bir sağ el geliştirmek mümkün değildir. Böyle bir el ancak pratik eserler üzerinde egzersiz yaparak becerikli kılınabilir ve başarıyı teşvik edici dürtü o zamana dek mevcut olan sakarlıktaki cesaretsizlikten çok daha derinden hissedilmelidir. Şayet bir çocuk sahip olduğu tüm güçleri bir araya getirip güçlüklerinin üstesinden gelecekse hareketlerinin kendisi dışında bir hedefi olmalıdır. Gerçekliğe, diğer insanlara ve işbirliğine dayanan bir hedef.
Miras kalan bir sermaye ile bunun ne için kullanılabileceğine dair güzel bir örneği böbrek yolu yetmezliği çeken ailelere yönelik gözlemlerim sırasında gördüm. Bu gibi ailelerdeki çocuklar çoğunlukla altına ıslatmadan mustariptir. Organ yetmezliği ciddidir. Böbrekte ya da idrar torbasında ya da bir spina bifidanın3 varlığında ortaya çıkabilir. Çoğunlukla da buna karşılık gelen bir bel kısmının bozukluğunun varlığı bu bölgedeki cilt üstünde bulunan bir doğum lekesinden anlaşılabilir. Bununla birlikte organ yetmezliği kesin olarak altını ıslatmanın nedeni olamaz. Çocuk organlarının baskısı altında değildir ve organlarını kendi bildiği gibi kullanır. Örneğin bazı çocuklar geceleri yatağını ıslatır ancak gündüzleri asla altlarına kaçırmazlar. Bazen bu alışkanlık çevrenin ya da ebeveynlerin tavrının değişmesi sonucunda birdenbire yok olur. Altına kaçırmanın, iradesiz çocukları saymazsak, şayet çocuk hatalı bir amaç için organlarının yetersizliğini kullanmayı bırakırsa üstesinden gelinebilir.
Bununla birlikte çoğunlukla altını ıslatan çocuklar bunun üstesinden gelmek yerine bunu sürdürmeye teşvik edilmektedir. Becerikli bir anne doğru eğitimi verebilir. Ancak anne becerikli değilse gereksiz bir zayıflık sürüp gider. Böbrek sorunları ya da idrar torbasıyla ilgili problemlerin yaşandığı ailelerde idrarla alakalı her şeyin üstünde aşırı derecede durulur. Sonrasında ise anneler yanılgıya düşüp çocuğun altını ıslatma alışkanlığını durdurmak için çok çaba sarf ederler. Şayet çocuk bu konuya ne kadar çok dikkat edildiğini fark ederse büyük olasılıkla bu alışkanlığı bırakmama konusunda ısrarcı olacaktır. Bu durum ona böyle bir eğitim tarzına karşı direnişini savunma konusunda elverişli bir fırsat sağlar. Eğer çocuk ebeveynlerinin kendisine sunduğu eğitime karşı direnirse, her zaman onların en zayıf noktasına saldırmanın bir yolunu bulur. Almanya’da çok iyi tanınan bir sosyolog suçluların şaşırtıcı derecede büyük bir kesiminin suçun yok edilmesiyle uğraşan bireylerin oluşturduğu ailelerden geldiğini ortaya çıkarmıştır. Bu tip ailelere örnek olarak hâkimler, polis memurları ya da hapishane muhafızlarının aileleri verilebilir. Öğretmenlerin çocukları da çoğunlukla ısrarla geç öğrenen tiplerdir. Deneyimlerime dayanarak bunun çoğunlukla doğru olduğunu gözlemledim. Ayrıca sinir hastası olan çocukların çoğunun doktor çocukları olduklarını ve suça eğilimli olanların da din görevlilerinin çocukları arasından çıktığını da gördüm. Benzer biçimde altını ıslatma sorununu abartan ebeveynleri olan çocukların da kendi iradelerine sahip olduklarını göstermek konusunda yollarının açık olduğu da görülmektedir.
Altını ıslatma alışkanlığı bize ayrıca rüyaların niyet ettiğimiz eylemlere uygun hislerimizin harekete geçirilmesi için nasıl kullanılabileceğine dair iyi bir örnek sunmaktadır. Çoğu durumda altını ıslatan çocuk rüyasında yatağından çıkıp tuvalete gittiğini görmektedir. Bu şekilde kendilerini mazur gösterebilirler çünkü artık yatağı ıslatmaya hakları vardır. Yatağı ıslatmak burada genellikle dikkat çekme, diğerlerini kontrollerinin altına alıp gündüzleri gösterdikleri ilgiyi geceleri de göstermelerini sağlama amaçlarına hizmet etmektedir. Bazen amaç sırf onları kızdırmaktır. Bu alışkanlık da onlara karşı duydukları düşmanlığın açığa vurulması için bir araçtır. Hangi açıdan bakarsak bakalım altını ıslatmanın gerçekte yaratıcı bir dışavurum eylemi olduğunu görebiliriz. Çocuk bizimle ağzıyla değil de idrar torbasıyla konuşur. Böylesi bir organ yetmezliği kendi görüşlerini ifade etmenin bir aracı olmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Kendilerini bu biçimde ifade eden çocuklar her zaman bir tür gerginlikten mustariptir. Genel olarak bakıldığında bu çocuklar ilginin tek merkezi olma konumlarını kaybetmiş olan şımartılmış çocuklar sınıfına girerler. Belki de başka bir çocuk doğmuştur ve onlar da annelerinin önceden kendilerine verdikleri bölünmemiş ilgilerini korumada zorluk çekmektedirler. Bu yüzden, altını ıslatma her ne kadar nahoş bir biçimde de olsa anneyle daha yakın olmaya yönelik bir hareketi temsil eder. Aslına bakılırsa bu hareketle çocuk annesine “Sandığın kadar gelişmedim. Hâlâ gözetimine mecburum,” demektedir. Farklı şartlar altında ya da farklı bir organ yetmezliği söz konusu olduğunda bu tip çocuklar diğer yollara başvururlar. Örneğin anneyle bağ kurmak için seslerini kullanabilirler. Bu durumda geceleri tedirgin olup ağlarlar. Bazı çocuklar uykularında yürüyebilir, kâbus görebilir, yataktan düşebilir ya da susayıp su isteyebilirler. Bu gibi dışavurumların psikolojik temeli benzerdir. Belirti seçimi kısmen organların durumuna kısmen de çevrenin tavrına dayanmaktadır.
Bu gibi vakalar zihnin beden üzerinde bıraktığı etkiyi açık bir biçimde göstermektedir. Tüm olasılıklar dahilinde zihin sadece belirli bir bedensel belirtinin seçimini etkilemekle kalmaz, bedenin bir bütün olarak gelişimini etkileyip onu yönlendirir. Bu varsayıma yönelik doğrudan bir kanıtımız bulunmamaktadır. Üstelik böyle bir kanıtın nasıl saptanabileceğini kestirmek de kolay değildir. Bununla birlikte ispatı yeterince açıktır. Şayet bir erkek çocuk ürkekse çekingenliği tüm gelişim sürecine yansır. Fiziksel başarılarla ilgilenmez, hatta bunların kendisi için olasılık dahilinde olduğunu bile düşünmez. Sonuç olarak kaslarını etkin bir biçimde geliştirmek onun için söz konusu olmayacaktır ve genel olarak kas gelişimini uyarabilecek dışarıdan gelen tüm etkileri dışlayacaktır. Kaslarını geliştirme konusundan etkilenen ve bununla ilgilenen diğer çocuklar fiziksel anlamda forma girme konusunda ilerlerken kendisi geride kalacaktır.
Böyle bir görüşten yola çıkarak bedenin biçim ve gelişiminin tümüyle zihinden etkilendiği ve zihnin hataları ya da eksikliklerini yansıttığı sonucuna pekâlâ varabiliriz. Çoğu kez zihinsel başarısızlıkların nihai sonucu olan bedensel dışavurumları gözlemleyebiliriz. Bu gibi durumlarda bir zorluğun doğru bir şekilde telafi edilebileceği yöntem ortaya çıkarılamamıştır. Örneğin endokrin bezlerinin yaşamın ilk dört ya da beş yılında etkilenebileceğinden emin olabiliriz. Kusurlu bezler bireyin eylemleri üzerinde asla zorlayıcı bir etkiye sahip değildir, diğer yandan sürekli olarak tümüyle çevrenin, çocuğun izlenim bırakmaya çabaladığı yönelimin ve bu ilginç durumda zihninin sergilediği yaratıcı eylemin etkisi altındadır.
Bir başka kanıt daha kolay anlaşılıp kabul edilebilir çünkü daha tanıdık ve bedeni belirli bir eğilimden çok geçici bir dışavuruma yönlendirir. Belirli bir dereceye kadar her duygu kendisine belli bir dışavurum yolu bulur. Birey duygusunu gözle görülür bir biçimde gösterir. Belki bir eğilim ve tavırla, belki yüz ifadesinde belki de bacakları ile dizlerinin titremesinde. Şayet yüzü kızarır ya da örneğin benzi atarsa bundan kan dolaşımı etkilenir. Öfke, endişe, üzüntü ya da diğer herhangi bir duygu halindeyken beden her zaman bizimle konuşur ve her bireyin bedeni kendisine has bir dilde konuşur. Örneğin kiminin korktuğu bir durumdayken bedeni titrerken, başkasının tüyleri diken diken olur. Bir başkasının ise kalbinde çarpıntılar başlar. Başkalarının terleyip nefesleri kesilir ve boğuk bir sesle konuşmaya başlarlar ya da ezilip büzülüp çekinirler. Bazen bedenlerinde kasların gerilmesi etkilenir, iştah kaybı olur ya da kusmaya başlarlar. Bazıları için etkilenen çoğunlukla idrar torbası, diğerleri için ise cinsel organlar olur. Çoğu çocuk sınav olurken cinsel organlarından uyarılır ve suçluların sıklıkla suç işledikten sonra geneleve ya da sevgililerine gittikleri iyi bilinmektedir. Bilim camiasında cinsellik ile kaygının yan yana olduğunu iddia eden psikologlar ve bunların arasından