yönetimine katılma hakları bulunmaktadır. Devlet, kutsal bir varlık olduğu gibi onu kuran ailenin fertleri de kutlu kişilerdir. Devletin başında bir hakan bulunur. Hanedana mensup olan diğer fertler ikinci, üçüncü dereceden yöneticiler olarak ülkenin (devletin) kendi payına düşen yöresini elinde bulundurur ve baştaki hakana tabi olarak yönetime iştirak ederler. Bu hiyerarşinin bozulması durumunda hanedan üyeleri arasında savaşlar vuku bulmaktadır. Zaman zaman bu savaşlar sırasında hanedan üyesi olan prenslerin ölümleri veya öldürülmeleri de meydana gelmektedir. Bu prenslerin kanlarının toprağa (yere) akması uğursuzluğa ve talihin dönmesine sebep olacağına inanıldığı için, onların boğularak öldürülmelerine azami itina gösterilirdi. Bu inançlarından dolayı Türkmenler hakan soyundan olmayan kişilerin etrafında toplanmaz ve siyasi mücadelelerinde onlara destek olmazlar.
İşte bu inanç ve töreden dolayı birçok Türk devletinde, kurulduktan kısa bir zaman sonra, doğu-batı veya kuzey-güney gibi isimlerle bölünmeler meydana gelmekte, bu durum devletlerin kısa sürede parçalanmasına yol açmaktadır. Kök Türklerde (Göktürk) ve Karahanlılarda olduğu gibi dönem dönem devletin birliğini muhafaza etmek için hanedan içi çatışmalar yaşanmaktaydı. Bunlardan biri de Büyük Selçuklu Devleti’ndeki yabguluk savaşları ve taht mücadeleleridir. Birçok Türk devletinin kısa ömürlü olması da bundan kaynaklanmıştır.
İslamiyet’ten sonra kurulan Türk devletlerinde de bu inanç ve törenin (töre hukuku) bazı değişmelere uğramakla beraber, devam ettiği görülmektedir. Bu dönemde devletin ve hanedanın kutsallığını vurgulamak için menkıbeler imal edildiği, devlete esrarengiz bir hüviyet verilmeye çalışıldığı görülür. Bunun için genel olarak tasavvufi motiflerden ve teorilerden yararlanılmaktadır.
Türkmenler tarafından kurulan Büyük Selçuklu Devleti döneminde Gaznelilere karşı kazanılan Dandanakan Zaferi’nden hemen sonra (1040) bu devleti kuran Selçuklu hanedanı üyelerinin devletlerini Türk töresine ve örfi kanunlara göre yapılandırmaya çalıştıkları müşahede olunmaktadır. Tuğrul Bey Nişabur’da sultan (büyük hakan) olarak ilan edilmiş, diğer hanedan üyelerinin her biri bir yöreye “melik” (Yabgu) unvanı ile gönderilmişlerdir. Çağrı Bey, Musa Yabgu, Kavurt, Alp Arslan, Yakuti, Kutalmış ve oğulları, İbrahim Yinal vs. her bir hanedan üyesi bir yörede devlet yönetimine iştirak etmişlerdir. Bu yolla “Türk-Cihan Hâkimiyeti Ülküsü”nün gerçekleşmesine çalışılmaktadır. Her melik bulunduğu yörede fetihler yaparak ülkesini imar ederek hükümranlığını devam ettirmektedir.
Bu yazıda Türkiye Selçuklularında yukarıda ana hatlarıyla tasvir edilen Türk devlet anlayışının uygulanmasında ne gibi yenilikler olduğu, nasıl bir yapılanmaya gidildiği gösterilmeye çalışılacaktır. Anadolu’daki sosyal, kültürel ve siyasi şartların bu yapılanmada ne gibi değişik uygulamalara yol açtığı belirtilecek ve bunun fikrî ve felsefi temelleri açıklanacaktır. Anadolu’da ortaya çıkan bu devlet anlayışı ve yapılanmanın Osmanlı Devleti’ne de temel teşkil ettiği bu vesile ile gösterilecektir.
Genel olarak Türklerin Anadolu’yu fethi Malazgirt Zaferi (M 1071) ile başlatılır. Rahmetli Fuat Köprülü’nün de işaret ettiği üzere Malazgirt Zaferi’ni takip eden ilk yüz senede Türkler Küçük Asya’yı askerî bakımdan fethetmekle meşgul idi. Bu dönemde Anadolu’da siyasi bir belirsizlik hüküm sürmüştür. Bir yandan Selçuklu Devleti ile Anadolu’da kurulan diğer Türk beylikleri arasındaki mücadeleler, bir yandan da Anadolu topraklarını çiğneyip geçen Haçlı dalgaları bu topraklarda siyasi istikrarın sağlanmasını hem zorlaştırmış hem geciktirmiştir. Selçuklular zamanında Anadolu’da siyasi birlik ve istikrar ancak II. Kılıçarslan’ın saltanatının son yıllarında sağlanmıştır. Bu istikrarın sağlanmasıyla birlikte Anadolu’da yoğun biçimde ilmî, fikrî, kültürel ve ticari faaliyetler başlamıştır. Gene bu istikrarla birlikte Anadolu’da sosyal kültürel ve sınai nitelikli halk örgütlenmeleri görülmektedir.
Anadolu’ya Oğuzlarla birlikte İranlılar da gelmişlerdi. İranlılar daha çok tacir, ilim adamı, meşayih ve müritler olarak Anadolu’ya gelmişler ve çoğunlukla şehirler de yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Türkmen halklar ise daha çok göçebe topluluklar hâlinde idiler. Fethedilen topraklara göçüyor ve kırsal bölgelere yerleşmeyi tercih ediyorlardı. Böylece Anadolu pek çok farklı kültürlerin birbiriyle tanıştığı ve etkilendiği bir muhit olmuştu. Yerli, Hristiyan, Rum ve Ermeni halk kahir ekseriyeti Müslüman olan milletlerle yüz yüze gelmiş ve iç içe yaşamak durumunda olmuşlardır. Şüphesiz Anadolu’da farklı dinlere ve ırklara mensup insanlar, zümreler bulunuyordu. Fakat ekseriyet itibarıyla İslam-Hristiyan kültürünün etkileşmesi ön plandaydı. Bu iki dine mensup insanların karşılıklı kültürel etkileşmeleri daima İslamiyet lehine bir gelişme göstererek Anadolu’nun Müslümanlaşması gerçekleşmiştir. Tabii kültürel faaliyetler içinde Türklerin ön planda bulunmaları, Türk nüfusunun göçlerle sürekli artış göstermesi, siyasi otoritenin Müslüman Türklerde olması Anadolu’nun İslamlaşması yanında Türkleşmesi sonucunu da doğurmuştur.
II. Kılıçarslan uzun mücadelelerden sonra Dânişmend Oğulları Devleti’ni ortadan kaldırarak Anadolu’da siyasi birliği sağladığı hâlde ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırarak bu siyasi birliği kendi eliyle dağıtmıştır. O, her oğlunu bir yöreye melik statüsü ile tayin etmişti. Kendisini de sultan olarak merkeze alıp bu meliklerin üstünde siyasi otorite kurmayı düşünmüştür. Ancak kendisinden sonra ülkesinin birliğinin devamını sağlayacak düzenlemeyi belirleyememiş ya da düşündüğünü uygulamaya koyamamıştır. Bu yüzden o daha hayatta iken her biri bir yörede melik olan oğulları Selçuklu tahtını ele geçirmek ve sultan olmak için birbirleriyle mücadeleye tutuştular. II. Kılıçarslan’ın ölümünden sonra da devam eden bu mücadelede Malatya’daki kültürel fikrî çevrede yetişen ve eğitim gören I. Gıyâseddin Keyhüsrev ile Tokat ve Amasya çevresindeki kültürel ve fikrî ortamda yetişen ve Tokat meliki olan Rükneddin Süleyman Şah’ın ön plana çıktıkları görülür. Bunun sebebi şudur:
Selçuklular zamanında Tokat ve Malatya çevresinde birbirinden farklı, birbiriyle zıtlaşan ve rekabet hâlinde bulunan iki ayrı fikrî ve kültürel çevre teşekkül etmiştir. Tokat, Amasya, Niksar çevresinde Dânişmend Oğulları’ndan tevarüs eden Türk millî kültürüne dayalı bir kültürel çevre, Alplik ve Gazilik ülküsünden kaynaklanan siyasi bir yapılanma meydana gelmiştir. Buna karşılık Malatya ve yakın çevresinde ise İran millî kültürüne dayalı bir kültürel yapılanma teşekkül etmiştir. O dönemde birbiriyle siyasi rekabet hâlinde bulunan bu iki farklı kültürel çevrede farklı siyasi güç odakları oluşmuştur. Bu iki farklı siyasi zihniyet arasındaki rekabet ve zıtlaşma Türkiye Selçukluları tarihi boyunca devam etmiş, pek çok sosyal ve siyasi olayların meydana gelmesinin ve hatta devletin yıkılışının en önemli sebebi olmuştur.
Tokat ve Malatya, Dânişmend Oğulları zamanında bu kültürel özellikleriyle iki önemli ilim ve fikir merkezi hâline gelmiştir. Bu durum bu iki beldenin Selçuklular zamanında da şehzadelerin tahsil ve eğitim merkezi olarak belirlenmesine sebep olmuştur. Böyle olunca da bu iki kültürel çevre zaman zaman kendi beldelerinin şehzadelerini iktidara getirme gayreti içinde olmuşlar ve bu yönde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu da şehzadeler arasında sık sık taht mücadelelerinin baş göstermesine ve sultanlara suikast düzenleme olaylarının yaşanmasına sebep olmuştur.
Bu devirde devlet hizmetinde bulunan beyler ve emirler de ya bu iki zihniyetten birine mensup olmak ya da birini tercih etmek durumunda kalmışlardır. Genel olarak Malatya çevresindeki zihniyetin iktidarlar üzerindeki ilmî, kültürel ve siyasi ağırlığının daha müessir ve yönlendirici olduğu görülmektedir. Bu iki siyasi zihniyet mensubu yöneticiler ve fikir adamları bugünkü siyasi partilere benzer bir faaliyet içinde bulunmuşlardır. O dönemde Anadolu’da bulunan