Emin Göncüoğlu

Öteki Hayatlar


Скачать книгу

sonra otobüsün içi, önümüzdeki duraklardan binen yolcularla iyice kalabalıklaşacak ve ben yüzü çıkık elmacık kemikli kızı yine göremeyeceğim!

      Üniversite Durağı’nda arka kapıdan başka öğrencilerle birlikte iniyorum. Onun ön kapıdan indiğini görüyorum. Yaklaşınca, kısa kahverengi kabanının cep kenarına küçük beyaz bir ip parçasının iliştiğini fark ediyorum. Üniversitenin kapısındaki güvenlikten hızla geçerken, yandan beyaz yüzünü ve biçimli burnunu izliyorum.

      Dış kapıya yakın bir noktada içi polis dolu otobüs dikkatimi çekmiyor ama öğrencilerdeki gerginliği fark ediyorum! Yüzü çıkık elmacık kemikli kız, öğrenci kalabalığının arasında Edebiyat Fakültesine doğru giderken ben de bir süre onun peşinden sürükleniyorum. Sonra durarak izlemeye başlıyorum. Kalabalık öğrencilerin arasında gözden kaybedince geri dönüp Elektrik Mühendisliği binasına yöneliyor, soğuk ve geniş beton merdivenine çıkarken Hasan’ın koluma girdiğini ilgisizce fark ediyorum! Neşeli görünüp ona yönelmeye çabalıyorum. Hasan, bana bir şeyler anlatırken zihnim yüzü çıkık elmacık kemikli kızın peşinde sürüklenmeye devam ediyorum. Hasan’ın bana sorduğu bir soruya cevap vermeyince onu dinlemediğim anlaşıldığında, Hasan bana yine kırılıyor ve ben bunu hiç fark etmiyorum!

      YEDİNCİ BÖLÜM

      Okulda akıl almaz bir gerilim var! Dün ben ayrıldıktan sonra, sağcı ve solcu öğrenciler birbirlerine saldırıp kavga etmişler ve iki öğrenci hafif yaralıymış! Her köşe başında bu kavga ve sebepleri konuşuldu saatlerce. Öğrenciler gibi hocalar da gergin! Öğleden sonra etraf sakinleşiyor biraz.

      Atatürk Caddesi’ndeki konuşkan kalabalık iki yönlü akıp duruyor. Onların arasında tek başıma yine yürüyerek eve dönüyorum. Lokantalar, kırtasiye ve kuruyemiş dükkânları, gezici millî piyango satıcısı, giyim mağazaları, banka şubeleri, sigara satan büfeler, her zamanki yerindeki kestane kebapçısı, korsan kaset ve kitap satanlar, seyyar satıcılar, birbirlerine korna çalan taşıtlarla cadde tam bir panayır yeri gibi.

      Apartmanın önüne geldiğimde yaşlı kapıcımızla karşılaşıyorum. Ağzından tükürük ve tütün kokusu saçarak az önce babamın ekmek istediğini söylüyor. Ön dişlerinden birkaçı dökülmüş, konuşmasını bozuyor. Birkaç günlük sakalının gerisindeki sararmış yüzüne bakarken, biraz daha yaklaşınca sabah asansördeki kokunun ondan kaldığını iyice anlayarak, “Yoğurt istemedi mi?” diyorum “Bir şey demedi!” dedi ve kendisinden bir şey ister miyim diye biraz tereddütle bekledikten sonra sesimi çıkarmadığımı görünce yanımdan uzaklaştı.

      Akşamları babam yoğurt ekmek yiyor. Bu, uzun süredir böyle. Eve yine erken geldiğine göre onu büken bir sıkıntısı olmalı diye düşünürken evde yoğurt var mıydı acaba, yoksa gidip alsam mı veya babam eve gelirken almış mıdır diye kararsızlıkla bocaladıktan sonra, ne olur ne olmaz düşüncesiyle gidip almaya karar veriyorum. Soyunduktan sonra, yorgun argın bir daha dışarı çıkmak zor oluyor! Zaman zaman, hem benim hem babamın alışveriş ettiğimiz, meraklıları için özellikle koyun yoğurdu getirip satan, küçük ama içi dolu dolu mahalle bakkalından yarım kilo yoğurt alarak eve dönüyorum.

      Anahtarımla sokak kapısını açıp içeri giriyorum. Evin içi akşam olmuş gibi ışıksız! Ben bakkalda oyalanıp yoğurt aldıktan sonra eve dönerken iri ve yağış yüklü, parça parça, bulutların, kuzeyden gelerek, şehrin üstünde ağır ağır ilerlediğinin hiç farkına varmamışım!

      Burnuma gelen sigara kokusundan, babamın oturma odasında olduğunu anlıyorum. Elimdeki yoğurdu buzdolabına koyarken onunda şeffaf bir naylon torbanın içinde yeni aldığı bembeyaz yoğurdu görüyorum. Odama gidip kitaplarımı, notlarımı masamın üstüne bırakıyorum. Odam sabah nasıl bıraktıysam öyle duruyor.

      Gökyüzündeki yağmur yüklü bulutların gökyüzünü iyice karartıp kaplaması ile sabah odamdaki ışıltılı parlaklığı anımsıyorum. Havanın bu kararsız oynaklığı hiç hoşuma gitmiyor. İçerisi soğuk, el ve ayak parmaklarım iyice üşüyor. Üstümdeki kabanımı çıkarıp bir kenara attıktan sonra hemen yatağımın içine giriyor, yorganı başıma çekerek ısınmaya çalışıyorum. Ana rahmindeki gibi yan yatıp kıvrılmışım. Yorganın altındaki hava nefesimle ağırlaşıp içimi daraltınca başımı dışarı çıkarıyorum. Az önce hızlı hızlı nefes alıp verişimle yorganın içi ısınınca vücudumdaki kasılma azalıyor. Yattığım yerden, tül perdenin gerisinden gördüğüm, bulutlarla iyice kararan gökyüzü, vaktin daha geç olduğu hissini veriyor insana.

      Evin içindeki, babamla ayrı ayrı yaşadığımız yalnızlığımız ve dışarıdaki karaltı, penceremi tırmalamaya başlayan yağmurun habercisi uğultulu rüzgâr, içimde büyüyen bir dev gibi her yanımı sarıyor! Oturma odasından babamın öksürük sesleri geliyor, sonra kesiliyor. Uzun yıllar sigara içenlerin çıkardığı boğulur gibi sesler çıkararak öksürüyor babam.

      Penceremde uğuldayarak camlara çarpan rüzgâr, çocukluğumdaki rüzgârlar gibi ürkütücü! O zaman korktuğumda koşar güvenli bir liman gibi babama sığınırdım! Onun güçlü gövdesi, kudretli kolları korkularımı parçalayıp yok edecek durumdaydı! Kuşların telaşlı bağrışmaları, çocuk seslerine karışarak geliyordu kulaklarıma! Pencere camımda tıpırdamaya başlayan yağmur damlaları ardından çakan şimşek, şiddetli bir gök gürültüsü, yatağımın içine daha çok gizlenmemi sağlıyor! Gözüme görünmeyen ama varlığını hissettiğim büyük bir tehlikeden saklanmak ister gibiyim! Odamın içindeyim ama kendimi hiç güvende hissetmiyorum! Yüreğim dirençsiz ve titrek. Penceremin ötesindeki karaltıdan ve odamın içindeki sessizlikten diğer akşamlardan farklı olarak ürküyorum!

      Her yanımı saran hayat, çocukluğumda bilmeden girip de çıkamadığım korku filmleri gibi ürpertici!

      Günün yorgunluğu ve yorganın altındaki ılık sıcaklığın etkisi ile kendimden geçip bir saat kadar uyumuşum. Uyandığımda tabiat çıldırmıştı sanki! Pencere camını parçalarcasına yağan yağmurun ve gök gürültüsünün sesine uyanmıştım. Karanlık gökyüzünde kırılarak çakan şimşekler penceremin önüne düşüyorlardı sanki! Yattığım yerden kalkmadan, dışarıdaki çılgınlığın bende yarattığı ürkekliğini azaltmak için bir süre kendimle boğuşuyorum. Ama aniden gürleyen gökyüzü beni ve tüm canlıları parçalayacakmış gibi görünüyor ve az önce kendi kendimle girdiğim çabaların boşa çıkmasını sağlıyor! Yakında bir yerlere düştüğü, çıkardığı sesten anlaşılan yıldırımdan saçılan ışıklarla odamın beyaz tül perdesi aydınlanıp renk değiştiriyor!

      Kalkıp ışığı açmaya niyetleniyorum fakat sonra her şiddetli yağmurda olduğu gibi elektriğin mutlaka kesilmiş olduğunu düşünüyorum. Odamın duvarları, yatağımın içindeki sükûnet, tabiatın gürleyen çılgınlığı karşısında beni sakinleştirip yatıştırmada çok etkisiz kalıyorlar! Hem kendimden hem de beni kuşatan hayattan memnun değilim! İçimde yanan huzursuzluk meşalesinin sönmesini sabırsızlıkla bekliyorum, ama bu kısa bir sürede mümkün olacakmış gibi görünmüyor. Ürkütücü karanlığın içinde ölümü bekler gibi uzanıp durmak daha incitici hâle gelince yataktan çıkıyorum ve odamın içindeki soğuğu bütün bedenimde duyuyorum! Kontrol ediyorum, bu saatte sıcak olması gereken petekler soğuk. Elektrik düğmesine basıyorum ışık yanmıyor. Her yanı saran karanlık bütün nesnelerin detaylarını yiyip yutmuş!

      Penceremdeki beyaz tül perdem, elektrik düğmesi, yatağım, masam, köşedeki elbise dolabım kabaca ve silik görünüyorlar. Tül perdeyi açıyorum amaçsızca, sanki dışarıda olmayan aydınlık içeri dolacakmış gibi. Hiçbir yerde elektrik