peşine düşmez. Sürekli olarak yeni şeyler söylemiş ve yenilik peşinde olmuştur. Vâkıâ Mevlana söylediklerini kendisi yazmamış, yakınları onun söylediklerine sahip çıkmışlar ve sözlerini kaydetmişlerdir. 1264 yılında Mesnevi’yi tamamladı. Bu tarihten sonra oğlu Sultan Veled ve dostu Hüsâmeddin Çelebi ile birlikte kürrâseler ve sahifeler hâlinde olan Mesnevi’yi altı defter hâlinde yayımladı. Bu dönemde her deftere bir Arapça ön söz yazdılar. Ölümünden sonra oğlu Sultan Veled ve Hüsâmeddin Çelebi Mesnevi üzerinde bir nebze rötuş yaparak onun otantikliğini belli bir ölçüde haleldar etmişlerdir. Diğer şiirlerinde onun bu şairlik özelliği daha açık bir biçimde göze çarpmaktadır. Şairlik mesleğinde en büyük meziyeti yüksek hayal gücü ile yüksek kavramları yakalayıp onları şiir diliyle ifade etmesidir. Bu meziyet şairlerin kuvve-i şiriyyelerinin ölçüsüdür. Mevlana’daki hayal gücünü hiçbir şair ve yazarda görmek mümkün değildir.
Mevlana ve etrafındakiler arasında hoş bir edebî gelenek oluşturulmuştur. O da şudur: Mevlana’nın babası Bahâ Veled’den itibaren tarikat pirlerinin sohbetleri, müritler tarafından veya kendilerince kaleme alınmıştır. Bahâ Veled’in Maarif’i Şems-i Tebrizî ile Seyyid Burhâneddin’in Makalat’ı, Mevlana’nın Fîhi Mâ Fîh ve Mecâlis-i Seb’a’sı, Sultan Veled’in Maarif adlı eserleri böyle meydana gelmiştir. Bütün bu eserler, hem Mevlana hem etrafındakilerin kültürel ve sosyal durumlarını, halkla ilişkilerini, çevrelerini öğrenmemize, tetkik etmemize vesile olmakta hem de o devirde toplumda mevcut olan sosyal ve kültürel problemleri, bu şeyhlerin mevcut problemler için önerdikleri çözüm şekilleri, halkın durumu, siyasi, fikrî ve ilmî hareketler hakkında bilgileri ihtiva etmektedir. Bu itibarla Mevlana ve etrafındakilerin bıraktıkları bu tür eserler Anadolu Selçukluları tarihi için önemli kaynaklar olmaktadır. Maalesef bu devrin sosyal ve kültürel tarihini aydınlatmaya yönelik çalışmalarda bu eserlerden yeterince yararlanılmamıştır.
Mevlana’nın resmî makamlara ve devlet adamlarına yazdığı mektuplar ise Anadolu Selçukluları devrinin en buhranlı günlerindeki siyasi durumu, devrin siyasilerinin zihniyet ve icraatlarına ışık tutması açısından son derece önemi haiz bulunmaktadır. Devrin siyasi vesikaları niteliğindedir. Mevlana bu mektupları resmî makamlara ve devlet büyüklerine yazmıştır. Mevlana’nın ölümünden 60-70 sene kadar sonra bu mektuplar bir araya toplanarak müstakil bir eser hâline getirilmiştir.
Bilindiği gibi Mevlana, Anadolu’nun ve İslam dünyasının Moğol istilasına maruz kaldığı bir dönemde yaşamıştır. Moğollar, özellikle Anadolu’da çok büyük katliamlar gerçekleştirdiler. Moğol iktidarının Anadolu’daki zulmüne ve emperyalizmine karşı birçok ayaklanmalar oldu. Bütün bu ayaklanmalar Moğollar ve Moğol yanlısı yöneticiler tarafından çok şiddetli ve acımasız bir şekilde bastırıldı. Anadolu halkı meyus ve perişan bir hâlde idi. Böyle bir ortamda tekkeler ve zaviyeler halkın sığındığı, teselli bulduğu, teessürünü unuttuğu yerler, müesseseler durumunda idi. Moğol istilası yalnız Anadolu’da değil, İslam dünyasında tasavvufa meyli ve rağbeti arttırmıştır. Fakat bu rağbetin Anadolu’da fazla olduğu hatta aşırı boyutlara ulaştığı görülmektedir. İşte bu durum insanların Mevlana ve etrafında halkalanmasına vesile olmuştur. Mevlana da böyle bir ortamda etrafındakilere umut ışığı sunmaya çalışmaktaydı. Şairlik gücünü bu yönde tesirli bir şekilde kullanmaktaydı.
Mevlana’nın Şems-i Tebrizî ile tanışması, onun fikir hayatında, gönlünde ve ruhunda büyük bir inkılap yarattığı genel olarak kabul edilmektedir. Fakat bu inkılabın mahiyeti tam olarak açıklanabilmiş değildir. Şems-i Tebrizî’den önce babası Bahâ Veled ve Seyyid Burhâneddin-i Muhakkik de ona bir süre hocalık yapmışlardı. Fakat onlar Mevlana’nın gönlünde ve ruhunda böyle bir inkılap yaratmamışlardı. Şems, ona neler verdi ki onun hayatında, yaşayışında ve fikir dünyasında büyük bir değişme meydana gelmesine sebep oldu ve onu şiir dünyasına soktu.
Mevlana bir Kalenderî şeyhi olan Şems-i Tebrizî ile beraberliğini üç sene sürdürdü. Fakat Şems’in Konya’da öldürülmesinden (645/1247) sonra 25 sene daha yaşadı. Bu 25 sene boyunca Şems’i hiç unutmadı ve Şems’in etkisi ömrünün sonuna kadar devam etti. İşte bunun sebebi Şems’in sahip olduğu Hulûliyye felsefesinin Mevlana üzerinde yarattığı etkidir. Öyle anlaşılıyor ki Mevlana, Şems ile tanıştıktan sonra Hulûl felsefesiyle de tanışmış ve bu felsefeye meclup olmuştur. Bu felsefi düşünce ve inanç onun mizacında ve ruh hâlinde büyük değişmeye sebep olmuş ve onu şiir dünyasına, aşk ve şevk dünyasına götürmüştür.
Buraya kadar Mevlana’nın fikir dünyasını ve insanlığa bıraktığı fikir ve sanat mirasını özet hâlinde sunmaya çalıştık. Amacımız bu yüksek fikirlerin, bu yaşama biçiminin toplumumuzda modern anlayışlarla, çağdaş düşüncelerle beslenerek ve kaynaşarak yeni fikirlerin zuhur etmesini sağlamaktır. Bu fikir ve aksiyonun Mevlana zamanındaki heyecan ve coşku ile bugünkü insanlarımızda da canlılığını devam ettirmek, toplumumuzun düşünce seviyesini yükseltmektir. Geçmişte yaşanmış olan bu fikir ve aksiyonu canlı tutmak, geliştirmek ve bunu dünyaya tanıtmak ve Mevlana’nın yeni nesillere ilham kaynağı olmasını sağlamaktır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi “Ekberiyye” hareketi adını “Şeyhü’l-Ekber” diye anılan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’den almaktadır. İbnü’l-Arabî, Anadolu’da Sultanlar Muallimi olarak tanınan Malatyalı Şeyh Mecidüddin İshak’ın arkadaşıdır. Bu Mecidüddin İshak’ın da Mağripli olup Malatya’ya yerleştiği anlaşılmış bulunmaktadır. Onların bu arkadaşlıkları, Mecidüddin İshak’ın Şam’da bulunduğu 1196-1204 yılları arasında başlamıştır. I. Gıyâseddin Keyhüsrev ikinci defa tahta geçince Şam’da bulunan hocası Mecidüddin İshak’ı Anadolu’ya davet etmiştir. Bunun üzerine Anadolu’ya dönen Şeyh Mecidüddin İshak bu sultanın hizmetine girmiştir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî Muhadaratü’l-Ebrar adlı eserinde (Konya Yusufağa Ktp. no., 546, yp. 145a-145b.) Mecidüddin İshak’ın kendisine mektup yazdığını şöyle ifade etmektedir: “Anadolu’da (Bilâdu’r-Rûm) adı İshak b. Muhammed olan arkadaşına bir mektup yazdı.” Onun bu mektubuna: “Ey İshak, kardeşinden sağlam bir nasihat işit. Sultanlara yakınlık sana gurur vermesin.”83 diye başlayan manzume ile cevap yazmıştır. İşte bu iki dost 601'de (1204) hacda buluşmuşlar ve aynı yıl Bağdat, Musul üzerinden Anadolu’ya gelmişlerdir. Böylece Muhyiddin Arabî, Mecidüddin İshak’ın ölüm tarihi olan 1221 yılına kadar Anadolu’da ikamet etmiştir.
Mecidüddin İshak ölünce Sadreddin-i Konevî’nin annesi olan dul kalan eşi, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile evlenmiştir. Oğlu Sadreddin Muhammed el-Konevî de babasının arkadaşlarına ve özelikle de üvey babasına talebe olmuş ve İbnü’l-Arabî’nin en güzide talebesi olarak temayüz etmiştir. (Bk. Burada Levha, XIV.) Uzun süre Malatya’da, Şam’da, Mısır’da İbnü’l-Arabî’nin yanında bulunan Sadreddin-i Konevî 1246’dan itibaren Konya’ya yerleşmiş, bugün kendi adıyla anılan caminin bulunduğu yerde bulunan medresesinde eğitim ve öğretim ile meşgul olmuştur. Konevî, burada babası Mecidüddin İshak’tan ve üvey babası ve hocası İbnü’l-Arabî’den kendisine intikal eden kitaplardan oluşan bir kütüphane de kurmuştur. İleride bu kütüphaneden söz edilecektir.
Sadreddin el-Konevî, ölüm tarihi olan 22 Temmuz 1274 (16 Muharrem 673) yılına kadar Konya’da bulunmuş, talim, tedris ve telif ile meşgul olmuştur. İbnü’l-Arabî’nin eserlerini okutarak onlara şerhler yazarak hocasının “vahdet-i vücûd” felsefesini tanıtmaya ve yaymaya çalışmıştır. Çok sayıda talebe yetiştirerek Anadolu’da Ekberiyye hareketinin başmuallimliğini yapmıştır. Müeyyedüddin