ibarettir. Varlık, mutlak gerçeğin bize farklı görünüşleridir. Oysa bir tek varlık var, o da Allah’ın varlığıdır. Gerçek dinî vahdaniyet de budur derler. İbnü’l-Arabî bu felsefi görüşü sezgi ile belirlemeye ve nasları da (ayet ve hadisleri) bu yönde yorumlamaya çalışırken Sadreddin Konevî bu düşünce tarzını akli kurallarla ve nasların desteği ile izah ve ispat etmeye çalışmaktaydı. Onun bu yola yönelmesinde Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’un önemli rolü olmuştur.
Sadreddin Konevî ile Ahi Evren Şeyh Nasîrüddin Mahmud arasında da bu manada bir fikir ayrılığı vardı. Ahi Evren’le sürekli olarak birbirlerine mektup yazmışlar ve bu mektuplardaki münakaşalar sonunda Sadreddin Konevî’nin rasyonalizme yaklaştığı, hocası Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin sezgici “Vahdetü-i Vücûd”culuğunu aklileştirmeye (rasyonalize) yöneldiği görülmektedir. Bunu yaparken Ahi Evren’den büyük ölçüde etkilendiği ve yararlandığı gözlenmektedir. Ahi Evren’e yazdığı mektuplarda devamlı ona sorular yöneltmekte ve metafizik konularla ilgili meselelerin açıklanmasını istirham etmektedir. Hatta bazen eserlerini ona göndererek onların tashih edilmesini, hata ve sevaplarını göstermesini istemektedir. Vâkıâ Konevî’nin hocası Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile Ahi Evren’in hocası Fahreddin-i Râzî’nin de mektuplaşarak tartıştıkları bilinmektedir. Bu mektuplardan, bu iki zat arasındaki ihtilaf konusunun gene akliyecilik ve sezgicilik olduğu görülmektedir.84 Şu hususu da hatırlatmakta yarar var. Gerek akılcıların gerek sezgicilerin vahiy ve nasları değerlendirişleri, kullanışları birbirinden farklı olduğu gibi aklın sınır ve yetkisini takdir konusunda da farklı görüş ve anlayışa sahiplerdir. Aslında sezgiciler aklı bütünüyle ret ve iptal etmezler. İhtilafın esasını aklın yetkisinin belirlenmesi konusu teşkil etmektedir.
XIII. asırdan sonra İslam dünyasında fikir durgunluğunun başlaması sonucu olarak gerek akliyeci gerek sezgici fikir hareketi çizgisinde güçlü fikir adamları yetişmemiştir. Burada, Moğol istilasının İslam dünyasında yarattığı ekonomik, kültürel tahribatın yanında, çok sayıda seçkin insanın Moğollar tarafından katledilmesi, bu fikrî durgunluğun amili olduğunu hatırlatmak gerekir. S. Konevî, sahip olduğu düşünce tarzı ile sezgici olan Mevlana’ya da ters düşmekteydi. Hatta Mevlana daha ileri giderek Fîhi Mâ Fîh adlı eserinde isim de vererek onu tadlil ve tahkir etmektedir. Fakat şurası da muhakkaktır ki S. Konevî, ömrünün sonlarında daha çok hadis ilmi ile meşgul olmuştur. Hadis ilmi ile meşguliyeti ve Moğol emperyalizminin yarattığı siyasi ortam onu çok etkilemiş ve fikir hayatında derin bir değişme meydana gelmiştir. Ölümünden kısa bir zaman önce kaleme aldığı Vasiyetnâme’sinden “Selefi” bir çizgiye geldiği açıkça görülmektedir. Mensup olduğu ailenin Mağripli olması itibarıyla Maliki mezhepli idi. Konya’ya yerleşmiş olan Mağriplilerle irtibat hâlindeydi. Bu Mağriplilerin mescidi hâlen Konya’da mevcuttur. S. Konevî’nin çevresinde çok sayıda Mağripliler görülmektedir.
Sadreddin Konevî, derin bir ilim ve fikir adamıydı. Yalnız Anadolu’da değil şöhreti Suriye ve Mısır’da da yaygındı. Mısır’dan, Suriye’den ve Anadolu’dan pek çok sevenleri, talebeleri ona mektuplar yazıp problemlerini ona arz ediyorlardı. Kendisi de bu dostlarına ve devlet adamlarına mektuplar yazmıştır. Bu mektupları özel defterlerinde muhafaza ediyordu. Maalesef bu defterlerden sadece bir tanesi günümüze gelebilmiştir.
Bu mektuplardan 20 kadarını Nafahatü’l-İlâhiyye adlı eserinin sonuna dercetmiştir. Muhtelif zamanlarda ünlü ilim ve fikir adamları onun Konya’daki türbe ve camisinin yanı başında kurduğu kütüphanesinde çalışmışlardır. Bu kimselerden bazıları Sadreddin Konevî’nin ahfadına intikal etmiş olan özel defterlerine ulaşma imkânı da bulmuşlar ve bu defterlerde bulunan, ilgilerini çeken mektuplardan bazılarını kopya etmişler veya özetleyerek almışlardır.85 Konevî çok sayıda eserler yazan ve çok talebe yetiştiren bir fikir adamıdır. 40’tan fazla eser yazmıştır. O da dostu Ahi Evren gibi ömrünün sonunda karamsar, çevresine ve dünyaya küsmüş bir hâletiruhiyeye kapılmıştır. Ahi Evren’in “Mehdi artık gelmelidir.” diye haykırdığı gibi Sadreddin Konevî’nin de “Mehdi risalesi” yazması bundandır. Tabii onun böyle bir ruh hâline girmesi Moğolların ve Moğol yanlısı yöneticilerin Anadolu’da katliamlar gerçekleştirmeleri, baskı ve zulüm ortamı yaratmalarındandır. Vasiyetinde Anadolu’ya daha kara günlerin geleceğini bildirmekte ve gençlerin bir an önce Anadolu’yu terk etmelerini öğütlemektedir. Nitekim çok sevdiği dostu Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud ve Seyyidü’l-akran diye andığı el-Hac Tacüddin-i Kâşi, Malatya’dan arkadaşı ve oğlu Sadüddin Çelebi’nin hocası olan Zeynüddin Sadaka gibi dostları Moğollar tarafından öldürüldüler. Muhtemelen S. Konevî’nin oğlu Sadüddin Çelebi de bu katliamları sırasında öldürülmüştür. İşte bu olaylar onu derinden etkilemiş ve karamsarlığa sevk etmiştir. Öldüğü zaman sadece Sekine adında bir kızı vardı. Bu Sekine’nin de babasının talebesi Afifüddin et-Tilimsânî ile evli olduğu anlaşılmaktadır.
Talebelerinden Cendli Müeyyedüddin Mahmud’un, S. Konevî’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyeden ilk dört beyti tercüme ederek bu geniş konuyu kapatıyoruz:
Kıt’a
Dünyanın süsü, mana denizi, ince bilgiler hazinesi olan yeryüzünün halifesi göçtü.
Onun ölümünden sonra İslam âleminin aydınlık ve olgunluğu kalmadı. Keşke o göçmeseydi.
Ondan sonra problemleri çözecek var mı? Ondan sonra hakikatleri kim açıklayacak?
Ey asrımızın şeyhi! Allah’ın selamı senin üzerine olsun. Katmerli cehaletten bizi aydınlığa çıkaran sendin. 86
Selçuklular zamanında Konya’da çok sayıda ilim ve fikir adamı şair ve mutasavvıf yetişmiştir. Buna bağlı olarak birbirlerinden küçük nüanslarla ayrılan çok sayıda dinî ve fikrî zümreler bulunmaktaydı. Yukarıda bunlardan üç büyük şahsiyet tanıtıldı. Şimdi diğer bazı önemli şahsiyetleri, dinî tasavvufi ve fikrî zümrelerden önemlilerini tanıtmaya ve Konya’daki durumlarını açıklamaya çalışacağız.
Evhadiyye hareketi, adını Şeyh Evhadüddin Hâmid el-Kirmani’den almaktadır. XIII. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da en güçlü bir fikir akımı, tasavvufi ve dinî hareket idi. Bu hareketin lideri Evhadüddin-i Kirmani, 34. Abbasî Halifesi en-Nâsır Lidînillâh tarafından Fütüvvet Teşkilatı’nın Anadolu’daki şeyhlerinin lideri (Şeyhü’ş-Şuyûhi’r-Rûm) olarak 1204 yılında Anadolu’ya gönderilmiştir. Bu Türkmen şeyhin Anadolu’da çok yaygın bir nüfuzu vardı. Türkmen şeyhler ve dervişler iman derecesinde ona bağlılılardı. Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı’nın da babası olan Evhadüddin’in, Ahi ve Bacı Teşkilatlarının kuruluşunda da büyük rolü olmuştur. Anadolu’da köy köy, kasaba kasaba şehir şehir gezerek kurduğu tarikatını yaymıştır. Hemen her şehirde halifeleri vardı. Sultanlar ve devlet adamları katında da büyük itibar sahibiydi. Meclislerde Türkçe konuştuğu için Türkmenler onun tarikatına daha çok rağbet ediyorlardı. Daha çok Kayseri’de ikamet ederdi. Fakat Ahlat, Malatya ve Konya’ya da zaman zaman uğramıştır. Konya’nın ünlü delişmen (mecnun) şeyhi Şeyh Fakih Ahmed onun halifelerinden idi. Evhadüddin, 1234 yılında Anadolu’dan ayrılmış ve 1237 yılında Bağdat’ta ölmüştür. Güçlü bir şair olan Evhadüddin, Anadolu’dan ayrılırken yerine vekil olarak Konya’daki halifesi Zeynüddin Sadaka’yı koymuştur.
Evhadüddin