olarak bizzat halife tarafından tayinen Anadolu’ya gönderilmiştir. Ondan sonra da bu göreve Zeynüddin Sadaka tayin edilmiştir. Zeynüddin Sadaka (660/1262), Konya’da Sadırlar Mahallesi’nde ”Sadr-ı hâkim” hanikâhında ikamet etmekteydi. 601 (1204) yılından itibaren Fütüvvet mefkûresi, Anadolu’da çok ilgi ve siyasi destek görmüş ve her tarafa yayılmıştır. Şeyh Evhadüddin’in kurmuş olduğu “Evhadiyye” tarikatı mensubu şeyhler ve bu şeyhler etrafındaki Türkmen dervişler, Fütüvvet ülküsüne iman derecesinde gönül vermişlerdi. Başta sultanlar olmak üzere pek çok Selçuklu devlet adamı da Fütüvvet Teşkilatı’na girmişlerdi. I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad parlak törenlerle bu teşkilatın üniforması olan şalvar giyip şed (kuşak) bağlamışlardı.
Bu devrin önemli kuruluşlarından olan esnaf ve sanatkârların mensup oldukları Ahi Teşkilatı, başlangıçta Kayseri’de kurulmuş iken Alâeddin Keykubad zamanında bütün Anadolu’ya yayılmıştır. Bu teşkilatın kurucusu olup Ahi Evren diye bilinen Şeyh Nasîrüddin Mahmud’un da Sultan Alâeddin zamanında Kayseri’den Konya’ya gelip yerleştiği ve Ahiliğin Konya’da da teşkilatlanmasını sağladığı görülmektedir. Bizzat Sultan Alâeddin Keykubad şehirlerde beledi hizmetlerin yürütülmesi görevini Ahilere gördürmekteydi. Başkent Konya’da da Ahiler belediye hizmetleri, sosyal, sınai ve ticari faaliyetleri, Ahi Fütüvvetnâmelerinde belirlenen prensipler dâhilinde yürütmektelerdi. O dönemde Ahilerin imalat atölyeleri ve ticaret merkezleri bugünkü Uluırmak ve İsmet Paşa İlkokulu civarında bulunuyordu.
Ahiliğin kuruluş gayelerinden biri de göçebe Türkmen halkı, iş ve meslek sahibi yaparak şehirlere yerleşmelerini ve şehir hayatına uyum sağlamalarını temin etmek idi. Güdülen bu politika sayesinde şehirlerin Türkleşmesi sağlanmıştır.
Selçuklular zamanında şehirlerde belediye ve emniyet hizmetleri Ahiler tarafından yürütülmekteydi. Ahiler özel üniformaları ve bellerinde kamaları olduğu hâlde dolaşır, güven ve düzeni sağlamaya çalışırlardı. Özellikle Sultan I. Alâeddin Keykubad zamanında Konya’da Ahilerin çok güçlü ve nüfuzlu oldukları görülmektedir. Moğolların Anadolu’yu işgal etmelerinden sonra oluşan Moğol yanlısı yönetime karşı mücadele ediyor ve onlara itaat etmek istemiyorlardı. Bu yüzden Anadolu’nun birçok şehrinde olduğu gibi Konya’da da zaman zaman Ahilerin devlete ve uygulamalara karşı ayaklanma olayları meydana gelmekteydi. Bu yüzden devlet, Ahilerin ellerinde bulunan tekke, hanikâh ve medrese gibi müesseseleri onlardan alma yönünde bir uygulama başlatmıştı. Eflâkî’nin bildirdiğine göre 659 (1261) yılında Selçuklu sultanı Moğol baskılarına dayanamayarak bu yönde bir ferman da yayımlamıştır. Bu baskılara dayanamayan Ahilerin Konya’yı terk ettikleri görülmekteydi. Ahi Türk’ün kardeşi Ahi Basara (Hüsâmeddin Çelebi’nin amcası) önceleri Konya’da ikamet ediyorken şehri terk ederek Başarakavağı denilen yere yerleşmiş ve bu köyü kurmuştur.60 Bunun gibi birçok Ahi’nin Konya’dan göçtükleri görülmektedir. Bu göçenler çoğunlukla uç bölgelere gidiyorlardı.
Eflâkî’nin birçok kişi için başlangıçta Mevlana’ya muhalif iken sonradan Mevlana’nın büyüklüğünü ve kerametlerini görüp tövbe edip kul olduklarını bildirmesi de aslında devletin sözünü ettiğimiz uygulamalarının sonuçlarını ifade etmektedir. Mevlana’nın bazı devlet büyüklerine, özellikle Pervane Süleyman, Sahib Ata ve Tâceddin Mu’tez’e ya bir Ahi’nin veya Ahilerin yakını olan birinin bağışlanmasını istemesi Ahilerin ve Ahilerden yana olan kişilerin takip edildiklerini ve Mevlana’ya mürit olmaya zorlandıklarını göstermektedir. Hanikâh-ı Ziya’nın devlet zoruyla Hüsâmeddin Çelebi’ye verilmesi sırasında ayaklanan Ahiler arasında Ahi Çoban, Ahi Kayser ve Ahi Muhammed-i Sebzvârî elebaşlarıdır. Başlarında da Ahi Ahmed bulunmaktadır. Sultan Veled bir manzumesinde Ahi Çoban ile Ahi Kayser’i methetmektedir.61 Bu demektir ki bu iki Ahi sonradan Mevlana’nın safına katılmak zorunda kalmışlardır. Eflâkî, Hanikâh-ı Ziya’da isyancı Ahilerin lideri olan Ahi Ahmed’in kulluğa kabul edilmediğini yani Mevlana’ya bağlanmayı kabul etmeyip direndiğini, bu yüzden kendisine “anut” (inatçı) dendiğini bildirmektedir. Fakat oğlu Ahi Ali’nin Sultan Veled’e kul olduğunu yazıyor. Anlaşılıyor ki bu Ahi Ali uzun süre direnmiş ancak Sultan Veled’in posta oturuşundan sonra (684/1285) bilmecburiye Mevlevi olmuştur.62
Ahiliğin kadınlar kolu olan Bacı Teşkilatı’na mensup kadınların da Konya’da faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Bu genç kızlar Şeyh Zeynüddin Sadaka’nın Sadırlar Mahallesi’ndeki hanikâhının müdavimleriydi. Mevlana’nın kızı Melike Hatun da bir zaman bu kadınlar cemaati arasına katılmıştır. Ahmet Eflâkî’nin bildirdiğine göre Şems-i Tebrizî Konya’ya gelince bir defasında bu kadınlar cemaatini uzaktan görmüş ve yanındakilere: “Bu cemaatin arasında bir tek nur var.” demiş. İncelemişler o tek nurun Melike Hatun’dan kaynaklandığını tespit etmişler ve Melike Hatun’u onların arasından alıp getirmişler. Bir daha da Melike Hatun’un o cemaatin arasına girmesine müsaade etmemişlerdir.63 Eflâkî’nin bu açıklamalarından Şems-i Tebrizî ve Mevlana ve çevresindekilerin bu kadınlar cemaatine (Fakiregan) muhalif oldukları anlaşılmaktadır.
Bir Selçuklu şehzadesi olan Cimri, (Siyavuş: II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu) Karamanoğulları’nın yardım ve desteği ile Konya’yı zapt edip Selçuklu tahtına oturunca başlarında Ahi Ahmed Şah olduğu hâlde bütün Konya Ahileri yeni sultana biat etmişlerdir.64 Bu Ahilerin Mevlana ve halifelerine bağlanmış olmalarına rağmen böyle bir fırsat zuhur edince hemen Türkmenlerin safına katıldıkları görülmektedir. Ne var ki bu yeni sultan ve Karamanoğlu Mehmed Bey Konya dışında bulundukları bir sırada Konya’yı Karamanoğulları’ndan almaya gelen Moğol ordusunun Konya’ya yaklaştığı öğrenilince şehirdeki Ahiler yine başlarında Ahi Ahmed Şah olduğu hâlde şehir surlarını Karaman Türkmenlerine kapatıp Moğol ordusu gelene kadar müdafaaya geçmişlerdi.65
Böylece yeni bir Moğol-Ahi katliamını önlemiş oldular. Ahi Ahmed Şah’ın bu olayla birlikte Mevleviler arasında nüfuzlu bir kişi olduğu gibi Moğollarla da iyi ilişkiler içinde bulunduğu görülmektedir. Eflâkî, Ulu Arif Çelebi’nin (Mevlana’nın torunu) Müslümanları (Muhibbân-ı Hazret) bırakıp kendilerine yabancı olan Moğollar lehine faaliyetinden dolayı kınandığını ve hatta bu yüzden Karamanoğulları’nın Konya dizdarı tarafından bir süre tutuklandığını yazmaktadır. Ulu Arif Çelebi kendisini kınayanlara şöyle demiştir: “Biz Mevleviler, Allah gücü ve kudreti kime vermişse ona itaat etmeyi kendimiz için vacip görürüz.”
Anadolu Selçukluları zamanında Konya, İslam dünyasının önde gelen ilim, irfan ve fikir merkezi olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı tarihi boyunca İslam dünyası çapında iki büyük fikir akımının merkezi olma özelliğini korumuştur. Selçuklular zamanında birçok ünlü ilim ve fikir adamlarının Konya’ya geldikleri görülmektedir. Bu ilim adamlarına evler tahsis ediliyor, onlar o evlerde ikamet ediyorlardı. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Evhadüddin-i Kirmani, Ebu Ca’fer Muhammed el-Berzâî kendilerine tahsis edilen evlerde ikamet etmiş ve eserler yazmışlardır.
Bu fikir akımlarından biri, Mevlana Celâleddin-i Rumî’nin başlattığı “Celâliyye” hareketidir. Tarikat olarak da “Mevleviyye” (Mevlevilik) adı verilen bu fikrî ve tasavvufi hareketin ana kaynağı olan Mevlana’nın, hocaları ve takipçilerinin orijinal eserleri Konya’da bulunuyordu. Bu yüzden her dönemde Konya; bilgin, şair ve ediplerin merakını celbetmiştir. Onlardan kalan eserlerin orijinallerini görme ve mütalaa