Celâleddin-i Rumî’yi tanıtmaya hasretmişlerdir. Hocam Rahmetli Tahsin Yazıcı da Mevlana ve etrafındakiler hakkında pek çok anekdotları ihtiva eden Ahmet Eflâkî’nin (760/1359) Menâkıbü’l-Ârifîn adlı eserinin tenkitli neşrini ve tercümesini yaparak bu alanda önemli bir hizmeti gerçekleştirmiştir. Batı’da da Mevlana’yı tanıtanların başında R. Nicholson ve A. M. Schimmel gelmektedir. Ancak bir süreden beridir Mevlana üzerindeki çalışmalar Bedîüzzaman Fürûzanfer ve A. Gölpınarlı’nın çalışmaları ile sınırlanmakta ve hiçbir yeni gelişme ve yeni çalışmalar görülmemektedir. Ancak pek çok amatör kalemler bu araştırıcıların eserlerine bağlı kalarak Mevlana ve çevresi hakkında eserler ve makaleler yazmaktalar. Oysa Mevlana üzerindeki çalışmalara yeni boyutlar kazandırılmalı, yeni değerlendirmeler yapılmalı; ortaya çıkarılan yeni belge ve eserler tanıtılarak bu yeni belge ve eserler ışığında Mevlana’nın yaşadığı devirdeki siyasi, fikrî, kültürel, sosyal ve ticari ortam daha detaylı aydınlatılmalı ve Mevlana’nın bu siyasi, kültürel, sosyal ve ilmî ortamdaki yeri belirlenmeye çalışılmalıdır. İşte her yıl Mevlana’yı anma seminer ve kongreleri bunu gerçekleştirmeye yönlendirilmelidir. Bu çalışmaların sürdürülmesiyle Mevlana’nın tarihî gerçeklere uygun, daha sağlıklı biçimde bütün dünyaya tanıtılması mümkün olacağı gibi onun fikir pınarını, yeni nesillerin istifadesine sunmak da o ölçüde sağlıklı ve verimli olacaktır.
Şüphesiz Mevlana İslam dünyasının yetiştirdiği dehalardan biridir. Kendiliğinden yetişmiş de değildir. O dönemde İslam dünyasında mevcut olan belli bir fikir hareketinin yarattığı ilmî ve fikrî potansiyel, Mevlana’nın yetişmesini sağlamıştır. Özellikle Mevlana zamanında Anadolu kültürel ve fikrî hareketler bakımından çok hareketli idi. Mâverâünnehir, Horasan, İran, Irak, Suriye ve Mısır’dan çok sayıda ilim, fikir adamı, tarikat öncüleri Anadolu’ya gelmişler, fikirlerini ve tarikatlarını yaymışlardı. Mevlana ailesi bunlardan biridir. O, Anadolu’daki fikir hareketlerinden birinin öncülerinden ve hatta en güçlülerinden biridir. Sonraki asırlarda bu fikir hareketine, Celâleddin-i Rumî’ye nispeten “Celâliyye” denmiştir. Burada onun bu fikir hareketi içindeki yeri belirlenmeye çalışılacaktır.
İslam dünyasında çok eskiden beri akliyeciler (rasyonalist) ile sezgiciler (içe doğuşçu) birbirleriyle mücadele hâlindeydiler. Akılcılar, gerçek bilgiyi elde etmek için aklın ve mantığın ölçü olduğunu hatta aklı, imana varmanın ve Allah’ı bulmanın vasıtası olarak görürler. Kelamcılar, filozoflar bu zihniyetin temsilcileridir. Sezgiciler ise gerçek bilginin içe doğuş ile elde edilebileceğini; imana varmak, Allah’ı bilmekte aklın hiçbir fonksiyonu olamayacağını, içe doğuş ile hidayet-i İlahi ile Allah’a varılabilir, iman edilebilir tezini savunurlar. İşte Mevlana bu ikinci düşünce tarzının öncülerindendir.
Vaktiyle Horasan bölgesinde akliyecilerle, sezgiciler arasında şiddetli bir mücadele olmuştur. Tuğrul Bey’in veziri Ebû Nasr el-Kundurî de Mutezile mezhebinden bir akliyeci olarak sezgicileri siyasi baskı altına almaya çalışıyordu.80 İmam Kuşeyri, İmâmü’l-Haremeyn Ebû’l-Maâli el-Cüveynî gibi ilim ve fikir adamları akliyecilere karşı şiddetli mücadeleye giriştiler. Tuğrul Bey de bu ilim adamlarının yanında yer alarak önce veziri Ebû Nasr el-Kundurî’yi tutuklattı, daha sonra da bu vezir idam edildi. İmam Kuşeyri ve İmam Cüveynî’nin talebesi olan İmam Gazali de (505/1111) felsefeci ve akliyecilere karşı savaş açarak onlar aleyhinde felsefenin yıkımı demek olan Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserini yazmıştı. Orta Çağ’da tıp, matematik, astronomi, fizik, kimya gibi ilimler felsefenin içinde ve felsefenin konuları olduğunu unutmamalı.
İmam Gazali’nin bu çıkışına karşı Mağripli ünlü Filozof İbn Rüşd de (590/1193) İmam Gazali’nin Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserini kastederek Tehâfüt’üt-Tehâfüt (Tehafütün Yıkımı: Yıkımın Yıkımı) adlı eserini yazarak onun görüşlerini şiddetli bir tenkide tabi tutmuştu. Mevlana’nın babası Bahâüddin Veled de sezgici bir fikir adamı olarak İslam dünyasının en tanınmış akliyecilerinden olan Fahreddin-i Râzî ile aralarında fikrî münakaşalar olmuş, Harezmşahlı Muhammed Şah Fahreddin-i Râzî’yi destekleyip onun fikirlerini devletinin resmî görüşü hâline getirince Bahâüddin Veled orada tutunamayarak göçmek zorunda kalmış ve Anadolu’ya gelmişti. İşte Mevlana da babasının yolunda ve onun mensup olduğu fikrî hareketi takip eden bir fikir adamıdır.
Fahreddin-i Râzî’nin talebelerinden de Anadolu’ya gelenler olmuştur. Bunların en ünlülerinden biri Ahi Evren diye bilinen Şeyh Nasîrüddin Mahmud’dur. (Bk. Burada Levha V ve Levha XV.) Bir diğeri Konya’ya yerleşmiş olan Şerefuddin Herevî’dir. Böylece Mevlana’nın babası Bahâ Veled ile Fahr-i Râzî arasındaki fikrî mücadele Anadolu’da da Mevlana ile Fahreddin Râzî’nin talebeleri arasında devam etmiştir. Bu yüzden Mevlana’nın Mesnevi’sinde akılcılığı yeren birçok hikâyeler bulunmaktadır. Mesnevi’deki Kel Papağan hikâyesi bunlardan biridir. Sultânü’l-Ulema Bahâ Veled Maarif’inde, Şems-i Tebrizî Makalat’ında, Mevlana Mesnevî’sinde isim zikrederek Fahreddin-i Râzî’ye şiddetle hücum ederken esas hedefleri Anadolu’daki Fahreddin-i Râzî’nin talebeleri ve onun yolunda gidenlerdir.81 Şems-i Tebrizî’nin öldürülmesi de bu fikrî mücadelenin bir halkasıdır. Mevlana’nın oğlu Alâeddin Çelebi de bu fikrî mücadelede Ahilerin arasında yer almış ve Şems-i Tebrizî’nin öldürülmesi olayında önemli bir rol üstlenmiştir. Bu olaydan sonra Alâeddin Çelebi Ahi Evren’le birlikte Kırşehir’e göçmüştür. Bir müddet sonra (1261) Kırşehir’de Ahiler, Moğol yanlısı yönetime karşı isyan ettiler. Bu isyanı bastırmaya memur edilen Emir Nureddin Caca, isyanı bastırınca şehirdeki Ahileri kılıçtan geçirdi.82 Ahi Evren ve Mevlana’nın oğlu Alâeddin Çelebi de burada öldürüldüler. Alâeddin Çelebi’nin cenazesi Konya’ya getirilmiştir. Mevlana oğlunun cenaze namazını kılmamıştır.
İşte bu yüzden Mevlana sezgici fikir hareketinin son büyük temsilcisidir. Ondan sonra onun zihniyetini takip edenler sadece eserlerini, özellikle Mesnevi’sini şerh etmek, fikirlerini yorumlamakla meşgul olmuşlardır. Ancak Mevlana’dan sonra kurulan Mevlevîlik tarikatı Mevlana’nın temsil ettiği fikir akımının mektebi olmuş, günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Şunu da hatırlatmakta yarar vardır: Mevlevîliğin Selçuklular zamanından beri Anadolu’da fikir üstünlüğün sağlanması, akılcılığın büyük ölçüde zayıflamasına ve hatta silinmesine sebep olmuştur. Bu durum, Mevlana’nın Anadolu’nun fikir tarihindeki yerinin ve etkisinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Mevlana mutasavvıf olarak da İslam dünyasında önemli bir mevkiye ve haklı bir şöhrete sahiptir. O bu alanda da kendisinden önce mevcut olan tasavvufi eğitim ve terbiye metodunun uygulayıcısı ve bu yönde oluşan belli bir anlayışın takipçisidir. Mevlana, hemşehrileri olan Belhli İbrahim Edhem ve Belhli Şakîk’ten babası Bahâüddin Veled’e intikal eden tasavvufi meşrebin mensuplarındandır. Belh çok eskiden beri Hint kültürü ile İran kültürünün tanıştığı, kaynaştığı önemli bir merkez idi. Hint mistisizmi ile İran gnostisizmi (irfancılık), İslam’dan önceki dönemlerde Belh şehrinde gayet canlıydı. İslamiyet’in bu bölgeye gelişinden sonra da İslam tasavvufunun ilk nemalandığı, doğduğu yöre de Belh şehridir. İşte Mevlana ve babası Bahâ Veled böyle bir merkezdeki irfan pınarından beslenmişlerdir. Mevlana’nın Hindistan yarımadasında büyük bir hüsnükabul görmesi ve bu ülkede son derece etkili olması onun Hint irfanına yatkın oluşundandır. Mevlana’nın tasavvufi görüş ve uygulamaları