Mikâil Bayram

Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler


Скачать книгу

Ahi Evren’in Kırşehir’den S. Konevî’ye yazdığı 1255 tarihli bir mektupta Mahmud Beg’den bahsetmektedir.107 Bu tarihte Mahmud Beg’in Kırşehir’de olduğu anlaşılmaktadır. Mahmud Beg’in Sultan Hanı Savaşı’nda Baycu Noyan tarafından öldürülen 14 komutandan biri olduğunu tahmin ediyorum.

6. Hanefiler ve Mâtürîdîler

      Eskiden beri Hanefi mezhebinden olanlar ekseriya itikatta Mâtürîdî mezhebini tercih etmişlerdir. Şafiilerin Eş’arî mezhebine yöneldikleri gibi.

      Selçuklular zamanında Hanefi ve Mâtürîdî mezhebinin de mevcut olduğu gözlenmektedir. Mevlana ve çevresindekiler çoğunlukla Hanefi ve Mâtürîdî idiler.

      Mâtürîdî mezhebinin kurucusu İmam Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevhîd adlı eserinin Selçuklular döneminde Farsçaya tercüme edildiğini biliyoruz. Ayrıca Abdullah el-Konevî adlı bir zatın yine bu dönemde Hanefi mezhebinin tanınmış fıkıh kitaplarından olan el-Menâr’ı şerh ettiği görülmektedir.108

      Sadreddin-i Konevî’nin talebelerinden Saidüddin el-Fergânî’nin Minhâcü’l-İbâd adlı eseri Hanefi ve Şafii esaslara göre bir ilmihâl olarak düzenlenmiştir.109 Bu durum Şafii mezhebinin yanında Hanefi mezhebinin de yaygın olduğunu göstermektedir. Abdu’l-Aziz el-Farsî de sırf Hanefi mezhebi ilmihâli olan bir eser yazmıştır. Bütün bu kitapların Farsça olarak kaleme alınmış olması da o dönemde tahsil dilinin Farsça olduğunu göstermektedir. Mâverâünnehir bölgesinden Anadolu’ya göçenler genel olarak Hanefi ve Mâtürîdî idiler. Moğol istilası önünden kaçıp Anadolu’ya sığınan Orta Asya ve Mâverâünnehirliler Anadolu’da Hanefilerin nüfusunun artmasına ve Hanefi fıkhının yayılmasına sebep olmuştur. O yörelerden gelen insanlar, oralarda yazılmış ve kopya edilmiş pek çok kitapları da beraberlerinde getirmişlerdir. Bugün Konya kütüphanelerinde bu kitaplardan örnekler bulunmaktadır. Bu el yazması eserlerden, Gazneliler ve Karahanlılar ülkesinde Hanefi mezhebinin çok yaygın olduğunu öğreniyoruz. İşte bu bölgelerden Anadolu’ya yönelen göçler, Anadolu’da Hanefi mezhebi kültürünün yayılmasını ve hatta zamanla Şafii mezhebinin önüne geçmesini sağlamıştır.

      II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in emirlerinden olan Emîri Bedreddin Muslih, Sırçalı Medrese diye anılan medreseyi Hanefi mezhebinden olan fakihlerin hizmetine tahsis etmiştir. Bu durum Hanefi mezhebinin Konya’da yaygın olduğunu göstermektedir. Konya’da tanınmış medreselerden olan Altunaba (İplikçi) Medresesi’nde de Hanefi mezhebi üzerine tedrisat yapılıyordu. Durum böyle olunca Konya’da bazı medreselerde Hanefi mezhebi hukuk sistemi üzere tahsil yapılıyordu. Birçok fakih Hanefi ve Şafii fıkhını karşılaştırmalı olarak okutuyorlardı.

7. Malikiler

      Malikiler çoğunlukla itikatta selefidirler. Selçuklular zamanında Konya’da Malikilerin de belli karargâhları vardı. Bunlar genellikle Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya gelmişlerdi. Antalya ve Alanya liman şehirleri fethedildikten sonra Anadolu ile Kuzey Afrika arasında yoğun bir ticaret başlamıştır. İşte bu ticari münasebetler sonunda bu bölgeden Mağrip kökenli insanlar Anadolu’ya göçmeye başlamışlardı. Konya’da Mağripliler Mahallesi teşekkül etmiştir. Bunlar tamamen Maliki mezhebindelerdi. Bu Malikilere mahsus cami (Mescidü’l Mağâribe) bugün ayakta duruyor ve Zafer Parkı’nın güneyinde apartmanlar arasında sıkışıp kalan ve görünmeyen mescit, Mağripliler Mescidi’dir. Tam bu bölgede belki Gima’nın bulunduğu yerde “Ahmedek Hânikâhı” vardı. Bu hanikâhta Maliki mezhebi tedris ediliyordu. Bu hanikâhtan intikal eden birkaç parça kitap bugün Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunuyor. Bu kitaplardan bir tanesi de Endülüslü Bilgin Abdu’l-Halik Muhammed’in Ahkâmü’l-Kübra adlı eserinin ciltleridir. Bu eserin sema ve kıraat kayıtlarında, Mağripli ve Endülüslü şahısların adları geçmekte ve bu eseri Ahmedek Hanikâhı’nda okumaktalardı. 110

      Bu kitabı vakfeden zatın Ahmedek Hanikâhı’nın banisi olduğu belirtilen Anadolu’da maliye nazırı olan (Emîru Divani’l-İstifa) es-Sadru’l-Kebir Celâleddin Mahmud olduğu da kitabın kapak sahifesine kaydedilmiştir. Bu vakfın tarihi de 670’dir (1272). (Bk. Burada Levha, X)

      Sadreddin-i Konevî’nin iki ünlü hocası Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Ebû’l-Hasan Ali el-İskenderânî de Maliki idiler. Konevî’nin Konya’daki Malikilerle yakınlığı ve dostluğu vardı. Konevî’nin yakınları arasında Mağripli ve Mısırlı kimseler bulunmaktaydı. Konevî’nin kızı Sekine’nin kocası olduğunu tahmin ettiğim Afifüddin et-Telemsânî ve onun arkadaşı Muhyiddin Suraka da Mısırlıydı. Bu zatların da Maliki mezhebinden olduğu anlaşılmaktadır

8. Tabipler ve Darüşşifalar

      Ahi Teşkilatı’nın başmimarı olan Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud, aynı zamanda bir tabip olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçok eserinde tıbbi konulara temas ettiği gibi anatomiye dair İlmu’t-teşrih adlı bir eser de yazmıştır. Ona Ahi Evren denilmesinin de bu tabipliği ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Evren yılan demektir. Tabsire adlı eserinde yılan zehirlemesine karşı, yılandan nasıl panzehir yapıldığını anlatmaktadır. Ayrıca menkıbelerde de onun deri atölyesinin mahzeninde yılan (evren) beslediği anlatılmaktadır. Bir Ahi olarak yılanla meşguliyet içinde bulunduğu için ona “Ahi Evren” dendiğini düşünüyorum. O dönemde daha çok tabiplerin hastaların ayağına gittikleri anlaşılmaktadır. Ahi Evren’in talebesi olan Sadeddin Mesûd adındaki tabip, İmâdüddin adındaki zata yazdığı mektuptan anlaşıldığına göre hastaları tedavi etmek maksadıyla Samsun, Niksar ve Canik havalisinde dolaşmaktadır.111

      Evhadüddin el-Kirmani’nin Menâkıbnâme’sinden de anlaşılmaktadır ki doktorlar dolaşarak hastaları tedavi etmekteler. I. Alâeddin Keykubad Konya’da bir darüşşifa inşa etmişti. Bu darüşşifa günümüze ulaşmamıştır ancak çini olan kitabesi günümüze gelebilmiştir.112

      Sadeddin Mesûd’un kendisine mektup yazdığı İmâdüddin de devrin tanınmış tabiplerindendir. Aslen Malatyalı olup Ahi Evren’in talebelerinden olduğu anlaşılmaktadır. Şems-i Tebrizî Makalat’ında “İmâd, Nasir’den mektup almış, o mektubu okuyup okuyup ağlıyordu.” derken İmâdüddin el-Malatî’yi kastetmekte, Nasir dediği de Ahi Evren Hace Nasîrüddin olmalıdır. Şems-i Tebrizî’nin bu iki zata muhalif olduğu da ifadelerinden anlaşılmaktadır.113

      Eflâkî, Mevlana Celâleddin’in yakın dostlarından biri olarak Tabib Ekmeleddin’den bahsetmektedir. Mevlana’yı da tedavi etmişti. Keza Mevlana’nın ölümü sırasında baş ucundan ayrılmamıştı. Aslen Nahçıvanlı olup Konya’ya yerleşen Tabip Ekmelüddin’den, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled de övgü ve saygı ile bahsetmektedir. Konya’da ona Bey Hekim denmektedir. Devrin “Reisü’l-etibbâsı” idi.

      Konya’nın Sedirler Mahallesi, adını iki sadırdan almaktadır. Bu sadırlardan biri Sadr-i Hakîm-i Tirmizî’dir. Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev aleyhinde bir fetva yayımladığı için 1204 yılında idam edilmiştir. Diğeri de Sadr-ı Mutatabbıb diye anılan Tabib Ebû Bekr b. Zeki el-Konevî’dir. Şair ve edip de olan bu tabibin Ravzatü’l-Küttâb ve Hadîkatü’l-Elbâb adlı eseri, Anadolu Selçukluları devri tarihi için önemli bir kaynaktır. Mezarı Sadırlar Mahallesi’ndedir. Yukarıda adı geçen eserinde Tabib Ekmeleddin’e yazdığı mektuptan, onun talebesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu mektupta hocasını “Melikti’l-hükemâ” ve “Reîsü’l-etibbâ” diye anmaktadır.114

      Kutbuddin