Mikâil Bayram

Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler


Скачать книгу

href="#n46" type="note">46 takdim etmiştir. İbn Bibi, Alâeddin Keykubad’ın ibadete riayet eden ve okumayı seven bir sultan olduğunu; Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetnâme’si ile İmam Gazali’nin Kimya-i Saadet’ini ve Kâbus-i Veşmgîr’in Kâbusnâme’sini çokça okuduğunu ve fakat heyet (astronomi) ilmine dair eserleri okumayı pek sevdiğini anlatmaktadır.47 Takdir edersiniz ki heyet ilmine dair eserleri okuyabilmek için iyi derecede matematik ve geometri bilmek gerekir. Demek ki Uluğ Sultan tabii ve akli ilimlere vâkıf bir kişi idi. İbn-i Sina’nın bazı eserlerini tercüme ettirmesi de onun tabiat bilimlerine vukufuna şehadet eder. İbn Bibi’nin bildirdiğine göre babası da İbn-i Sina’nın hayranlarındandı.48

      Onun tabiat ilimlerine eğilimi Dânişmend ilinde almış olduğu eğitimden gelmektedir. Çünkü Dânişmend Oğulları bilge bir aileden gelmekteler. Kurdukları devlete “Dânişmendiye” denmesi de bundandır. Mutezile mezhebinde oldukları için tabii ilimlere büyük önem atfetmişler, bu ilimlerde isim yapmış bilim ve fikir adamlarını ülkelerine celbedip ve onlara medreseler inşa ederek eserler yağmalarına ve fikir üretmelerine vesile olmuşlardır. Dânişmend Oğullarının Kayseri şehir muhafızı İbnü’l-Kemal diye ünlenen İlyas b. Ahmed adlı bir zat, Dânişmend Oğulları Devleti’nin kurucusu Melik Ahmed Gazi’ye sunduğu Keşfü’l-Akebe adlı astronomiye dair eserinin ön sözünde Melik Ahmed Gazi hakkında: “Pek çok filozoflar ve faziletli kişiler ve dünyanın dört bir yanından akliyeciler (Ehl-i ukul) o yüce zata yöneldiler ve her hin sahip oldukları ilimleri yaymaları ve uygulamaları nispetinde o hazretin cömertlik denizinden pay almaktalar.49 demek suretiyle bu gerçeği ifade etmektedir. O dönemde Dânişmend ilinde telif edilen eserlerin hemen tamamı tabiat bilimlerine dairdir. Demek istiyorum ki Sultan Alâeddin Keykubad Dânişmend ilindeki Dânişmend Oğullarından tevarüs eden havayı teneffüs etmiş bir bilge sultandır. Tasavvufla arasının iyi olmaması da yine yetiştiği muhitteki dinî eğilimden kaynaklanmaktadır.

      Alâeddin Keykubad, bölgesinde bilgin bir sultan olmasına rağmen Şems-i Tebrizî, bu sultana şiddetli muhalefetinden dolayı Makalat’ında onun hakkında şöyle demektedir: “Sultan Alâeddin Keykubad cahil ve cimrinin tekiydi. Satranç oynamaktan ve iyi ok atmaktan başka bir marifeti yoktu.”50 Evvela Şems-i Tebrizî zihniyet ve dinî eğilim bakımından sultana muhalif idi. Onun hakkındaki bu beyanında samimi değildir. Şems’in bu beyanına dayanarak Sayın Muhammed Emin Riyahi’nin de Alâeddin Keykubad’ı gereği gibi takdir etmediği görülmektedir.51 Oysa Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud ona ithaf ettiği Yezdan-Şinaht adlı eserinin hatimesinde onun bilge kişiliği hakkında şöyle demektedir: “İlahi ve tarihî bilimlerin meselelerinden olan hikmet sırlarını bu eserde açtım. Yunanlılardan bugüne kadar hükema bu sırları böylesine ifşa etmeyi reva görmemişlerdir. Aristo bu yüksek sırların ancak istidat sahibi olanlara açılabileceğini söylemiştir. Fakat ben zayıf ve hadim kul, o Yüce Meclis’te (Alâeddin Keykubad’da) o istidadı gördüğümden bu özlü risaleyi tasnif edip bu yüksek hediyeyi ve ebedî saadet vesilesi olacak olan bu eseri yüce huzura göndermeyi vacip gördüm. Bu eser o yüce meslise ve ona yadigârdır.”52 Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’un bu ifadelerinden Uluğ Sultan Alâeddin Keykubad’ın bilge kişiliği ve bilimsel zihniyeti hakkında güvenli ve kesin bir bilgi edinilmektedir. Ona ithaf edilen diğer eserlerde de Keykubad’ın bilge kişiliği hakkında buna benzer ifadeler bulunmaktadır.

      O dönemde bazı çevrelerin Keykubad’a şiddetle muhalif oldukları görülmektedir. Bu muhalefetin sebebi de dinî ve siyasidir. Bunlar genellikle İrani çevrelerdi. O, Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’u Kayseri’den Konya’ya getirtmiş ve saray lalalığına tayin ettirmiştir. Hanikâh-ı Ziya ile Saray Mektebi konumunda olan Hanikâh-ı Sultani’nin (lala) şeyhliğini ona vermişti. Ahi Evren namıdiğer Hace Nasîrüddin’in onun en yakın nedimi olduğu Nasreddin Hoca Latifeleri’nden anlaşılmaktadır. Bu vesile ile Ahiliğin Konya’da örgütlenmesi de sağlanmıştır. Keykubad Anadolu’daki şehirlerde güvenlik ve ticari faaliyetlerin düzen ve intizamının sağlanmasını Ahilere vermişti. İlk defa onun zamanında Ahiler bellerinde kama taşımaya başladılar. Ahi Teşkilatı devletin yapısı içerisine alındı.

      Sultan Alâeddin’e muhalif olan yöneticiler saltanatının ilk yıllarında Kayseri’de Ahilerin Türkmen dervişlerin kazançlarına el koymuşlardı. Böylece Kayseri’deki yöneticiler ile Ahiler arasında gergin bir ortam oluşmuştu. Amaçları Alâeddin Keykubad’a gözdağı vermek ve güçlerini hissettirmek idi. Türkmen Şeyh Evhadüddin-i Kirmani bir mektup yazarak Kayseri’deki bu gergin durumu Alâeddin Keykubad’a bildirmiştir. Evhadüddin’in bu mektubunda yer alan rubaisi Kayseri’deki olayın mahiyeti hakkında bir fikir vermektedir. Bu rubaide şöyle denmektedir:

      Her kim gönül kanıyla bir dirhem biriktirmişse onu sana vermedikçe sen onlara rahat vermiyorsun. Herkesi inciterek göçüp gideceksin. Bari onların malını kendilerine ver de öyle git. 53

      Bu ve buna benzer şikâyetler üzerine sultan, gecikmeden Alanya’dan Kayseri’ye gelmiş. Türkmen ve Ahiler lehine bir siyaset uygulayarak muhaliflerini bertaraf etmiştir. 54 Fakat bu olaydan sonra da İrani çevreler gizliden gizliye muhalefet faaliyetlerini sürdürüyorlardı.

      Sultan Alâeddin’in siyasi muhalifleri boş durmadılar. Büyük oğlu II. Gıyâseddin Keyhüsrev oğlunu tahta geçirmek sevdası içinde olan karısı Hond Hatun ve kötü niyetli Ümeradan Sâdeddin Köpek ve yandaşları ittifak ederek Kayseri’deki Keykubadiye Sarayı’nda sultana zehirli kuş eti yedirerek amaçlarına ulaştılar.55 Onun böyle bir suikast sonucu ölümüyle birlikte Türkiye Selçukluları Devleti’nin talihi ters döndü ve gerileme süreci başladı.

C. Gayrimüslimlerin Yerleşim Yeri Olarak Sille

      Türkiye Selçukluları tarihi boyunca Sille, Hristiyan Rum halkın yoğunluklu olarak yaşadıkları bir kent idi. Sille bu özelliğini uzun süre devam ettirmiştir. Selçukluların ilk dönemlerinde Konya şehri bir kale şeklinde yeniden dizayn edilirken burada bulunan Hristiyan Rum halk burayı terk etmek zorunda kalmışlar ve bunların bir kısmı Sille’ye yerleşmiştir. Sille’deki Rum halk cumhuriyete kadar buradaki varlıklarını sürdürmüşlerdir. Cumhuriyet Dönemi’nde nüfus mübadelesinin yapıldığı zaman Sille’deki Rum halk buradan ayrılmıştır, Yunanistan’a göçmüşlerdir.

      Selçuklular zamanında Sille’de yaşayan Rum halk Müslümanlarla Hristiyanlar arasında bir diyaloğun yaşanmasına vesile olmaktaydı. Birtakım tanınmış Rum kökenli siyasilerin Sille’ye geldikleri görülmektedir. Bu gelenler arasında en fazla dikkati çeken Mavrozomes ailesinden olan Emir Arslan el-Mavrazemi önemli devlet hizmetlerinde bulunmuş bir şahsiyettir. Bu zatın İslami usullere göre inşa edilmiş lahdi de Sille’deki Ak Manastır’da bulunuyordu. Ancak şu anda bu lahit Arkeoloji Müzesi’ne kaldırılmıştır.

      1260 yıllarında Denizlili Mehmet Bey başında ak börk olduğu hâlde Konya’ya gelmiş ve bu gelişinde Mevlana ile de bir görüşme yapmıştır. Mevlana’nın Divan-ı Kebir’inde adı geçmektedir. Bu Mehmet Bey de Mavrozomes ailesinden olup Denizli Meliki Manuel Mavrozomes’un torunudur. Adından da anlaşılacağı üzere Mehmet Bey Müslüman olmuştur. Mehmet Bey bu dönemde başında Ahilerin üniforması olan ak börk olduğu hâlde Konya’ya gelmiştir. Mehmet Bey hakkında elimizde çok önemli bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede Mehmet Bey’in el yazısı bulunmakta ve bu yazıda kendisini hazinecibaşı olarak nitelemektedir. Hiç şüphesiz Mehmet Bey Konya’ya geldiği zaman Sille’deki Hristiyan