AHMED MİDHAT EFENDİ

FELATÜN BEY VE RAKIM EFENDİ


Скачать книгу

heves etmedikleri için öğrenemediler,” demek için işi, bu görüntüye dökmüştü. Neyimize gerek? Râkım’ın ihtiyacı bir muallimeydi. İstediğinden âlâsını hem de bedava olarak buldu.

      Matio’nun evinden çıktıktan sonra gittiler. Kulekapısı’nda bir müzik dükkânına girip Yozefino’nun seçtiği gayet âlâ bir piyanoyu yedi yüz franga satın aldılar. Râkım, dört yüz frangını peşin verdi. Küsuru için de yine Yozefino’nun tavsiyesi üzerine bir ay süre alıp piyanoyu sırık hamalına yüklettiği gibi evine getirdi.

      Vay, Canan’daki sevinç! Kız çıldıracak be! Öteki odada dadısının boynuna sarılmış yüzünü gözünü öpüyor. Bu hâli Râkım da gördü. Canım ne kadar da hisli ya? Kızın bu kadar sevinci de Râkım’ın hislerini gıcıkladı. Gözleri yaşla dolmakla beraber, bu lütufların ve yardımın kaynağı olan, ihsan eden ve bağışlayan Allah’a kalben yaklaşarak bir zavallı kızcağızı bu kadar sevindirmiş olduğu için şükretti.

      Üç odadan ibaret bulunan evin üç ferdi, (odaları) aralarında paylaşarak bir de misafir kabul edecek yer olmak üzere salonlarını döşemişlerdi. Madem sözü bu kadar açtık, geliniz, şu evin içine bir göz gezdirelim: Evceğiz bir katlıydı. Zeminde mutfak, kiler, odunluk ve ev altı olup merdivenden çıkınca ufak bir açık alana varılıyor ve karşı gelen camlı kapı açılınca salona giriliyordu. Eski hâlindeyken üç odanın üç kapısıyla bir de hela kapısı salona açılıyordu. Sonradan gördüğü tamir esnasında Râkım, birisi merdivenin karşısına ve ikisi de sağ tarafa denk gelecek oda kapılarının önüne bir buçuk arşın mesafeden bir bağdadi23 duvar çektirip kapılar, bu şekilde bir koridorun içinde kalmışlardı. Helâ ise karşıya gelen odanın sol tarafında kalıyor ve bu hâlde gerek odalara ve gerek helâya yol veren koridorun yalnız bir kapısı sağ taraftan tam salonun ortasına açılıyordu. Salonun sağ tarafı dediğimiz taraf, sokak üzeri tarafıdır ki bu durumundan dolayı odalar, ışığını sokak tarafından alıyordu. Salonunsa sol tarafa üç penceresi olup, bunların ortada bulunanı onun karşısında kalan kapıya uygun olması için “yarık pencere” denilen camlı kapı gibi bir şey olup yanı başlarında bulunan diğer ikisi de âdeta birer pencereydi. Bu pencerelerin açıldığı taraf, dört yüz arşın kadar ufacık bir bahçe olup zemini sokak zemininden yüksekti ve salonun camlı kapısından üç ayak bir merdivenle bahçeye iniliyordu.

      Evin şekil ve bölümlerini anladınız ya? Şimdi bunun içini güzelce boyayınız, kâğıtlayınız, yerlere âlâ kilimler döşeyiniz, salonun içine yarım takım kanepe, bir ayna ve bir konsol koyunuz. Aynanın iki tarafına iki güzel resim de asınız. İşte Râkım’ın salonunu oluşturmuş olursunuz. Hele merdivenin yanındaki camlı kapıya karşı duvara piyano da konulduktan sonra o mini mini salon ne kadar güzel olur? Râkım’ın odası, sağ taraftaki en başta bulunan odadır. Kapısından girerseniz karşınıza pencereler çıkar. Odanın sağ tarafı kütüphanedir. Sol tarafında Râkım’ın karyolası görülür. Kapıdan girildiği zaman iki tarafında kalan boşlukta da birer dolap vardır ki içi, antikaya ve tuhaf şeylere dair birçok hırdavat doludur.

      Bu odanın yanındaki oda Canan’a tahsis edilmiş. Gerçi, Canan’ın kendisine kapı bir komşu olmamasını Râkım istemişse de bu odanın yüklüğü olmadığından dadı burada rahat edemeyeceğini söyleyerek orasını mutlaka Canan’a tayin etmişti. Odaya girildiği zaman yine sol tarafında bir karyola, sağ tarafında ufak bir konsol üzerinde güzel bir ayna, yanında iki çiçeklik, kapı kenarında bir tuvalet takımı. Pencerelerin kenarında da bir küçük masa üzerinde dikiş, filân araçları görülüyordu.

      Bu ara şunu da hatırlatalım ki Râkım’ın topu (topu) bir tuvalet takımı olup o da Canan’ın odasında bulunduğundan sabahları tuvaletini orada yapıyordu.

      Öteki tarafın üzerindeki dadının odasına gelince: Bu odanın penceresi olmayıp koridorun sonunda bulunan bir pencerenin bahçeden aldığı ışıkla Fedayi’nin odası da yarım yamalak aydınlanıyordu. Bu oda eski zaman odaları gibi yüklüklü, dolaplı bir şey olup dadı kalfa karyolada yatmadığından alaturka yatak takımı yüklüğünde duruyordu. Hâlbuki evin sandık odası da bu odaydı. Gerek Râkım’ın gerek Canan’ın sandıkları da yüklük altında bulunan özel yerde bulunuyordu.

      Yozefino, derslerini perşembe günlerine ayırmış olduğundan ilk defaki perşembe günü Râkım Efendi de evindeydi. Saat on gibi madam geldi, çattı. Canan, gelen hocanın kendi hocası olduğunu görünce madamı kucaklayıp yarı Çerkezce, yarı Türkçe bir yolda memnuniyetini dile getirmişse de Yozefino, bir kelime Türkçe anlamadığından o da kızı kucaklayıp, öperek Râkım’a: “Mösyö Râkım! Şu çocuğun dilini anlamam ya! Fakat bunun gözleri, hal ve tavrı ne demek istediğini bana pek âlâ anlatıyor,” dedi.

      Râkım, Yozefino’nun Canan hakkında gösterdiği muhabbete de memnun ve müteşekkir olup bu zavallı kızcağızı öğrenciliğe değil, kız kardeşliğe kabul etmesini de tavsiye etti. Yozefino, Râkım’ın salonunu pek güzel buldu. Hele salondan bahçeye bakıp düzeninin ve bakımının pek yolunda olduğunu görünce daha fazla memnun oldu.

      Yozefino: “Mösyö Râkım! Evinizi pek beğendim. Ne zevk sahibiymişsiniz. Vallahi kutu gibi bir saloncuk; lâkin odalarınızı da görmek isterim.”

      Râkım: “Madam! Bundan başka yerlerimiz yalnız yatak odalarından ibarettir.”

      Yozefino: “Çocuk olmayınız a! Biz dost olacak değil miyiz? Yatak odaları olsun, göreceğim. Serbest adamlarda bu düşünceye şaşılır.”

      Bu söz üzerine Râkım, odaları da Madam Yozefino’ya gösterdi. Canan’ın doğuştan gelen yeteneğini artık uzun uzadıya tarif lâzım mı ya? Yozefino odaları tertemiz bir hâlde buldu. Her şey yerinde, her şey düzeninde. O kadar memnun oldu ki böyle bir eve, böyle bir cariyeye sahip olmanın saadet olduğunu bin defa tekrar etti. Râkım, dadısı olan Fedayi’yi de takdim (edip) ve validesi yerinde olduğunu anlatınca Yozefino, onun da iltifatlarına boğuldu.

      Bugün, Canan’ın Râkım Efendi’nin evine gelişinin üçüncü ayı olup özellikle Yozefino, bir aydan beri Canan’ı görmemiş olduğuna ve bu müddet zarfında Canan’ın bakım ve eğitimine devam edilerek kıza renk ve canlılık gelmiş ve güzelliği artmış bulunduğundan dolayı Yozefino, yarım saat içinde Canan’ın dersini verip bitirdikten sonra Râkım ile Canan hakkında şu bir iki kelime söylenmeye mecbur oldu:

      Yozefino: “Uzatmayınız Mösyö Râkım! Cariyeniz pek güzel, pek zeki, pek kavrayışlı!”

      Râkım: “Daha yavaş yavaş açılır madam!”

      Yozefino: “Onu demek istemiyorum! Siz de gençsiniz o da! İki genç bir yerde? Fena âlem değildir ha?”

      Râkım: “Yok işte, bu fikriniz yanlıştır.”

      Yozefino: “Niçin sanki ayıp bir şey mi?”

      Râkım: “Ne ayıp olacak? Özellikle cariyemdir.”

      Yozefino: “Öyle ise ne?”

      Râkım: “Ama ben kendisini kız kardeş gibi seversem daha çok hoşlanacağım.”

      Yozefino: “Durunuz bakalım, o sizi kardeş gibi sevecek mi?”

      Râkım: “Benden kardeşlikten başka bir şey görmezse ne yapacak? Elbet o da beni kardeş gibi sevecek.”

      Yozefino: “Onlar bugünkü sözlerdir kuzum. Durunuz bakalım, biraz daha zaman geçsin de… Siz de melek misiniz sanki? Bir güzelden istifade etmeyi protesto mu ettiniz?”

      Râkım: “Yok! Hatta bu istifade için fedakârlık bile ederim, ama Canan’ı o yolda terbiye etmek istemem.”

      Yozefino: