Emin Göncüoğlu

Öteki Hayatlar


Скачать книгу

için duyarsız ve kaba, suratsız sürücüye içimden sövüp sayıyorum! Suratsız sürücünün yaptığı, güzel melodiler dinlediğim bir radyo istasyonunu bozan parazit gibi zihnimi karıştırıyor. Gözlerimi açıyorum.

      Otobüsün içi, sayıları artmış yolcular, etrafta kayan görüntüler, bunların arkasında durmadan yer değiştirip bir görünüp bir yok olan yüzü çıkık elmacık kemikli kızın hayali… Düşüncelerimde oynadığım ve zihnimden kaçıp gitmesini istemediğim, yüzü çıkık elmacık kemikli kızın çok sevdiğim, o yağmurlu sabahtaki duruşunu tekrar yakalıyorum. Yanaklarına yapışmış ıslak saçları hâlâ o günkü gibi ve yine ince bilekleri ile göğsüne bastırdığı kitaplarının kenarları ıslanmış öylece duruyor. Sonra yine o günkü gibi otobüse binme çabasını izliyorum. İçimde doğan hazdan ve gerilen yüz kaslarımdan tebessüm ettiğimi anlıyorum. Zihnimdeki yüzü çıkık elmacık kemikli kıza yanıma gelmesini söylüyorum, fakat o beni dinlemeden yine gidip suratsız sürücünün arkasına oturuyor! Alnına dökülmüş, yanağına yapışmış ıslak saçlarını düzeltmesini istiyorum, yoksa çok komik göründüğünü söylüyorum, hiç itiraz etmeden gülerek yapıyor bu isteğimi. Sonra sırtını bana dönerek dışarıyı seyretmeye başlıyor. Otururken sırtının kamburlaştırdığını fark ediyorum. Oysa o yağmurlu sabah karşılaştığımızda böyle yapmamıştı. Sadece utangaç bir yabancının ürkekliği ile çoğunlukla dizlerinin üstündeki kitaplarına ve biraz da çevresine bakmıştı. Zihnimdeki yüzü çıkık elmacık kemikli kız, ne düşündüğümden haberdarmış gibi otururken sırtında oluşturduğu kamburu yok edip dönerek cesur bir bakışla beni süzüyor. Onun bu bakışlarından ve kendinden emin tavrından ürküyorum. Suratsız sürücünün arkasından kalkıp yanıma gelmesini istiyorum. Bunu yapmıyor. O gün de içimden gelip oturmasını istemiştim önümdeki boş koltuğa, yağmur suları ile ıslanmış saçlarının kokusunu duyarım umuduyla; yine yapmamıştı! Yüzü çıkık elmacık kemikli kızın tüm uysallığının aksine zihnimin içindeki pervasız hâli beni yormaya başlıyor. Bu sıkıntıyla, zihnimi, bir masanın üstünde dizili oyuncakları devirerek karıştırır gibi dağıtıyorum ve o etkiden kurtuluyorum. Bu duygu hoşuma gidiyor. Zihnime hükmetmenin benden başka kimsenin bilemeyeceği o gizli tadını duyuyorum!

      Yirmi üç numaralı otobüsün içi ben fark etmeden Çarşı Durak’ından aldığı yolcularla iyice kalabalıklaşmış. Sağa doğru savrulunca sola dönüp Atatürk Cadde’sine çıktığımızı anlıyorum.

      ALTINCI BÖLÜM

      Beynimin içi, odamda oturduğum çalışma masamın üstü gibi darmadağınık! Bugün okuldan erken döndüm, babam henüz eve gelmemiş. Yüzü çıkık elmacık kemikli kızı bu sabah Çınarlı Durak’ta yine görmedim. Onu, soğuk bahçede, ağaçların altında, sıcak çay ve simit kokulu kantinde, sidik kokulu kız tuvaletlerinin önünde, sessiz kütüphanede, konuşkan öğrencilerin doldurduğu gürültülü koridorlarda sessizce aradım ama bulamadım! Bulamadığım için mutsuz oldum ve kendime kızdım. Hiç tanımadığım, hayatımda ilk kez gördüğüm bir kızın peşinde niye sürüklendiğimi anlayamadığım için amaçsızca gidip kantinde sıcak bir çay içip dilimi yaktım. Sonra yanan dilimi ağzımda dolaştıra dolaştıra, bazen de dışarı çıkarıp soğutarak onu aradığım yerlerde tekrar aradım, bahçede öğrencilerin arasında gezdim, görmekten umudumu kesince derse girdim.

      Okuldan eve yürüyerek dönerken onu bir ara unuttum, ama eve gelince tekrar hatırladım. Çalışma masamda günün dersleri ile boğuşurken o hâlâ beni meşgul etmeye devam ediyordu. Zihnim hep onunla oyalanırken okuduğum şeylerden pek bir şey anlamadığımı fark ettim. Gidip yatağıma uzandım. Uzunca bir süre yerimden kalkmadım. Dışarıdan gelen değişik sesleri birbirinden ayırarak dinledim. Üst katta oturan inşaat müteahhidinin, şişman, sakar karısının düşürdüğünü zannettiğim, metal bir şeyden çıkan sesten ürktüm! Yere düşen şeyin önce ne olduğunu tahmin etmek istedim sonra vazgeçtim. Sakar şişman komşumuzun küçük kızının ayağına geçirdiği büyük terliklerle tıkır tıkır yürüyüşünü takip ederek dinledim.

      Sabah, yağmur yağacakmış gibi görünen hava epeyce bir kararsızlıktan sonra öğleden sonra açtı. Güneybatıdan odama vuran cansız güneşin solgun ışıkları, odamın köşesindeki elbise dolabımı hüzünlü bir kızıllıkta parlatıyordu! Üst kattaki küçük kızın ayağındaki büyük terliklerin çıkardığı tıkırtıdan banyoya doğru gittiğini tahmin ettim. Küçük çocukların en sevdiği şeylerden birinin, suyla oynamak olduğunu düşünerek annesine çaktırmadan oraya gittiği fikrine kapıldım. Aşağı katlardan birisinin daire kapısının, çarparak kapanmasının sesinden rahatsız oldum. Yerimden kalkıp tekrar tekrar ders çalışmayı deneyerek boş hamlelerimden birini yaptım, ama baktığım şeylerden yine bir şey anlamadım. Mutfağa gidip buzdolabından sarı bir elma çıkardım, yıkadıktan sonra kabuğunu soymadan ısırarak yedim.

      İniltiyle sızlanarak çalışan buzdolabının motoru sesini kesti ve kulaklarımda sessizliğin boşluğu oluştu. Mutfağın her yanında ablamdan izler var sanki. Onu nedense en çok mutfakta bir de misafir odasındaki telefonu görünce hatırlıyorum. Misafir odasındaki telefonun rahatsız edici sesi çınladı. Arayan mutlaka ablamdır diye düşünüyorum o tarafa doğru giderken. Heyecandan yediğim elmanın bir parçası boğazımdan zorla geçerek aşağı kaydı. Gözlerim yaşarırken öksürüyorum. Arayan okuldan Hasan isminde bir arkadaşım. Babası kundura mağazası işletiyordu. İki sene önce, bir yaz günü sıcak öğlen güneşinin altında eve gelirken yolda kalp krizi geçirerek öldü! Canı sıkılıyormuş, “Akşama tavla oynamak için dışarı çıkalım mı?” diyor. Daha yapacak bir sürü dersim olduğunu söylüyorum ve biraz havadan sudan konuştuktan sonra telefonu kapatıyorum. Hasan’ın hayal kırıklığına uğrayıp canının sıkıldığını biliyorum, çünkü telefonu kapatırken ne kadar belli etmemeye çalışsa da sesi baştaki yumuşaklığını kaybetmişti.

      Bitirdiğim sarı elmanın çekirdekli kısmını, içinde eve bir şeyler getirdiğimiz, sonra da çöp torbası olarak kullandığımız köşedeki siyah plastik torbanın içine atıyorum. Odama gidiyorum. İçeri girdiğimde, az önce elbise dolabıma hüzünle vuran güneş ışıklarının solgunlaşarak azaldığını fark ediyorum. Bütün bunları düşünür ve yaparken yüzü çıkık elmacık kemikli kızın gerçekte yanımda olmayan varlığının görünmeyen etkisi bendeki birlikteliğini sürdürmeye hep devam ediyordu. Bu durum benim için önceden tanık olup yaşamadığım ve yarattığı etkiyle biraz sersemleyip şaşkın olduğum, anlayamadığım bir şeydi! Bu davetsiz misafirin hayalinin peşinde sürüklenirken daha önce hiç görmediğim, biraz tuhaf ama oldukça heyecanlandığım, tanımadığım bir şehrin karmaşık sokaklarında gezer gibiyim!

      Bu saatte kaloriferin yanmadığını bildiğim hâlde penceremin altındaki peteği kontrol ediyorum. Sıcak parmak uçlarıma, soğuk bir metal parçası değiyor. Oysa odamın içi sıcak olmamasına rağmen avuçlarımın içi ve koltuk altlarım, apış aram terlemiş. Saçlarımın diplerindeki ısıyı, yanaklarımdaki sıcaklıktan anlıyorum. Parmak uçlarımla saçlarımın diplerindeki ıslaklığı saçlarıma bulaştırarak serinlemeye çalışıyorum.

      Sokak kapısında şakırdayarak dönen anahtar sesini duyuyorum. Öksürerek babam giriyor içeri. Her zaman olduğu gibi girişteki ceviz kaplama vestiyerin aynalı kapısını açarak koyu gri paltosunu çıkarıp asacak, sonra da yün kaş kolunu ve ceketini… Bir şeyler almışsa götürüp mutfağa bıraktıktan sonra tuvalete girip çıkacak.

      Çalışma masamın başına isteksizce tekrar oturuyorum. Babam bütün bu dediklerimi yaptıktan sonra odamın önünden geçerek yatak odasına giriyor. Birbirimizin varlığından