önemli üçüncü yolculuğa başlayan Fritz, 7 Eylül 1864’te Schulpforta’dan son kez ayrıldı.
V
Nietzsche, dostu Paul Deussen’la önce kendi evinde, ardından Oberdreiss’de Deussen’in evinde keyifli birkaç hafta geçirdi. İkisi de ekim ayının ortası gibi Bonn Üniversitesi’nde eğitimlerine başladılar. Tüm tatil boyunca neşesi yerinde olan Nietzsche’nin hapsedilmiş ruhu, bu tatilde biraz olsun serbest kalabilmişti.
O zamanlar Alman üniversite öğrencilerinin özgür hayat tarzına kendini kaptıran Nietzsche, hayatı dolu dolu yaşamaya kararlıydı. Büyük bir mutlulukla Franconia Kulübü’ne üye oldu ve altı ay boyunca hiçbir duygusal sıkıntı çekmeden çeşitli öğrenci şenliklerine katıldı. Ailesi Nietzsche’yi savurgan olmakla suçluyor, Nietzsche ise harçlığının yetersiz olmasından yakınıyordu. Bu durumdan şikayetçi olan her iki taraf sonunda bir mutabakata vardı ve olayın yatışmasıyla Nietzsche dostlarıyla beraber şarkılar söylemeye, içmeye ve gönlünü eğlendirmeye kaldığı yerden devam etti.
Bir keresinde, bir eğlence sonrası Lisbeth’e bu anlamsız satırları yazdı: “Tüm bilincimle söylüyorum ki kalın kafalı biri olmadığımı belirtmekte çok haklıyım.” Heves ettiği şeyler arasında düello da vardı fakat bir türlü kendine denk bir rakip bulamıyordu. Bir gün bir arkadaşına gitti ve: “Ben burada yeniyim, yani bir düello yapmalıyım. Seni sevdim sayılır. Hadi savaşalım!” dedi. Arkadaşı teklifi kabul etti ve düello sonucu Nietzsche hafif yaralandı. Daha sonraki yıllarda, Bonn’daki bu senesinden, iki farklı büyüme dönemi içeren bir rüya olarak bahsetti.
Eğitimini felsefe ve annesinin isteği üzerine ilahiyat alanlarında yapmaya karar verdi. Tarih ve sanat derslerinin yanı sıra Ritschl ve Jahn’dan aldığı dersler kendisinde ayrı bir zevk uyandırıyordu. Bu arada bol bol klasik müzik dinlemiş, Schumann tarzında birkaç beste yapmış ve dostu Deussen’la çıktıkları yürüyüşlerde gelecek hakkında uzun uzun konuşma fırsatı yakalamıştı.
Ardından her şey geri tepti ve Nietzsche, yeniden yalnız kalmaya başladı. Artık neşe içerisinde geçirdiği bu altı ay ona tamamen boşa harcanmış gibi geliyordu. Keyifle geçinip giderken beklenmedik bir olay mı yaşamıştı yoksa? Belki bunun sebebini Deussen’ın çok sonraları anlattığı bir hikâyede bulabiliriz. Görünüşe göre Nietzsche bir gün Köln’e gitmiş ve bir hizmetkâr sayesinde şehrin gezip görülecek yerlerini öğrenmişti. Rehberinden kendisini güzel bir restorana götürmesini isteyen Nietzsche, görevlinin onu bir geneleve götürmesi üzerine, kendini birden ince tül elbiseler içerisinde beklentili gözlerle bakan fahişeler arasında bulmuştu. Bir süre bu durum karşısında sersemledikten sonra, soluğu, Deussen’e anlattığı üzere “etrafında ruha sahip tek şey olarak gördüğü” piyanonun başında almış ve hızlıca birkaç şey çaldıktan sonra büyük bir hışımla kapıdan çıkarak orayı terk etmişti.
Nietzsche, kadınlara karşı fiziksel tutukluğunu daha da güçlendiren bu olaydan sonra mı Franconia Kulübü’ne yeni bir düzen getirmeyi kendine görev edinmişti? Andler, Nietzsche’nin bu isteğini hâkimiyet kurma ihtiyacına bağlıyor, bu belki de doğrudur ancak Fritz’in yaşadığı bu deneyimin süreci hızlandırdığı da kuşkusuz bir gerçek. Her halükârda, Nietzsche, gerçek bir Alman reformcu kimliğiyle kulüpteki arkadaşlarına sarhoşlukları ve cinsel hayatları üzerine sitem etmiş ve onlara çeşitli öğütler vermişti.
Nietzsche’nin kendine tamamen egemen olabilme arzusunu hepimiz biliyoruz. Bundan birkaç sene sonra yazdığı Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine kitabının büyük bir kısmını, öğrencileri üniversiteye gittiklerinde edindikleri ani özgürlüğe yeterince hazırlayamadıklarından yakındığı Alman devlet okullarını eleştirmeye ayırdı. Tüm bu suçlamalar karşısında Schulpforta da kendine düşen payı aldı elbet.
Nietzsche, başka bir yerde bu konu hakkındaki görüşlerini bu şekilde açıkça belirtiyor: “Kraliyet okulundan gelip de üniversiteye başlayan bir öğrencinin, bunca yıl ders görmesine rağmen ne kadar kötü bir eğitim aldığını fark etmenin şaşkınlığı içerisindeydim. Her ne kadar kendini beğense de düşüncelerini ifade etmeyi beceremiyordu. Henüz bir kadının dostluğunun sıcaklığını hissetmemiş bu çocuk, hayatı kitaplardan öğrendiğini sanıyor ancak her şey ona garip ve tatsız geliyordu. Bonn’a ilk geldiğimde ben de tam olarak böyle hissetmiştim. İşlerin bu talihsiz akışını değiştirmek için verdiğim kararlar her zaman doğru olmadı. Tatsız ilişkiler ve düşünmeden üstlendiğim sorumluluklar, üniversitedeki ilk yılımı benim için çekilmez kıldı.”
Başka bir deyişle hayattaki gururu yüzünden, henüz kendine tamamen egemen olamayışını kabullenemiyordu. Eğer Tolstoy gibi kendi kendini fethedemezse, başkalarına öğütler verebilirdi ancak. Ne yazık ki dostları, gençlik cehaletiyle verilmiş bu sinirli nasihatleri hoş karşılamadı, böylece Nietzsche kendini yenilmiş halde ve yine, tahmin ettiği gibi, bir başına buldu. Yalnızlığa mahkûm yaralı ve gururlu bu çocuk, ancak geceleri yatağa girdiğinde yaralarını sarabiliyordu. Bonn, Sabahın Oğlu için hapis demekti.
VI
Nietzsche’nin Bonn’daki ilk altı ayı sakin geçmiş fakat gelecekte üzerinde büyük izler bırakacak güçlü bir kişiliğin etkisi altına girmişti. Bonn’da ders veren ünlü filolog Ritschl, kendine has bir cazibeye sahip, istekli ve bir o kadar da sert bir bilim insanıydı. Genç Nietzsche, çok geçmeden bu adamın büyüsüne kapılmış ve sayesinde kendine duyduğu güven geri gelmişti. Schulpforta’lı bu çocuk, bilgiye olan açlığının durmak bilmez ve dağınık halinden sürekli yakınırdı. Ritsch’in hızla artan etkisi altında, bir gün bu satırları yazdı: “Sakince derinlemesine düşünebileceğim, hiç durmadan mantığımı kullanabileceğim ve sonuçlarıyla ruhumu etkilemeyecek bir bilim dalı arzuluyordum. Aradığımı filolojide bulabileceğimi düşündüm.”
Yukarıda belirtmiş olduğum kelimelere dikkatinizi çekerim, bu kelimeleri Rohde’nin daha sonraları Nietzsche’den bahsederken yazdığı bu satırla bir karşılaştıralım: “Hem dış hem iç temizliğinden, temiz namusundan ve ağırbaşlı tutum ve hareketlerinden…” Burada Nietzsche’nin kadınlara karşı olan tutukluğuna işaret eden bir şeyler var mı? Acaba Nietzsche, “kadınların ruhunu etkileyeceğinden” mi korkmuştu? Böylesi bir korkunun, Schopenhauer’a karşı hissettiği sempatiyle bir ilgisi olabilir miydi?
Nietzsche artık hayattan soyutlanmak ve filolojinin dünyasında kendini kaybetmek istiyordu. Görüldüğü üzere yeni metresini bulmuştu fakat bununla beraber yeni sorunlar da gün yüzüne çıkmıştı. İlahiyat derslerini, kendisini doğduğu günden beri bakanlıkta çalışırken görmek isteyen annesi için alıyordu. Schulpforta’daki rasyonalizm, tüm inancını kırmıştı ancak yine de Nietzsche soyadını taşımaktan dolayı büyük bir gurur duyuyordu ve ailesinin en büyük onuru, güçlü dini temelleriydi. Tabii Rosalie halası, gizlice bu temelden biraz sapmış sayılırdı.
Genç Nietzsche, sorunlarına bir çözüm bulabilmek için bir gün Ritschl’e danıştı. Saygın profesör, tek bir konuşmada Fritz’in tüm dertlerine derman oldu. Tarafsız bir bilim insanı olması gereken bir filolog, kasıtlı inançlar tarafından etkilenirse nasıl serbest araştırmalar yapabilirdi? Bu yarım saatlik konuşma, Fritz’in aile geleneklerine olan son bağını koparmaya yetti. Sürekli şiddetli fiziksel ve ruhsal acılarla yaşayan ve verdiği cüretkâr örnekle gerçeği gözler önüne seren Ritschl, bir kahraman ve tanıdığı en asil adam değil de neydi? Pforta bir hapisti ve Nietzsche özgürlüğü arıyordu. Sonunda aradığı özgür yolu bulmuştu. Okulundan, evinden, Tanrı’dan, korkularından ve tüm dürtülerinden kurtulup özgür kalabilecekti sonunda.
Nietzsche, Paskalya tatilinde evi Naumburg’a bir ateist olarak