvarlanıyoruz!” diyor.

      “Nasıl yani?” diyorum biraz kırgınca.

      Söylediklerinden pişman olmuş gibi dikkatle yüzüme bakıyor. Belki de ben öyle olduğunu zannediyorum. Bir şeyler demesi için sabırsızlanıyorum ama o yine eski ilgisizliğine dönüyor.

      “Nasıl yani? Baba gördüğün ve içinde olduğun bu akıştan neden bu kadar pişmansın, seni rahatlatan hiçbir şey yok mu, hiç olmazsa geçmişinde?” Onu kurcaladığımın farkında.

      “Geçmiş yaşandı ve bitti. İyi veya kötü hatıraların artık bugüne bir yararı yok! Okulun nasıl gidiyor?” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştığını ve ilk başta söylediği sözlerden pişman olduğunu belli etmeye çabalıyor. Onun pişman olmuş gibi çıkan sesi içimdeki sızlanmayı azaltmıyor.

      “Az kaldı okulun bitmesine!”

      “İyi.”

      “Acıktıysan yoğurdunu getireyim mi?”

      “Canım istemiyor. Sen acıktıysan ye!”

      “Benim de canım istemiyor, yağmur da şiddetini gittikçe arttırıyor!”

      “Yedek mum var mı?”

      “Hayır!”

      Sesini çıkarmıyor.

      “Bitince gidip alırım.”

      “Ablan aradı mı?”

      “Aramadı!”

      Işığı azalmış göz bebeklerindeki titreme daha artıyor sanki.

      “Baba, bana kızmıyorsun değil mi?”

      “Hayır kızmıyorum.”

      “O zaman düşündüklerini benimle paylaşıp niye rahatlamıyorsun?”

      “Kendini niye yoruyorsun oğlum!” derken sesindeki şefkat dolu yumuşaklık hoşuma gidiyor.

      “Kendi kendinle konuşmaktan yorulmuyor musun baba? Sana baktığım zaman üzülüyorum. Her şeyle bağını kopardın gibi hep kendi içinde yaşıyorsun, oradan biraz dışarı çıkmayı niye denemiyorsun?” Bakışlarının sertleştiğini, öfkelendiğini fark ediyorum.

      “Bok mu var dışarıda? Sen kendi işine bak. Dışarıda ne olup bittiğini bana hatırlatıp öğretmeye kalkma. Benim yaşımdaki birinin içinde bulunduğu viran haneden dışarısının nasıl görüneceğini zannediyorsun?” dedikten sonra susuyor.

      Öfkelendiği için şimdi daha kötü görünüyor. Ona bakmaktan yine çekiniyorum. Söylediği sözler her yanını titretiyor! Kırılıyorum ama bunu belli etmemeye uğraşıyorum.

      Yağmurun camda çıkardığı hırçın ve inatçı sesten başka ses yok odanın içinde. İçindeki kırgınlığın etkisi ile kalkıp odama gitmeyi düşünüyorum. Ama bu davranışımın onu inciteceğini bildiğim için vazgeçiyorum. Fakat odanın içindeki hava çok rahatsız edici. Hiç olmazsa bir süre daha geçtikten sonra gidip odama tekrar uyumayı planlarken hiç beklemediğim bir şekilde babam, cama vuran yağmur seslerinin arasından konuşmaya başlıyor:

      “Ben tam on yedi yaşındayken, deden sıcak bir kurban bayramının ikinci günü, yemek masasında annem ve benden küçük halaların, amcalarınla akşam yemeğini yerken öldü! Evin büyüğü olduğum için, hayatım, kardeşlerimi korumakla ve bunaltıcı geçim sıkıntıları ile geçti. Yapmadığım iş çalışmadığım usta kalmadı. Param olmadığı için evlenemedim; olduğunda da yaşım geçmişti. Annen ile kısmet işte, aramızdaki yaş farkına rağmen evlendik. Çoluk çocuk sahibi olmanın, çekilmesi zor olan yükünü kardeşlerimden bildiğim için az çocuk yapmaya uğraştım. Annen de, sen hatırlamazsın bünyesi zayıftı, ablanla seni büyük perişanlıklar içerisinde zorla getirdi dünyaya. Sessiz bir kadındı; sessizce yaşadı ve sessizce öldü! Ablan çok etkilendi, ben de yıprandım, zor iş çocuk! Ablan küçük yaşına rağmen çekti çevirdi yine de bizi!”

      “Baba pişman mısın?”

      “Neden?”

      “Bizlerin dünyaya gelmesinden.”

      Az önceki öfkesi iyice kaybolmuş yumuşamış görünüyor. Pek yapmadığı bu iç dökmesini yaparken, bana sanki acırmış gibi kısa bir süre baktıktan sonra:

      “Pişmanım desem bir yararı var mı artık? Ablan beni endişelendiriyor! Senin durumun daha belli değil! Kız çocuğudur biriyle evlendiririz olur biter dedik. O zaman böyle düşünüyordum. Şimdi ne kadar büyük hata yaptığımı anlıyorum. Ama artık çok geç! Onu hayat karşısında bu kadar savunmasız bıraktığım için hep kendimi suçluyorum. Geç fark ettim, bu sorumsuzluğumun altında kaldım şimdi! Her telefon çalışında ablan mı diye ömrümden gün eksildiğini hissediyorum. Hayatımın diğer yorgunluklarını geride bıraktım ve hatırlamak istemiyorum. Onun telefonda benimle bilerek veya bilmeyerek titrek, kendine güvensiz bir sesle konuşmasından sayısız anlamlar çıkarıyor, hem ruhumun hem de bedenimin tıkır tıkır kırıldığını duyuyorum. Belki de vaktinden, yaşıtlarımdan önce çöktüğüm için güçsüzlüğüme sinirleniyor ve yaşamımı anlamsız buluyorum. Bana anneni özlüyor muyum diye soruyorsun tabii ki özlüyorum ama talihsizce erken gidip bizi geride bırakmasına çok içerliyorum. Olsaydı hiç olmazsa birbirimize dayanırdık. Hayatım boyunca hiçbir şey istediğim gibi olmadı ve hiçbir şeyi yerli yerine koyamadım. Hayat gücümü ve aklımı çok aştı. Bir türlü içinden çıkamadım. Çocuklarına, özellikle ablana karşı görevini yerine getirememiş bir babanın huzursuzluğu ile doluyum. Bunu geç fark ettim, en çok ona üzülüyorum. O benden bu dünyaya gelmeyi istemedi. Geleceği bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilmiyordu. Bunu ben biliyordum ve suçluluk duygusundan kurtulamıyorum. Onu hayata ilişkin hiçbir korunağı olmadan getirip bu ateş tarlasının içine koyduğum için kendimi çok suçluyorum. Seni ve onu bırakıp gidiyorum. Bunun vaktinin geldiğini hissediyorum. Kaçtığım hissine kapılıyorum. Çünkü hiçbir şeyi yerli yerince yapamadım ki. Ama gücüm iyice azaldı. Evinde mutsuz bir hayat sürdüğünü ve iyice köşeye kıstırılmış olduğunu bana hep hissettiriyor. Buna çok üzülüyorum. Onu hiç suçlamıyorum. Ayakları üstünde güvenle