Alfred Adler

Yaşamın Anlamı ve Amacı


Скачать книгу

plana çıkarılmış ve sonuçta popüler bir batıl inancın kurbanı olmuşlardır.

      Şimdi durumumuzu bir özetleyelim. Yaşamının ilk dört ya da beş yılında çocuk zihinsel uğraşlarını bir bütün haline getirir ve zihni ile bedeni arasındaki kökten ilişkileri tesis eder. Belirli bir yaşam tarzı ile buna uygun duygusal ve fiziksel bir habitus6 benimsenmiştir. Gelişimi daha büyük ya da küçük ölçekli bir işbirliğini kapsar ve işte bu işbirliği derecesine göre birey hakkında bir yargıda bulunup onu anlamayı öğrenebiliriz. Tüm başarısızlıklarda en yaygın olarak karşımıza çıkan durum işbirliği yapma becerisinin en düşük seviyede oluşudur. İşte burada psikolojiye yönelik bir tanımlamada daha bulunabiliriz. Psikoloji işbirliği yapmadaki yetersizliklerin anlaşılmasıdır. Zihin bir bütün olduğu ve tüm dışavurumlarında benzer bir yaşam tarzı sürdürüldüğü için bir bireyin tüm duygu ve düşünceleri yaşam tarzı ile bağdaşık olmalıdır. Şayet açıkça zorluklara neden olan ve bireyin kendi refahına aykırı düşen duygularla karşılaşırsak bu duyguları değiştirmeye çalışarak başlamak tamamen faydasız olacaktır. Bunlar bireyin yaşam tarzının hakiki dışavurumlarıdır ve ancak birey yaşam tarzını değiştirirse yok edilebilir.

      Bu noktada bireysel psikoloji eğitim ve tedaviye yönelik bakış açımız için özel bir ipucu sunmaktadır. Asla tek bir belirti ya da dışavurumu ele almamalıyız. Tüm bir yaşam tarzında, zihnin deneyimlerini yorumlama biçiminde, yaşama yüklediği anlamda ve bedeni ile dış çevresinden edindiği izlenimlere tepki verdiği eylemlerinde yapılan hatayı ortaya çıkarmalıyız. İşte bu psikolojinin gerçek görevidir. Şayet bir çocuğa iğneler batırıp ne kadar yükseğe zıpladığına ya da biraz gıdıklayıp ne kadar yüksek sesle kahkaha attığına bakarsak buna tam anlamıyla psikoloji denmez. Modern psikologlar arasında oldukça yaygın olan bu girişimler aslında bize bireyin psikolojisi hakkında bir şeyler verebilir. Ancak belirli bir yaşam tarzının varlığına dair ipuçları sunabildikleri müddetçe yardımcı olabilirler. Yaşam tarzları psikoloji için asıl uygun araştırma konuları ve araştırma malzemeleridir. Diğer araştırma konularını ele alan diğer öğretiler çoğunlukla fizyoloji ya da biyolojiyle uğraşırlar. Bu durum uyarıcılar ve tepkilerini inceleyenler, sarsıntılı ya da şok edici bir deneyimin izlerini bulmaya çalışanlar, kalıtımsal becerileri inceleyip bunların nasıl kendilerini ifşa ettiklerini inceleyenler için de geçerlidir. Bununla birlikte, bireysel psikolojide ruhun kendisini, bir bütün olarak zihni ele almaktayız. Bireylerin dünyaya ve kendilerine yükledikleri anlamı, hedeflerini, çabalarının hangi tarafa yöneldiğini ve yaşamın sorunlarına karşı nasıl yaklaştıklarını incelemekteyiz. Psikolojik farklılıkları anlama konusunda şimdiye dek elimizdeki en iyi anahtar işbirliği yapmadaki becerinin derecesini inceleyerek edindiğimiz anahtardır.

      Üçüncü Kısım

      Aşağılık ve Üstünlük Duyguları

      Bireysel psikolojinin en önemli keşiflerinden biri olan “aşağılık kompleksi” artık dünya çapında tanınıyor gibi görünmektedir. Pek çok ekolden gelen psikolog bu terimi benimseyip kendi uygulamalarında kullanmaktadır. Ancak bu terimi anladıklarından ya da doğru kullandıklarından pek emin değilim. Örneğin bir hastaya aşağılık kompleksinden mustarip olduğunu söylemek hiçbir zaman işimize yaramaz. Böyle yapmak sadece kendisine bunun üstesinden nasıl gelebileceğini göstermeksizin aşağılık duygusunu vurgulayacaktır. Yaşam tarzında sergilediği belirgin cesaretsizliği fark etmeli, cesaretinin eksik kaldığı yerlerde onu cesaretlendirmeliyiz. Her sinir hastasının bir aşağılık kompleksi vardır. Hiçbir sinir hastası da diğerlerinden sırf kendisinin aşağılık kompleksi var diğerlerinin yok diye farklı değildir. Diğerlerinden yaşamın yararlı yönünde ilerlemede yetersiz hissetmesi bakımından ve çabaları ile eylemlerine koyduğu sınırlamaları ile ayrılır. Başı ağrıyan birisine “Sorununuzun ne olduğunu biliyorum. Başın ağrıyor!” demenin ne kadar faydası olursa böyle birisine “Aşağılık kompleksiniz var,” demek de o kadar yardımcı olur.

      Çoğu sinir hastasına kendilerini aşağılık hissedip hissetmedikleri sorulsa “Hayır,” yanıtını verir. Hatta bazıları “Tam tersi. Etrafımdaki insanlara göre üstün olduğumun gayet farkındayım,” der. Aslında sormamıza bile gerek yok. Yalnızca davranışlarını izlememiz gerek. Davranışlarında kendisinin ne denli önemli olduğuna dair telkin etmede hangi numaraları kullandığını fark edebiliriz. Örneğin kendini beğenmiş birilerini görsek “Diğer insanlar bana yukardan bakma eğilimindeler. Önemli birisi olduğumu göstermeliyim,” şeklinde hissettiğini tahmin edebiliriz. Konuşurken el kol hareketlerini kullanan birisini gördüğümüzde “Eğer jestlerimle vurgulamazsam söylediklerimin bir ağırlığı olmaz,” şeklinde hissettiğini düşünebiliriz. Diğerlerine göre üstünmüş gibi davranan herkesin ardında çok özel gizlenme çabalarını gerektiren bir aşağılık duygusunun varlığından şüphelenebiliriz. Bu durum sanki çok kısa olduğundan çekinip kendisini daha uzun göstermek için parmak uçlarında yürüyen bir adamın durumuna benzemektedir. Bazen bu çok belirgin davranışı iki çocuk boylarını karşılaştırdıklarında görebiliriz. Daha kısa olduğundan çekinen çocuk yukarı doğru uzanıp vücudunu olabildiğince gerecek, olduğundan daha uzun görünmeye çalışacaktır. Şayet böyle bir çocuğa “Çok kısa olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sorsak bu gerçeği kabullenmesini beklememiz çok zordur.

      Bu sebeple aşırı derecede aşağılık duygusuna sahip birinin uysal, sakin, soğukkanlı, zararsız türden birisi gibi görüneceği sonucu çıkmaz. Aşağılık duygusu kendini binlerce farklı biçimde belli edebilir. Belki de bunu ilk kez hayvanat bahçesine götürülen üç çocuğun hikâyesiyle örneklendirebilirim. Aslan kafesinin önünde dururken çocuklardan biri annesinin eteğinin ardına sinip “Eve gitmek istiyorum,” demiş. İkinci çocuk durduğu yerde kalmış, rengi solup ürpererek “Hiç de korkmadım,” demiş. Üçüncü ise aslana korkusuzca bakıp annesine “Aslana tüküreyim mi?” diye sormuş. Çocukların üçü de gerçekte aşağılık hissetmiş ancak her biri kendine özgü biçimde, yaşam tarzlarına uygun biçimde duygularını ifade etmiştir.

      Aşağılık duyguları aslında belli bir ölçüde hepimize özgüdür. Çünkü hepimiz kendimizi geliştirmeyi dilediğimiz durumlarda buluruz. Şayet cesaretimizi koruyabilirsek yalnızca doğrudan, gerçekçi ve makbul araçlar kullanarak yani durumumuzu iyileştirerek kendimizi bu duygulardan kurtarmaya başlayabiliriz. Hiçbir insan herhangi bir aşağılık duygusuna uzun süre katlanamaz. Bir tür eylem gerektiren gerilimin içine atılır. Ancak cesaretini yitirmiş bir birey olduğunu varsayalım. Diyelim ki gerçekçi çabalar sarf ederse durumunu iyileştirebileceğini kavrayamıyor. Yine de aşağılık duygusuna katlanamaz. Yine de bu tip duygulardan kurtulmak için uğraşacaktır. Ancak kendisini ileriye götüremeyen yöntemler deneyecektir. Hedefi hâlâ “zorluklara karşı üstünlük kurmak” olacaktır ancak engelleri aşmak yerine üstünlük duygusuyla kendini hipnotize etmeye ya da kendi kendini zehirlemeye çalışacaktır. Bu arada aşağılık duyguları çoğalacaktır çünkü bunları oluşturan durum değişmeden kalmıştır. Dürtü hâlâ yerli yerindedir. Attığı her adım onu kendini kandırmaya daha da yaklaştırır ve sorunları giderek daha büyük bir aciliyetle üstüne gelecektir. Şayet anlamadan hareketlerine bakacak olursak bunların amaçsız olduğunu düşünürüz, durumunu iyileştirebilecek biçimde tasarlanmadığı izlenimini ediniriz. Yine de herkes gibi yeterli olduğu hissi için mücadele ettiğini ancak amaçlanan durumunu değiştirmeye yönelik umudunu yitirdiğini gördüğümüz an hareketleri tutarlık göstermeye başlar. Eğer zayıf hissediyorsa kendisini güçlü hissettiği koşullara doğru yönelir. Daha güçlü, daha yeterli olmaya çalışmaz. Kendi gözlerinde daha güçlü olmaya çalışır. Kendini kandırma çabaları ancak kısmi bir başarı getirir. Eğer