Sami Şemsettin

TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT


Скачать книгу

de tamamen tersine… Gidip bakıyoruz ki, bize koca olacak adam ya altmış yaşında ya bir gözü kör ya burunsuz ya sarhoş ya da ahmak… Ah, siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın bir gözü biraz şaşı olsa veya bir ayağı birazcık topal olsa zavallı, evlenmeden ihtiyarlar gider. Kimse almaya tenezzül etmez, ama sizin en kötünüz, en uğursuzunuz, en sakatınız bakıyorsun ki kızların en güzelini, en uslusunu alıyor da zavallıyı esir ediyor.”

      Babam da anamın bu sözlerine cevap verdi, sonunda bunun üzerine bir, iki saat konuştuktan sonra babam bana dedi ki:

      “Kızım, şu çocuğun ismi nedir?”

      “Rıfat Bey,” dedim, ama bu adı söylerken yüzümde ne renkler ortaya çıktı. Bir Allah bilir. Hem de sesim başka türlü titriyor, kesiliyordu ki ancak üç, dört defa söyledim de babam işitebildi.

      “Derste nasıl? O senden iyi okuyor değil mi?”

      “Yok, bir dersteyiz. Beraber okuyoruz. Bizden iyi bilen yok. Hem de çok usludur. İkimiz hocayı hiçbir zaman kızdırmayız. Birbirimizle de çok sevişiyoruz. Dersi birlikte okuyoruz.”

      “Sevişiyorsunuz! Sen onu seviyorsun demek oluyor.”

      “Evet, çok seviyorum.”

      Babam: “Öyle mi? Maşallah! Hiçbir kız, bir çocuğu seviyorum diyebilir mi? Yoksa şimdiden koca mı istiyorsun? Hakkın var a! Çünkü sen de ananı dinliyorsun ki öyle diyor. ‘Kız, güzel bir çocuk beğenmeli, almalı,’ işte ananın fikirleri bu! Sen de öyle yapıyorsun değil mi?”

      Ben, babamın bu sözünü işittiğim gibi, belime kadar pancar kesildim, ter içinde kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Anam beni bu halde görür görmez babama:

      “Aa! Bırak şimdi Allah aşkına! Kızımı utandırdın. Niçin sevmeyecek? Beraber mektebe gidiyorlar, beraber okuyorlar da sevmeyecek mi? O zaman kıskanç, kötü bir kız olacak,” diye benim yanıma geldi ve beni okşayarak, öperek:

      “Yok kızım yok! Sen utanma, baban seni kızdırmak için söylüyor. Sen mektebindeki arkadaşlarını sevmelisin. Kız olsun, oğlan olsun hiçbir zararı yoktur,” dedi.

      Ben, anamın bu sözleriyle biraz teselli oldumsa da babamın yüzüne bakmaya cesaret edemedim. Anamdan da utanıyordum. Gözlerimi dizime dikip durdum. Babam da anam da sustular. Biraz sonra yavaş yavaş kalkıp gözlerimi kımıldatmaksızın savuştum. Kapıdan çıktığım gibi, o utanmadan kurtulduysam da gözyaşlarım istemeden döküldü. Hüngür hüngür ağlayarak dadıma gittim. Dadım, ihtiyar bir kadındı. Beni pek çok seviyordu. Ağladığımı görünce:

      “A kızım ne oldu, ne var? Baban bir şey mi söyledi sana? Hiç böyle olduğun yoktur. Gel bana, ağlama. Gözlerini sil, söyle bana şimdi, ne oldu? Yoksa bir şeyden mi korktun?” diyerek beni kucağına aldı.

      “Ah dadı! Babam bana neler söyledi! İşitseydin sen de ağlardın. Baksana terime!”

      “Vah vah! Kızım terlemiş, kurban olsun dadı sana… E, ne söyledi efendibaba bakalım?”

      “Ne söyleyecek? İftira attı. Bugün Rıfat Bey’i, buraya gelen çocuğu gördün. İşte, onun sözü açıldı. Ben, ‘Onunla sevişiyoruz,’ dedim. Hem de gerçek dadı, sevişiyoruz. Hele ben onu pek çok seviyorum. İşte ben sevdiğimi söyledim. Birini sevmek ayıp mı, o da beni seviyor. Evet, pekâlâ biliyorum ki seviyor. Sevmeyeydi, her gün mektebe giderken gelip beni niçin alsın? Dersi bilmediğim zaman niçin bana öğretsin? İşte o da beni seviyor, ben de onu seviyorum; fakat babam anlamadı. ‘Sen şimdi aşka, sevdaya başladın,’ diyerek beni utandırdı.”

      Dadım sözümü işittiği gibi büyük bir kahkahayla gülerek:

      “E? Baban kötü mü söylemiş? Bu aşk değil de nedir? Gidi seni! Bunun için yataktan kalkar kalmaz mektebe koşuyorsun. Ben, derse hevesin var zannediyordum. Meğer sen, aşığını görmek için gidiyormuşsun. Cuma günü de ya sen onun evine ya o buraya geliyor. Bir gün görüşmeksizin duramıyorsunuz? A, o da seviyor ha! Oh! Ne iyi hem sevmek hem sevdiğin adam tarafından sevilmek; bundan iyi şey dünyada yok. Aferin Salihacığım! Güzel çocuk seçtin. O da seni seviyor a? Alacağım malacağım, bir şey söyledi mi sana?” der demez:

      “A! Dadı, sen de bana gülmek istiyorsun, ne zannediyorsun? Yine ağlayayım mı? Yok yok! Ben o kadar budala değilim… Gel, yatağımı yap, yatacağım, işte gözlerim kapanıyor,” diyerek dadımı sonunda kandırdım. Yatağı yaptı, yattım; fakat uyku nerede, bin türlü düşünce zihnimden gelip geçti. Rıfat Bey’le olan sevgimizin aşk olduğuna hâlâ inanmak istemedim. Anamın, kızların evlenmesine dair akşam söylediği sözler de zihnimde kalmıştı. Evlenmeye dair hayaller kurmaya başladım, ama bir türlü karar veremedim. Bir de Rıfat Bey’le evlenmek aklıma geldi. Gönlüm anîden tiz tiz vurmaya başladı.

      Rıfat Bey’le evlenmek… Rıfat Bey’le gece gündüz beraber olmak… Ömrümüz oldukça ayrılmamak. Oh! O zaman benden daha mutlu dünyada kim olabilir? Fakat başkasını almak! Rıfat Bey’den ayrılmak! Rıfat’ı bir daha görmemek! Ah… Ben öyle yaşayabilir miyim? Ah, yok yok! İşte, dadının dediği gibi, babamın da hakkı var. Ben Rıfat’ı seviyormuşum; yani âşıkmışım… İşte şimdi anama hak verdim. Kız, sevdiği çocuğu almalı… Ben hele başkasını alamam… Ah gece! Ne uzundur bu gece! Ne zaman sabah olacak? Gideyim, Rıfat Bey’i göreyim. Ah, Rıfatçığım ah! Ayrılırsak ne yapacağız? Nasıl yaşayacağız? Diye düşüne düşüne ve ağlaya ağlaya uyumuşum.

      SÖZLEŞME

      Ertesi sabah mektebe gittim. Baktım ki çocuklardan hâlâ kimse gelmemiş. Gittim, yerime oturdum, başımı rahleye koyup düşünmeye başladım. Gözyaşlarım çeşme gibi akıyor, kapının önünde gezinen tavukların, köpeklerin fışıltısını işittikçe, “Rıfat Bey geliyor,” diye kanım donuyor. Hem seviniyor hem korkuyorum. Sevinmek çok iyi; fakat korkmak neden? Titremek neden? Sonunda Rıfat Bey de geldi, benim öyle ağladığımı görünce boynuma sarılıp:

      “Ah Saliha’m, ne ağlıyorsun, ne oldu? Ah! Sus, gözlerini sil. İşte beni de ağlatıyorsun. Yalnızdın da korktun mu yoksa? Niçin ağlıyorsun?”

      “Nasıl ağlamayayım… Ah! Ben… seni… seviyorum… bilmem… sen… beni seviyor musun, sevmiyor musun? Hatta dün, seni sevdiğimi babama da söyledim de… bana güldü… O neyse! Fakat bir şey hatırıma geldi. Yarın öbür gün beni mektepten alacaklar; yaşmak, ferace bilmem ne giydirecekler. O zaman nasıl görüşeceğiz, nasıl yapacağız?”

      “Ah! Onu ben de düşünüyorum. Ben de böyle bir ayrılıktan korkuyorum, ama Allah kerim… Şimdiden mi ağlayacağız? İki, üç sene görüşmeyeceğiz. İşte bu, bizim çilemiz olsun.”

      “Nasıl, iki-üç sene? Ya sonra? Sonra nasıl görüşeceğiz? Sen bir zaman sonra evlenirsin… ben de… ah! … Elimizde değil ki. Anam dün akşam söylüyordu ki: Baba – ana kızlarını, oğullarını istedikleri gibi evlendirir, onlara hiç sormazlar. Baban sana bir kız verirse almayacak mısın?”

      “O ne! Ben evleneyim, ben senden başka kız alayım! Ah, mümkün müdür! İnanır mısın Saliha’m! Ben sensiz yaşayayım. Ah! (Bu) sevdiğim kadar sevmezmişsin demek oluyor.”

      “Ah, Rıfatçığım! Benim sevgimi gönlüne sor, nasıl ki ben, senin sevgini gönlüme soruyorum, ama ne yapalım? Elimizde ne var?”

      Rıfat Bey bana cevap vermeksizin hokka kalemiyle bir parça kâğıt aldı, bir iki satır yazı yazdı, önüme attı. Bir de alıp okudum ki: Beşikten mezara aşkımız kalıcı olup, birbirimizi almamaya mecbur olursak kendimizi öldürmezsek soysuzuz, yazmış ve kendi imzasını koymuş. Ben de imzamı koydum. Bir daha onun gibi yazdı, buna da imzalarımızı koyduk. Birini o aldı, cebine koydu, birini de bana verdi.

      Saliha