belirtilen esaslara göre yürütülmekteydi. Medrese kurucuları muhkem “Vakıfnâmeler” düzenleyerek medreselerinin hayatiyetini garanti altına almaya çalışmışlardır.
Moğollar Anadolu’yu işgal edince zaman zaman zenginlerin mallarını müsadere ediyorlardı. Sadreddin Konevî ve Ahi Evren’in dostu olup devrin en zengin ve namlı taciri olan el-Hac Tacüddin-i Kâşi’nin öldürülüp servetinin yağma edildiğini Ahmed Eflâkî yazmaktadır.99 Ahi Evren Tuhfetü’ş-Şekûr adlı eserini bu zata ithaf etmiştir. Bu durumda zenginler mallarını Moğollara kaptırmamak için servetleriyle bir müessese kuruyor ve onu vakfediyorlardı. Bu yüzden Moğolların Anadolu’yu işgal ettikleri dönem olan XIII. yüzyılın ikinci yarısı, Anadolu’da ve Konya’da vakıf kurumlarının hızlı bir şekilde artış gösterdiği bir devredir. Bazen bu tedbir de çare olmuyor, Moğollar bir vakıf kuruluşuna da el koyuyor ve onu vakfın koyduğu şartlara ve belirlediği hizmetlere aykırı tasarruflarda bulunuyorlardı. Bu durumu Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud, Ağaz u Encam adlı eserinde şöyle ifade etmektedir: “Zamanımızın kurt tıynetli yöneticileri, kişilerin vârisleri olsa bile onların mülk ve servetlerine el koymaktalar. Şeriatın hükümleri tamamen ortadan kalktı ve şeriatın sadece adı kaldı.”100
Medrese ve hanikâhlar, Moğolların ve Moğol yanlısı yöneticilerin bu uygulamalarından daha çok nasip almaktaydı. Bu uygulama toplumda büyük bir güvensizlik, tedirginlik ve hatta karışıklıkların çıkmasına sebep olmaktaydı. Ahilerin elinde ve yönetiminde olan Konya’daki Hanikâh-i Ziya ve Hanikâh-ı Lala, Moğolların Anadolu’ya vezir olarak tayin ettikleri Tâceddin Mu’tez’in iradesi ile sahiplerinin elinden alınması sırasında Konya’da bu uygulamayı protesto gösterileri olmuştur.101 Buna benzer olaylar taşra illerde sık sık meydana gelmiştir. Bu şekilde medreseleri, hanikâh ve iş yerleri ellerinden alınanlar, isyanlar çıkardıkları gibi ülkeyi terk edenler de oluyordu. Ülkeyi terk edenler uç bölgelere göçüyorlar veya Suriye ve Mısır’a gidiyorlardı. Bu uygulamalardan dolayı çok sayıda değerli ilim ve fikir adamları Anadolu’yu terk etmiştir.
Genel olarak itikatta Eş’arî olanlar amelde de Şafii mezhebini tercih etmekteler. Diğer bir deyişle Şafii olanlar çoğunlukla Eş’arî mezhebine tabi olmuşlardır. Tarih boyunca böyle olmuştur. Nizamiye medreseleri, itikatta Eş’arî amelde Şafii mezhebini yaymak ve yerleştirmek amacına matuf olarak kurulmuştur. Büyük Selçuklu Devleti’nin dinî politikasını nizamiye medreseleri belirlemiştir. Bu bakımdan Selçuklular asrı dediğimiz yüzyıllarda Eş’arî ve Şafii mezhebi Büyük Selçuklular döneminde devletin himayesinde revaç bulmuş ve yayılmıştır. Anadolu da bundan nasibini almıştır. Selçuklular zamanında Anadolu’da da en yaygın dinî mezhep Eş’arî ve Şafii mezhebidir. Bu durum Konya’da da kendini göstermektedir.
Konya’daki medreselerde dinî eğitim öğretim faaliyetleri belli bir itikadi ve fıkhi mezhebe göre sürdürülmekteydi. Medreselerin çoğu Eş’arî ve Şafii mezhebini esas almışlardı. Ahiler genel olarak itikatta Eş’arî amelde Şafii idiler. Ahilerin lideri Ahi Evren Menâhic adında bir Şafii ilmihâli yazmıştır, Metali’ül-İman adlı eseri ise Eş’arî mezhebi esasları çerçevesinde iman esaslarına dair bir eserdir. Ünlü Eş’arî kelamcısı Fahreddin-i Râzî’nin pek çok talebesi Anadolu’ya gelmişler ve hocalarının dinî ve felsefi görüşlerini yaymışlar ve başına geçtikleri medreseleri, Eş’arî ve Şafii bir temele oturtmuşlardır. Konya’da Fahreddin-i Râzî’nin talebesi olan müderris ve fikir adamları bulunmaktaydı. Ahi Evren, Seyyid Şerefuddin Herevî, sonradan vezirliğe getirilen Kadı İzzeddin bunlardan birkaçıdır. Malatya, Sivas ve son olarak da uzun bir süre Konya’da kadılık yapan Sirâcüddin Mahmud el-Urmevi de Eş’arî ve Şafii mezhebine mensup idi. Keza Hacı Bektaş’ın Konya’daki temsilcisi Pir Ebi de Fahruddin-i Râzî’ye talebe olmuş bir kişidir. Konya’nın tanınmış tacirlerinden Hâce-i Cihan ve Kaşın Hara’yı yaptıran Hace el-Hac Tacüddin-i Kâşi de Eş’arî ve Şafii mezhebinden idiler.
Sadreddin-i Konevî ve etrafındaki pek çok talebesi genel olarak Eş’arî ve Şafii mezhebinde idiler Ancak S. Konevî gençliğinde Maliki mezhebinden olan hocalardan ders almıştı. Fakat Şafii ve Eş’arî mezhebini tercih etmiştir. Ömrünün sonunda Malikiler gibi Selefiliğe meylettiği görülmektedir. Durum öyle gösteriyor ki Selçuklular zamanında Anadolu’da Eş’arî ve Şafiilerin etki ve nüfuzları daha yaygın idi. Böyle olunca halkın dinî inanç ve yaşayışı bu mezhebe göre şekillenmekteydi. Bunun sonucu olarak sonradan Müslüman olan Rum kökenli kişilerin de Eş’arî ve Şafii mezhebinde oldukları görülmektedir. Rum kökenli olanlardan Celâleddin Karatay ve oğlu Rükneddin Ahmed ve Uç Emiri Mehmed el-Mevrazemî’nin de Eş’arî ve Şafii oldukları anlaşılmaktadır.102 Rum asıllı olan bu emirlerin gayet iyi Farsça ve Arapça bildikleri de dikkat çekmektedir. XIII. asrın sonlarında Karatay ve Mavrozomes ailesinden bazı kişilerin Konya’da yaşamakta oldukları görülmektedir.103
Selçuklular zamanında Konya’da kurulan medreselerin kitaplıklarından, günümüze gelmiş ve bugün Konya Yusufağa, Mevlana Müzesi ve İzzet Koyunoğlu Kütüphanelerinde birçok kitap bulunmaktadır. Bu kitaplar o dönemde medreselerde ne tür kitaplar okunduğu hakkında bir fikir vermekte ve bu vesile ile medreselerin dinî ve fikrî yönlerini öğrenmemiz de mümkün olmaktadır.
Ünlü Şafii mezhebi hukuk bilginlerinden Kazvinli Necmeddin’in el-Hâvî adlı eseri Konya medreselerinde okunmaktaydı. Nitekim Alâeddin Ali el-Konevî (729/1330) bu eseri şerh etmiştir. Yusufağa Kütüphanesi 4812 numaralı kayıtlı nüshasında bu eserin Konya’da “Sadriyye” zaviyesinde okunduğu kayıtlıdır. O dönemde ilimle meşgul olanların hizmetine kitaplar sunmak çok makbul bir hizmet alanı sayılıyordu. Bu anlayıştan dolayı zenginlerin ve gücü yetenlerin ilim adamlarının hizmetine sunulmak üzere kitaplar vakfettikleri görülür. Bu cümleden olarak dönemin Maliye Nazırı el-Hac Celâleddin Mahmud, 670 (1272) yılında Ahkâmü’l-kubmfı’l-hadis adlı eserin ciltlerini Ahmedek Hanikâhı’nda okunmak ve yararlanılmak şartıyla Konyalıların hizmetine vakfetmiştir.104
Siraceddin el-Urmevî’nin kendi telifi olan eserleri ve kütüphanesine ait eserleri torunları vasıtası ile Konya’daki Atabekiyye Medresesi yakınındaki Darü’l-huffaz’a vakfedilmiştir.105 Urmevî’nin kendi telifi olan Metali’ül-Envâr adlı mantığa dair eseri en çok okunan bir eser idi. Bu eser Osmanlılar zamanında da medreselerde en çok okunan ders kitaplarından biri olmuştur.
Fahreddin-i Râzî’nin Tefsir-i Kebir adlı hacimli eserinden başka birçok eserin de Konya’daki medreselerde okunan gayet değerli el yazması nüshaları, bugün Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Hiç şüphesiz Ahi Evren Hace Nasîrüddin ve Seyyid Şerefeddin Herevî, Fahreddin-i Râzî’nin fikirlerini en çok savunan ve onun eserlerini okutan bilim adamlarıydı. Eflâkî, Şeyh Nasîrüddin diye Ahi Evren’den bahsederken onun Vezir Ziyaüddin Hanikâhı ve Hanikah-i Lala’nın şeyhi olduğunu ve etrafında çok sayıda muteber talebeler bulunduğunu bildirmektedir.106 Ahi Evren Hace Nasîrüddin, Lala-i Sultanî olduğu için saraya mensup çocuklar onun hanikâhında yani Hanikâh-i Lala’da eğitim görüyorlardı. Ayrıca Nasîrüddin’in Konya’da kendi adıyla anılan bir medrese inşa ettiği ve burada “naklî” ilimler okuttuğunu da gene Eflâkî bildirmektedir. Seyyid Şerefüddin-i Herevî de bugün onun adı ile anılan caminin bulunduğu yerde bulunan medresesinde talim ve tedris ile meşgul idi. Mezarı da kendisine