AHMED MİDHAT EFENDİ

FELATÜN BEY VE RAKIM EFENDİ


Скачать книгу

Allah, bu varlığı da Râkım Efendi’ye şu isimle verdi. Artık, Râkım Efendi’nin bu nimete şükrederek ders günleri Beyoğlu’na hayvanla gidip gelmesi gerekiyordu, hatta sabahleyin de niçin bir hayvana binmemiş olduğuna da yazıklandı. İşte bizim Râkım’ın Allah’la pazarlığı böyle bambaşkaydı.

      Her zaman evine geldikçe kendisini dadısı karşılardı. O akşam kendisini Canan karşıladı. Kızın hali günden güne değişip dadı kalfanın kadınlığı sayesinde üstü başı düzeldi, hatta çehresine de renk gelmiş olduğunu gördüyse de dadı kalfanın alışkanlığını değiştirmiş olduğuna bir mana veremeyerek sormaya mecbur oldu.

      Râkım: “Dadı! Ben her akşam geldikçe en önce senin yüzünü görmeye alışmıştım. Bu akşam bu âdeti değişmiş gördüm.”

      Fedâyi: “Evlâdım, beyim! Allah bize bir güzel beyaz cariye vermiş olduğu hâlde artık akşam gelir gelmez benim siyah yüzümü görmekte ne mana kalır? Ben tembih ettim.”

      Râkım, koşup dadısının kucağına atılarak ve boynuna sarılıp şapır şapır öperek: “Yok dadıcığım yok! Senin yüzün bana valide çehresi kadar tatlıdır. Cennetten huri çıksa da gelse bana senden güzel olamaz. Ben her akşam senin mübarek yüzünü görmeliyim. Sonra vallahi Canan’ı buradan def etmeye beni mecbur edersin. Hem ona bu tembihleri verme. Çocuktur. İhtimal ki bazı ümitlere düşer. Bendeyse o gibi ümitlerin eseri bile yoktur.”

      Fedayi: “A beyim! Canım! Niçin böyle?”

      Râkım: “Sana dedim ya işte! Sen beni evlâdın gibi seviyorsan benim isteğime göre hareket edeceksin.”

      Koca Râkım, dadısına bu hutbeyi okuduktan sonra: “Hazır İngiliz kızlarını bugün başlattık ya! Dur bakalım şu Çerkez’i de başlatalım. Bu mu onları geçer, yoksa onlar mı bunu?” diye Canan’ı yanına çağırıp ona da alfabeyi yazdı.

      Vay, kızcağızdaki sevinç, evet! Çerkez kısmı okumaya pek hırslı olduğundan bir Çerkez’i okutmak kadar (başka) sevgi gösterisi olamaz.

      Şu kadar var ki Canan’ın İngiliz kızlarını geçeceği daha ilk haftasında anlaşıldı; çünkü Râkım, her gece Canan’ın yanında bulunuyor, kız ise lâyıkıyla öğrenmiş olduğu dersin tekrarını istediğinden zorunlu tekrara mecbur oluyordu. Öte tarafta İngiliz kızlarına da devamı bir aya varmış ve bu bir ayda verdiği dört dersle kızlara yalnız, “elif, be” gibi alfabeyi değil, “e, ab, bbb” gibi çeşitli heceleri de öğretmekten ve bunların hangisi kelimelerin ortasına ve hangisi sağa ve sola geleceğini anlattıktan sonra fazladan, “elif, vav, he, ye” harflerinin Türkçe harf-i med,16 zamme,17 fetha18 ve kesre19 işaretlerinin de hareke olduklarını ve bunların görevlerini anlatmak suretiyle “baba, kuzu, küpe, tûtî20” gibi kelimeleri yazdırmaya başlamıştı; lâkin Canan, bunlarla karşılaştırılamazdı. Bir ay süre içinde Canan, dört beş heceden ibaret kelimeleri yazabildikten başka, bunları “benim, senin, onun, bizim, sizin, onların” ilgi edatlarıyla da birleştirebiliyordu. Demek oluyor ki Râkım, öğrenme şekli için kendince bir yol açmıştı. Evet! Öyleydi.

      Bir cuma günü Râkım, her zamanki gibi Misters Ziklas’ın evine gidince kime tesadüf etse beğenirsiniz? Felâtun Bey’e rastgelse beğenirsiniz a? İşte ona rastgeldi. Felâtun Bey’i kızlarla validesi ve pederi yanında bulup o gün ders günü olmakla muallim efendinin gelmesini beklediğinden Felâtun Bey de kızları, derslerinden imtihan ediyordu. Râkım Efendi’yi görünce İngilizlere de anlatabilmek için Fransızca olarak ve bir gülmenin arkasından Felâtun:

      “Ha ha hay! Sen miydin birader hanımların hocası?”

      Râkım, mahzun bir şekilde: “Evet efendim, bendenizdim beyim!”

      Mister Ziklas: “Vay! Demek oluyor ki tanışıklığınız vardır.”

      Felâtun, gururlu bir şekilde: “Evet! Kendi haklarında sevgim tamdır. O da beni sever zannediyorum.”

      Râkım: “Dünyada benim sevmediğim adam mı vardır? Ben ki herkesin yakınlığına şiddetli ihtiyaçla muhtacım. Herkesi sevmeye bu yüzden de mecburum.”

      Felâtun, Râkım’a: “Mister Ziklas ve Misters Ziklas ile tanışalı iki ay oldu. Sizin de buraya mensup olmanız bir ayı geçmiş, ama nasılsa tesadüf edilememişti.”

      Râkım: “Kısmet bugün içinmiş efendim.”

      Felâtun: “Görüşmemiz peder efendi vasıtasıyla oldu. Kendilerini benden önce tanımak şerefine erişmişler. Sonra beni de getirip Mister, Misters Ziklas ile kızlarına takdim ettiler.”

      Misters: “Evet! Bu yardımlarından dolayı peder efendi hazretlerine nasıl teşekkür edeceğimizi bilememekteyiz.”

      Felâtun, gururuna alçakgönüllülük karıştırmış bir tavırla: “O sizin nezaketinizdir efendim.”

      Aradan bazı havadan sudan sözler geçtikten sonra Râkım: “Beyimiz! Müsaade buyurur musunuz? Biraz da derse bakalım mı?”

      Felâtun, o mübarek tebessümü dudaklarının üzerinde yenileyerek: “Hay hay! Hatta ben de şimdi hanımları imtihan ediyordum.”

      Râkım: “Nasıl, bari epeyce buldunuz mu?”

      Felâtun, hâlâ o mübarek tebessümle: “Hanımların zekâlarına ve anlama yeteneklerine söz ister mi? Fakat birader, ben bu derslerin içinde bazı şeyler görüyorum da bir mana veremiyorum. Kısacası; şu elifbada,21 bu p, ç, j harfleri var mı ya? Biz mektepteyken elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zal, rı, ze, sin, şın diye okuduk. Bunları görmedik. Bunlara ne isim vermeli?”

      Can: “Evet muallim efendi! Felâtun Efendi öyle söyledi. Bizim zihnimiz şaşırdı.”

      Râkım: “Hayır Efendim! Bunda zihin şaşıracak bir şey yok. Felâtun Beyefendi iyi bilirler, ama birdenbire akıllarına gelmedi. Gerçekten de beyim, mektepte biz, buyurduğunuz gibi okuduk, ama bizim okuduğumuz elifba yalnız Arapça içindir. Türkçe için ise ondan fazla birkaç harfe ihtiyacımız vardır. Meselâ, paşa, çavuş, müjde yazacağımız zaman nasıl yazarız? Elbette bu harflere muhtaç olmaz mıyız?”

      Meğer Felâtun Bey, bu harfleri önceden görüp de eski elifbada olmadığını düşündüğü zaman, hazır acemi İngilizlere Felâtunluk satmak için muallim olan kişinin asla Türkçe bilmediğini ve böyle adamlara başvurulursa kızların hiçbir şey öğrenemeyeceklerini, filânı söyleyerek henüz kim olduğunu bilmediği muallimi küçük düşürmüş ve alaya almıştı. Bu kere işi anlayınca suratına garip bir kırmızılık gelerek Felâtun:

      “Evet! Evet! Hakkınız var. Anladım!”

      Mister: “Ben de öyle düşünmekteyim. Bizde Türkçe harfleri öğrenmek için bir kitap vardır, onda harfler mevcuttur.”

      Felâtun: “Benim de aklıma geldi efendi. Bir şüphem daha var, ama arz etmek için muallim efendi hazretlerinin müsaadelerini isterim.”

      Râkım: “Estağfurullah efendim! İstek, hanımların yararınadır. Şayet yüce tarafınızdan fayda sağlamak için bazı öğütlere erişirsek faydalanmaya…”

      Felâtun: “Estağfurullah efendim! Hatırıma gelen şu ki biz şu be’yi görmüşsek de böyle be’ler görmemişizdir. Hani ya, demek isterim ki efendim, böyle dağdağalı şeylerle hanımların zihni bozulmasa daha iyi olurdu.”

      Margrit: “Öyle ama bu harfleri öğrenmemiş