Mikâil Bayram

Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler


Скачать книгу

target="_blank" rel="nofollow" href="#n134" type="note">134

      Tarih boyunca dönem dönem S. Konevî’nin koyduğu vakıf şartlarında da yer aldığı üzere yerine rehin konularak Konevî’nin bazı kitapları kütüphanesinden alınmış fakat bilemediğimiz sebeplerden dolayı yerine iade edilmemiş olduğu anlaşılmaktadır.135 Sadreddin Konevî’nin birçok kitapları bu şekilde zayi olmuştur. Mesela İstanbul İslâmî Eserler Müzesi’ndeki el-Futûhâtü’l-Mekkiye nüshası vaktiyle Konya’da bulunuyordu. Muhtemelen iare yoluyla İstanbul’a götürülmüş geri iade edilmemiştir. Keza Mecidüddin İbnü’l-Esir’in Câmi’u’l-usûl adlı eserinin altı cildi Konya Yusufağa Kütüphanesi’nde olduğu hâlde bir ciltteki müellif nüshasıdır ve Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’ndedir.136 Bu cilt vaktiyle S. Konevî’nin kütüphanesinde idi.

      Sadreddin Konevî’nin damadı Afifüddin ve kızı Sekine’ye intikal eden eserlerin izini sürmek mümkün olmamaktadır. S. Konevî ile Ahi Evren diye bilinen Hace Nasîrüddin Mahmud sürekli olarak birbirlerine mektuplar yazıyorlardı ve yazdıkları eserlerini birbirlerine gönderiyorlardı.137 Ancak Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud 1261 yılının Nisan ayında Kırşehir’de öldürülünce eserleri takibata maruz kalmış ve büyük ölçüde imha edilmiştir. Bu yüzden birçok eserleri kaybolmuş ve günümüze gelmemiştir. Günümüze gelenler de ancak tek nüsha veya iki nüsha olarak kütüphane izbelerinde tesadüfen günümüze gelebilmişlerdir.

      Ahi Evren Hace Nasîrüddin’in bazı eserleri Sadreddin Konevî’nin terekesi olan kitaplar arasında bulunuyordu. Sonraki asırlarda Ahi Evren Hace Nasir’in eserlerini S. Konevî’nin kitapları arasında bulanlar, bu eserlerin ona ait olduğunu sanmışlar ve ona nispet etmişlerdir. Bu iki bilge kişinin birbirlerine yazdıkları mektuplardan bu durumu öğrenmekteyiz. Bu yüzdendir ki Ahi Hace Nasîrüddin’in Tabsiratü’l-Mübtedi ve Tezkiretü’l-Müntehi, Tuhfetü’ş-Şekür ve Metali’u’l-İman gibi Farsça olan eserleri Osmanlı uleması tarafından Sadreddin Konevî’ye nispet edilmiştir. Oysa iyi bilinen bir husustur ki S. Konevî hiç Farsça eser kaleme almamıştır. Ahi Evren’in bu eserleri de S. Konevî’nin vârislerinin elinde bulunuyordu. Araştırıcılar bu eserleri orada görme imkânını bulmuşlardır.

      Son olarak esefle şunu belirtmek durumundayım. Geçtiğimiz yıl Konya Yusufağa Kütüphanesi’nden 173 kitap çalınmıştır. Bu çalınan kitapların büyük bir kısmı Sadreddin Konevî’nin koleksiyonuna ait kitaplardır. Bu konunun davası Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. İnşallah bu değerli kitaplar bulunup yerine konulur ve böylece Türkiye Selçukluları dönemi arşivi niteliğindeki bu koleksiyon dağılmaktan kurtulur. Çünkü bu kitaplar üzerindeki Sadreddin-i Konevî’ye ait notlar Selçuklu devri arşivi niteliğindeydi.

3. KUTLU MELEK HATUN KÜTÜPHANESİ VE KİTAPLARI

      Kutlu Melek Hatun uzun yıllar Konya’da kadılık yapan 1282 yılında vefat eden Urumiyeli Kadı Sirâcüddin Mahmud’un 5. göbekten torunudur. Konya’da kendi adıyla anılan bir kütüphane kurmuştur. Kadı Siraceddin Urmevî ölünce oğullarına intikal eden eserleri ve kütüphanesi, dip torunlarından Mevlana Mahmud Çelebi’nin kızı Kutlu Melek Hatun tarafından Konya’da Atabekiye Medresesi hizasında inşa edilen “daru’l-huffaz”a (hafızlık okulu) vakfedilmiştir. (Bk. Burada Levha, VIII.) Bu daru’l-huffaz bugünkü Konya Kız Lisesinin yerinde veya Ali Gav Hanikâhı’nın batısında bulunuyordu. Kutlu Melek Hatun’un vakfettiği kitaplar, Cumhuriyet Dönemi’nde Yusufağa Kütüphanesi’ne intikal etmiştir. Bu kitaplardan günümüze gelmiş olanlar 20-25 kadardır. Bu tür şahıs kitapları ailelerin elinde kaldığı zaman zayi olmaktadır. Kadı Siracüddin-i Urmevî’nin kitapları beş nesil boyunca varislerinin elinde kalmıştır. Bu müddet zarfında birçok kitapların zayi olduğu muhakkaktır.

      Kutlu Melek Hatun’un kitabeli mezar taşına Sivas’ta rastladım. (Bk. Burada Levha, VII.). Kadı Siraceddin bir süre Sivas’ta kadılık yapmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Kadı Seracüddin ailesinin Sivas’la bağı kesilmemiştir. 5. göbekten torunu olan Kutlu Melek Hatun ömrünün sonunda Sivas’a gitmiş ve orada ölmüş olduğu anlaşılmaktadır. Kutlu Melek Hatun’un vakfettiği kitaplar arasında Kadı Siraceddin’in telif eserleri de bulunmaktadır. Vakfedilen her eserin kapak sahifesine Kutlu Melek Hatun adına düzenlenmiş vakıf kaydı yazılmıştır. (Bk. Levhalar Kısmı.) Bu vakıf kaydında Kutlu Melek Hatun’un babası el-Hac Mevlana Mahmud Çelebi, onun babası Mevlana İmadüddin Mehmed, onun babası Ali, onun babası Ömer onun da babası Kadı Siraceddin Mahmud el-Urmevî olarak gösterilmiştir. Bazı kitapların üzerinde Kadı Siraceddin’in el yazılarına rastlanmaktadır. Yusufağa Kütüphanesi no. 5395’teki Şerhü’l-veciz adlı eser bunlardandır. Aynı kitabın 4815 numaradaki nüshasının la sahifesinde Kadı Siraceddin-i Urmevî’nin bir şiiri bulunmaktadır. Yusufağa Kütüphanesi no. 4866’daki kitabın tamamı Kadı Siraceddin el-Urmevî’nin el yazısı olduğu kuvvetle muhtemeldir. (Bk. Burada Levha VI.) Bu kitap her nasıl olmuşsa önceleri Kutlu Melek Hatun Kütüphanesi’nde iken Sadreddin Konevî Kütüphanesine intikal etmiştir.138 Öyle anlaşılıyor ki Konevî Kütüphanesi’ndeki orijinal nüshası, muhtemelen müellif nüshası (çalınmış) alınmış yerine bu nüsha konmuştur.

4. MEVLANA DERGÂHI KİTAPLIĞI

      Mevlana Dergâhı kurulduğu günden itibaren dergâh içinde bir kitaplık da oluşmuştur. Bilindiği gibi Mevlevi hareketinin eğitim ve öğretim ocağı olan bu dergâh Sultan Veled’in postnişinliği zamanında kurulmuş ve teşkilatlanmıştır. Bu yapı içerisinde zamanla bir kütüphane de teşekkül etmiştir. Hiç şüphesiz Mevlana’nın ve hocalarının eserlerinin orijinal nüshaları burada muhafaza ediliyordu. Mevlana’nın ve hocalarının eserleri kopya ediliyor, nüshaları üretiliyor ve bu nüshalar dergâhta korunuyordu. Başta Mesnevi ve Divan-ı Kebir olmak üzere Mevlana’nın kürrâseler (sahifeler) hâlinde bulunan eserleri bu kitaplıkta korunuyordu. Mevlana hayatta iken yani 662’den (1264) sonra gelen birkaç yıl içinde kürrâseler hâlinde bulunan Mesnevi derlemeleri altı defter hâlinde kitaplaştırıldı. Divan-ı Kebir de önceleri kürrâseler hâlinde bulunuyordu. Mevlana’nın vefatından 70-80 sene kadar sonra şiirler tasnif edilerek kafiye sırasına konarak kitap hâline getirilmiştir. Hiç şüphesiz bütün bu işler Sultan Veled’in ve kendisinden sonra gelen postnişinlerin gözetiminde ve bilgisi dâhilinde yürütülmekteydi. Bugün o dönemde istinsah edilen Mesnevi ve Divan-ı Kebir nüshaları, Mevlana Müzesi İhtisas Kütüphanesi’nde, bir kısmı da Mevlana Müzesi Teşhir salonunda bulunuyor. Zamanla bu kitaplık, kitap bakımından zenginleşmiş ve ünü, Sadreddin Konevî’nin kütüphanesi gibi yayılmıştır. Bu kütüphanedeki kitapların üzerindeki mühürde “Vakf-i Kitaphane-i Hazret-i Mevlana Kuddise Sirruhu” yazılıdır. Buna göre dergâhtaki kütüphanenin resmî adı “Hazret-i Mevlana Kütüphanesi” imiş.

      Tarih boyunca Mevlana ve çevresindekilerin yarattığı fikrî ve dinî harekete ilgi duyanlar bu kitaplıkla da ilgilenmişler ve tarihte birçok ünlü zevat bu kitaplıkta çalışmışlar ve Mevlana ile çevresindekilerin eserlerini istinsah etmişlerdir. Eskiden rehin koyarak kitap iare etmek yaygın olarak uygulanmaktaydı. Bu yolla kitaplar uzak yerlere götürülüyordu. Mevlana Müzesi İhtisas Kütüphanesi no. 67’deki Divan-ı Kebir nüshası, rehin karşılığında iare edilerek Herat’a götürülmüştür. Orada kitaptan suretler çıkarılmıştır. Kitap yıllarca orada kalmış, Molla Abdu’r-Rahman Cami’nin kayınbiraderi olan Heratlı ünlü yazar ve mutasavvıf Hüseyin Vaiz el-Kâşifî kitabın kenarına notlar yazmış, sonuçta kitap tekrar Mevlana Dergâhı’na geri dönmüştür. Kitapların sağlam bir biçimde geri dönüşünü sağlamak için kitap iare bedelinin çok yüksek