Emin Göncüoğlu

Öteki Hayatlar


Скачать книгу

yakıyorum. Etrafından süzülen mum yağlarını cam bir küllüğün ortasına damlatarak mumu üstüne yapıştırıyorum ve elimdeki mumun aydınlığında oturma odasında olduğunu, uyuyup kaldığını tahmin ettiğim, babamın yanına gidiyorum. Yanılmıyorum, babam, boynu sağ yanına düşmüş uyuyor!

      Horlamıyor ama nefes alış verişleri hırıltılı. Elimdeki mumu yanındaki ceviz kaplama sehpanın üstüne koyarken babamın, doktorunun yeter artık içme demesine rağmen içinde mum yanan küllüğün aynısını sigara izmaritleri ile doldurduğunu, yanında kibritle bir paket samsun sigarasını, okunduktan sonra içe doğru katlanmış Milliyet Gazetesi’ni görüyorum.

      Babam, içinde mum yanan küllüğü sehpaya koyarken çıkan çarpma sesine ve varlığıma uyanıyor. Anlamsızca yüzüme bakıyor. Ne düşündüğünü sezmeye çalışıyorum. Sehpanın üstündeki mumun zayıf alevinden yayılan kırmızı ışıklar yüzüne vururken ürkütücü görünüyor!

      Odanın içine yayılan titrek ışık, yüzü yeşil, fitilli kadifeden eski ve rengi ağarmış koltuk takımını, onların arasındaki elli bir ekran televizyonu, ortadaki uzun ceviz kaplama sehpayı, pencerenin yanındaki köşedeki çoğunlukla benim, birkaç tane de ablamdan kalan kitapların olduğu küçük kitaplığı, babamın oturduğu koltuğun arkasındaki duvarda asılı duran, çekilirken benim hatırlamayacağım kadar küçük olduğum aile fotoğrafımızı, sigara dumanından rengi sararmış tül perdeyi, babamın karşısındaki duvarda asılı duran babamın babasının kara kalemle yapılmış, çerçevesi ceviz ağacından yapılmış, başı kasketli, bıyıklı, kravatsız beyaz gömleğinin yakalarındaki düğmeler iliklenmiş kırk, kırk beş yaşlarındaki camlı resmi silikçe gösteriyor.

      Elimdeki mumu sehpaya koyduktan sonra geri çekilip odanın ortasında amaçsızca dikilirken babamın yanındaki içi sigara dolu küllükten yayılan ve etrafa sinmiş kokudan iğreniyorum. Odadan koridora vuran zayıf ışıkta, dolu küllüğü mutfaktaki çöp torbasına döküp dönüyorum. Elimde, hâlâ sigara kokan içi boş küllüğü babamın yanındaki sehpaya bırakırken yüzünde kendisini tümden yıkılmış gibi gösteren, ürkütücü ifadenin hâlâ durduğunu fark ediyorum! Geriye doğru çekilirken yüzündeki o ürkütücü ifadeye bakmaktan korkarak:

      “Baba odayı havalandırayım mı?” diyorum.

      Yanında oynayan mumun alevine isteksizce bakarak bir tek sözcük çıkıyor ağzından: “Havalandır.” diyor ve susuyor.

      Tül perdeyi yana çekip pencereyi açarken evlerin pencerelerinden sızan zayıf ışıkları görüyorum. Yağmur hâlâ çılgınca yağıyor ve açık duran camdan küçük, soğuk su damlaları yüzüme çarpıyor. Dışarıdan içeri süzülen soğuk havayla küllüğün içindeki mum alevi iyice dalgalanıp ışıklarını oturma odasının her yanında oynatmaya başlıyor. Ben yüzüme çarpan yağmur damlaları ve içeri dolan soğuk havayla biraz canlanıp karanlığa gömülmüş şehrin içindeki solgun ışıkları bulmaya çalışırken babamın biraz sinirli bir sesle:

      “Üşüdüm!” dediğini duyuyorum.

      Ona hiç bakmadan pencereyi kapatırken camdan yansıyan kendi görüntümü ve gerisindeki odanın içini ve koltuğundan bana bakan babamı görüyorum. Babamın yüzüne bakmamaya çaba göstererek:

      “Aç mısın, sana yoğurdunu getireyim mi?” diyorum.

      “Aç değilim. Saat kaç?” diyor kendi kolundaki saate bakmadan.

      “Beş.” diyorum. O yüzündeki bezgin ve ürkütücü ifadeyle bana bakarken çekingen bir sesle:

      “Sana battaniye getireyim mi?” diyorum. Bir süre sessizce ve boş gözlerle bekledikten sonra: “Getir!” diyor. Onun yattığı odadaki gömme dolaptan, el yordamıyla bulduğum battaniye ile dönerken gök gürlemesi bizden daha da uzaklaşmış gibi duyuluyor. Elimdeki battaniyeyi babamın boğazına kadar örterken terliksiz üşümüş ayaklarını da iyice sarıp sarmalıyorum. Yaşlı yüzünde bir memnuniyet ifadesi görmek istiyorum ama bu isteğime ilişkin hiçbir şey bulamıyorum. Yüzüme bakarken bana endişeli gibi gelen bir sesle:

      “Otur.” diyor. Tam karşısındaki ikili koltuğa isteksizce oturuyor ve cama şiddetle vuran yağmur damlalarına bakıyor, çıkardıkları sesleri dinliyorum.

      “Elektrikler ne zamandır yok?”

      “Bilmiyorum. Biraz uyumuşum, uyandığımda yanmıyordu.”

      Arada bir işittiğim taşıtların korna sesleri sanki çok uzaklardan geliyorlar. Babamın arkasındaki duvarda asılı duran aile fotoğrafımıza bakıyorum, gözlerimi bir şeylerle meşgul etmek için. Anneannemlerin avlulu, eski evlerinde, avluda, taş duvarlı büyük odanın önünde duruyoruz; arkamızda kalın demirlerle korunan kanatlı pencere görünüyor. Annemle babam tahta sandalyelerde yan yana oturmuşlar. Annemin önünde ayakta gülümseyerek duran ablam, babamın kucağında, fotoğraf makinesinden korktuğu anlaşılan ben oturuyorum. Annem genç ve güzel, babam iri, biraz şişman ve karşımda oturan bu yaşlı adama hiç benzemiyor. Fotoğrafımız çekilirken, belki de fotoğrafçıdan utandığı için annemin yüzünde mahcup bir tebessüm, babamın bakışlarında karşısındakini rahatsız eden bir sertlik var!

      “Bu yağmurdan sonra yine şehre uzun süre elektrik vermezler!” diyorum sessizce, odanın içindeki sessizlikten rahatsızlık duyarak.

      Babam sağ omzundan kayan battaniyesini ağır hareketlerle düzeltmeye çalışırken yanındaki alevi dalgalanan muma bakarak:

      “Şunu ortadaki sehpaya koy!” diyor. Söylediğini yavaşça yapıyor, tekrar yerime oturuyorum. Babam biraz önce bana otur derken sanki bir şeyler söyleyecekmiş gibi bekliyorum! Ama o, suskunluğunu hiç bozmadan oturuyor ve bana hiç bakmıyor. Sessizce karşılıklı otururken o aniden sanki şiddetli bir öksürük nöbetine tutulmuş gibi, sarsıla sarsıla, öksürmeye başlıyor. Kansız yüzündeki renk kahverengiye dönüşüyor ve gözlerinden yaşlar süzülüyor.

      Üstü koyu kahverengi lekelerle dolu, hareketi azalmış sağ işaret parmağının ucuyla gözlerinden süzülen yaşları silerken öksürüğünün etkisi yavaşlayıp azalıyor sonra tümden bitiyor. Ona bakarken acıyorum, çözmeye gücümün yetmediği çaresizliklerle dolu olduğu için üzülüyorum! Diğerlerine göre biraz daha parlak çakan şimşek, ardından daha uzun ve şiddetli gürleyen gök gürültüsünden benim gibi onun da ürktüğünü hissediyorum! Yıllar öncesinin korkularında, bugünkünden çok fazla ürkekleşerek sığındığım babamın güvenli kolları, üstünden kayan battaniyesini örtmekten âciz ve ne kadar zavallı görünüyor! Hayatın bu acımasız yanından ürküyorum! Engellemeye gücümüzün yetmediği değişimler karşısında, ne kadar güçsüz ve zayıf olduğumuz gerçeğini şimdi daha çok duyuyorum! Onu biraz canlandırıp heyecanlandırmak ve yalnızlığımızı, akıp giden zamanı bir an olsun unutmak için:

      “Annemi özlüyor musun baba?” diyorum sesime olabildiğince şefkat katarak.

      Onun da benim gibi yalnızlığından rahatsızlık duyduğu için “otur” dediğini, yoksa ben onu kurcalamasam konuşmaya niyetli olmadığını anlıyorum! Söylediğim sözlerin yarattığı etkiyi, titrek mum ışığının zayıfça aydınlattığı donuk yüz ifadesinde arıyorum.

      Dışarıdaki yağmur şiddetini daha da arttırıyor. Sabırsızlıkla babamın bir şeyler söylemesini ve ikimizi de söyledikleri ile rahatlatmasını bekliyorum. Ama onun hiç değişmeyen yüz ifadesi ve suskunluğundan yoruluyorum, hayal kırıklığına uğruyorum! Biraz çekingen ama ısrarla gözlerine bakarak:

      “Annemi özlüyorsun değil mi baba?” diye tekrar yavaşça soruyorum.

      Bakışlarını isteksizce bana doğru yöneltirken konuşmak istemediğini