üvey babasının yanında kalmış ve onun yetiştirdiği en tanınmış talebesi ve takipçisi olmuştur. 1246 (644) yılında Şam’dan Konya’ya gelen Sadreddin Konevî hocasına ait pek çok kitabı beraberinde Konya’ya getirmiştir. Konya’da talim, tedris ve telif ile meşgul olmuş ve Konya’yı “Ekberiyye” denilen fikir akımının merkezi hâline getirmiştir. Hocasının eserlerini okutmuş, şerh etmiş ve pek çok talebeler yetiştirmiştir.
Sadreddin Konevî babası Şeyh Mecidüddin İshak ve hocası İbnü’l-Arabî’den kendisine intikal eden pek çok eseri, inşa etmiş olduğu caminin yanı başındaki medresenin kitaplığına vakfetmiştir. Bu eserlerden 168 adedi günümüze gelmiş, bugün Konya Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Tarih boyunca Konevî ve İbnü’l-Arabî’nin düşünce ve felsefesine ilgi duyanlar Konya’ya gelmiş ve Konevî’den ders almışlar veya Konevî’nin kurduğu kütüphanede bir müddet çalışmışlar. İbnü’l-Arabî ve Konevî’nin eserlerini burada istinsah (kopya) edip beraberlerinde götürmüşlerdir.
İlk “Füsus” şarihi Müeyyedüddin el-Cendî (1300), Kutbuddin Şirazî (1310), Fahruddin el-İrâkî (1288), Saidüddin el-Fergânî (1292) Konevî’nin en tanınmış talebeleridir. Dâvûd-i Kayseri (1351), Yâr Ali Şirazî (1412), Sultan Fatih’in hocası Akşemseddin (1462), ünlü Dilci Firuzabadi, Seyyid Şerif-i Curcanî, Molla Cami gibi daha birçok ilim ve fikir adamları Ekberiyye denilen fikir akımının orijinal kaynaklarına ulaşmak için Konya’ya gelmişler ve Konevî’nin kurduğu kütüphanede bir müddet çalışmışlardır. Konevî’ye ait olan bu kitapların pek çoğunun kıraat ve sema kayıtlarında, kenar notlarında, bu ilim ve fikir adamlarının kendi el yazılarını görmek mümkündür. Meşhur Dilci Firuzabadi’nin de Konya’ya gelip Konevî’nin kütüphanesinde bir müddet çalıştığı bir kayıttan anlaşılmaktadır.67
Konya’yı ilim ve irfan merkezi hâline getiren bir diğer kişi de Ahi Teşkilatı’nın kuruluşunda başmimar rolünü üstlenen Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud b. Ahmed el-Hoyi’dir. Önceleri Kayseri’de bulunuyordu. I. Alâeddin Keykubad 1219’da iktidara gelince Ahi Evren’i Konya’ya celbetmiştir. O daha önce Kayseri’de kurduğu Ahi Teşkilatı’nı Konya’da da kurmuştur. Ahilere ait iş yerleri bugünkü İsmet Paşa İlkokulunun bulunduğu bölgedeydi. Ahi Evren Konya’daki Hanikâh-ı Ziya ile Hanikâh-ı Lala’nın müderrisliğini de yürütüyordu. O ayrıca Saray muallimi yani lala (Lala-i Sultanî) idi.68 Şehzadelerin eğitim ve öğretimi ile uğraşıyordu. Bu yüzden onun ders verdiği hanikâha “Hanikâh-ı Lala” denmiştir. Mevlana da Mesnevi’sinde birçok yerde onu “Lala” diye anmıştır. Etrafında çok sayıda muteber talebeleri vardı. Eflâkî, onun ilmî kişiliğini “Her türlü ilimde Sadreddin Konevî ile atbaşı giderdi.” diyerek ifade etmektedir.69 Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’un latifeleri ile ünlü Nasreddin Hoca ile aynı kişi olduğunu da burada hatırlatalım.
Selçuklular zamanında Konya’daki ilmî çevrede hatırlı bir yeri bulunan bir diğer şahıs da Kadı Seraceddin el-Urmevi’dir (1284). Daha önce Malatya’da ve Sivas’ta kadılık yapmış, Konya’ya geldikten sonra kırk yıl daha kadılık yapmıştır. Bu makamda bulunduğu sürece birçok siyasi ve sosyal olaylarda rol almıştır. Şafii ve Eş’arî mezhebindendi. Birçok telif eserleri bulunmaktadır. Hace Cihan, Hace Hasan, el-Hac Tacüddin-i Kâşi gibi tacir olan kişiler de mescit, hanikâh, hanlar ve imaretler yaparak, vakıflar kurarak halka ve bilim adamlarına hizmet etmektelerdi. Bilim alanındaki gelişmelere katkıda bulunuyorlardı. Bugünkü Hoca Cihan Mahallesi’nin olduğu yer Hace Cihan’ın mülkü idi. Türbesi de oradadır. Alâeddin Keykubad zamanında şehir muhafızlığı yapmıştır. Şerhu’t-Taanuf adlı eseri 616’de (1219) Sadırlar Mahallesi’ndeki “Sadriyye” hanikâhına bu zat vakfetmiştir. Kitabın kapak sahifesinde Hoca Cihan’ın vakıf kaydı ve imzası bulunmaktadır. Bu kayda göre Hace Cihan’ın tam adı Ahmed b. Kayser b. Süleyman olup Hace Cihan diye ünlenmiştir.70 El-Hac Tacüddin-i Kâşi ise Sadreddin Konevî’nin arkadaşıdır. S. Konevî, mektuplarında onu “seyyidü’l-akran” diye anmaktadır. Karaman yolu üzerinde “Kâşinin Hara” diye anılan bir han inşa etmiştir. Bugün bu hana Kaşınhanı denmektedir. Tacir olan bu zatın bilge bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. Ahi Evren Hace Nasîrüddin felsefeye dair olan Tuhfetü’ş-Şekur adlı eserini ona ithaf etmiştir. Onu Moğollar öldürüp emvalini müsadere ettiler.
Ahi Evren çok yönlü bir fikir ve aksiyon adamıdır. Aslen Azerbaycan’ın Hoy kasabasından olup tahsilini Horasan ve Mâverâünnehir’de tamamlamıştır. Burada iken ünlü Eş’arî kelamcısı Fahreddin-i Râzî’ye talebe olmuştur. Bilahare Bağdat’a gelen Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud, halifenin kurduğu Fütüvvet Teşkilatı’na girmiştir. 1204 (H. 601) yılında kayınpederi ve hocası olan Şeyh Evhadüddin-i Kirmani ile Anadolu’ya gelmiştir. Anadolu’da önce Kayseri’ye yerleşmiş ve Ahi Teşkilatı’nı burada kurmuştur. 1225 yılında Alâeddin Keykubad’ın isteği ile Konya’ya gelmiş ve burada da Ahi Teşkilatı’nı oluşturmuştur. II. Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında Babaîler İsyanı ile ilgisinden dolayı beş sene süre ile tutuklanmıştır. Tutukluluk hâli kalktıktan bir müddet sonra Kırşehir’e göçmüş, 1261 yılında Ahilerin başlattıkları isyanın bastırılışı sırasında Ahi Evren Hace Nasîrüddin de öldürülmüştür.
Her şeyden önce Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’un Anadolu’ya geldiği dönemlerde (602/1205) Anadolu’da felsefi, ilimci zihniyetin himaye ve destek göreceği bir iktidar ve bu iktidarın yarattığı elverişli bir ortam vardı. O dönemde başta Anadolu Selçukluları sultanları felsefeye ve felsefi düşünceye ilgi duymakta ve itibar etmektelerdi. Bu ortamın Ahi Evren’in yetişmesinde çok önemli bir etken olduğu muhakkaktır. Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud, Anadolu Selçukluları devrinin en güçlü fikir adamıdır. Onun için “Dânişmend-i Rumî” diye anılmaktadır. O, ünlü filozof ve tabip İbn-i Sina ile Eş’arî kelamcısı Fahruddin er-Razî’nin takipçisidir. Mevlana, Ahi Evren’in Fahruddin er-Razî’nin talebesi olduğu gerçeğini ifade ederek onu ve hocasını “iblis” diye anmakta ve akliyecilikte hocasını geride bıraktığını dile getirerek şöyle demektedir:
“Önce bir iblis benim üstadım idi. Daha sonra iblis önümde bir hiç oldu.”71 Şüphesiz Ahi Evren’in İbn-i Sina’ya duyduğu hayranlık, yukarıda adı geçen eseri Farsçaya tercüme etmekten ibaret değildir. Muhtelif eserlerinde İbn-i Sina’yı “Şeyhu’r-Reis”, “Şeyh”, “Hatemu’l-Hukemâ”, “Hulâsatu’l-Ukalâ” gibi unvanlarla anmakta ve onun görüşlerine pek çok atıflarda bulunmakta, şiir ve sözlerini şahit olarak göstermektedir. Ahi Evren, insanların kurtuluşa ermeleri ve ebedî saadete kavuşmaları için iki yol bulunduğunu dile getirir, bunlardan biri peygamberlerin yolu (iman yolu), diğeri akıl yolu yani filozofların belirttiği yoldur. Akıl gücü ile kurtuluşa eren, istikameti bulanların başında İbn-i Sina’yı görmekte ve onu bu yolun en büyük ve en üstün insanı saymaktadır. Ancak bu yolun tehlikeleri bulunduğunu, akli delilleri yanlış kullanma ve akıl gücünün yeterli olmaması gibi sebeplerden ötürü herkesin bu yolda başarılı olamayacağını ve sapıtabileceğini, bu yüzden peygamberlere uymanın zaruri olduğunu iddia etmektedir. Mevlana ile aralarındaki ihtilaf konularından biri de bu husustur. Ahi Evren peygamberlerin yolunun filozofların yoluna kıyasla çok emin ve kestirme olduğundan bahisle şöyle demektedir:72
“Tur-i Sina’ya uçmak (Hz. Musa’ya gitmek) istiyorsan,