Alfred Adler

Yaşamın Anlamı ve Amacı


Скачать книгу

bir duruma karşı nasıl davranıp tepki verdiğini bizlere gösterir. Örneğin bir öfke patlaması anında birey olabildiğince hızlı bir şekilde kusurlarının üstesinden gelmek istemektedir. Ve bunun için en iyi yöntem bir başka bireye vurmak, onu suçlamak ya da ona saldırmak gibi görünmektedir. Buna karşılık öfke organları etkiler, harekete geçmeye zorlar ya da organlar üstünde fazladan bir baskı kurar. Bazı insanlar kızdıklarında aynı zamanda mide rahatsızlığı çekerler ya da yüzleri kızarır. Kan dolaşımları öylesine değişir ki baş ağrısı çekmeye başlarlar. Genellikle migren nöbetleri ya da alışılmış baş ağrılarının ardında kabul edilmeyen öfke ya da aşağılamanın yattığını görmekteyiz. Ve bazıları için öfke yüz nevraljisi ya da bir nevi epilepsi nöbetine yol açar.

      Bedenin hangi yöntemlerle etkilendiği hiçbir zaman tam anlamıyla keşfedilemedi ve muhtemelen de asla bu yöntemleri tümüyle anlayamayacağız. Zihinsel bir stres hem istem sistemini hem de bitkisel sinir sistemini etkilemektedir. Stresin olduğu durumlarda istem sisteminde bir etkinlik belirir. Birey parmaklarını masaya vurarak tempo tutabilir, dudağını yolabilir ya da bir kâğıt parçasını yırtabilir. Şayet gergin ise bir biçimde hareket etmek zorundadır. Kurşun kalem ya da puro çiğnemek ona stresinden kurtulmak için bir çıkış yolu sağlar. Bu hareketler bize kendisini belirli bir durumun yarattığı sorunla yoğun bir biçimde karşı karşıyaymış gibi hissettiğini göstermektedir. Yabancıların arasındayken kızarması, titremeye ya da bir tik sergilemeye başlamasının nedeni hep aynıdır. Hepsi de gerginliğin bir sonucudur. Bitkisel sinir sistemi yoluyla gerginlik tüm vücuduna iletilmektedir. Böylece her türden duygu aracılığıyla bedenin tamamı bir stres haline girer. Ancak bu stresin dışavurumu her durumda bu kadar net değildir. Üstelik sadece sonuçların keşfedilebileceği durumlardaki belirtilerden bahsedebiliriz. Şayet daha yakından inceleyecek olursak bedenin her bir bölümünün duygusal bir dışavuruma dahil olduğunu görürüz. Üstelik bu fiziksel dışavurumların da zihin ile bedenin eylemlerinin sonuçları olduğu görülür. Her zaman zihnin beden üzerindeki ve bedenin de zihin üstündeki karşılıklı eylemlerini aramak gerekir. Çünkü her ikisi de üzerinde durduğumuz bütünü oluşturan parçalardır.

      Böyle bir kanıttan mantıklı bir şekilde herhangi bir yaşam tarzı ile buna uygun gelen karakterin sürekli bir biçimde bedenin gelişimi üzerinde etki bıraktığı sonucuna varabiliriz. Eğer bir çocuğun çok erken yaşta yaşam tarzını belirginleştirdiği doğru ise ve biz de yeterince deneyimli isek bunun sonucunda yaşamının ilerleyen döneminde ortaya çıkacak fiziksel dışavurumları keşfedebiliriz. Cesaretli bir birey bu tavrının etkilerini fiziğinde gösterecektir. Bedeni farklı biçimde gelişmiştir. Kaslarının gerilimi güçlü ve vücudunun duruşu daha sıkı olacaktır. Vücudun pozisyonu muhtemelen beden gelişimini önemli ölçüde etkiler ve muhtemelen de kasların daha iyi gerilmesinin sebebidir. Cesaretli bireyin yüz ifadesi ve sonuç olarak siması farklıdır. Hatta kafatasının biçimi de etkilenebilir.

      Günümüzde zihnin beyni etkileyebileceğini inkâr etmek zordur. Patoloji bir bireyin beynin yarısındaki bir lezyon yüzünden okuma yazma becerisini kaybettiği ancak beyninin diğer kesimlerini eğiterek becerisini geri kazandığı vakaların bulunduğunu göstermiştir. Bir bireyin felç geçirmesi ve beynin hasar gören kısmının tedavi edilme olasılığının bulunmaması sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Ancak yine de beynin diğer kısımları durumu telafi eder, organların işlevlerini eski haline geri döndürür ve böylece de beynin yetilerini bir kez daha tamamlar. Bu gerçek bireysel psikolojinin eğitime uygulanması olanaklarını gösterme konusunda bize yardımcı olduğun için özellikle önem taşır. Zihin beyin üzerinde böyle bir etki yaratabiliyorsa, şayet beyin zihnin araçlarından biriyse hatta en önemli aracı olmasına rağmen sadece bir araçsa, o zaman onu geliştirip düzeltmenin yollarını bulabiliriz. Belirli bir beyin potansiyeli standardıyla doğan hiç kimse tüm yaşamı boyunca kaçınılmaz biçimde bu standarda bağlı kalmaz. Beyni yaşama karşı daha uyumlu hale getirmenin farklı yöntemleri bulunabilir.

      Amacını yanlış bir yola yönlendirmiş bir zihin (örneğin işbirliği becerisi geliştirmeyen bir zihin) beynin gelişimi konusunda yararlı bir etki uygulama konusunda başarısız olacaktır. Bu nedenle işbirliği yeteneğinden yoksun pek çok çocuk yaşamlarının ilerleyen döneminde zekâlarını, anlama becerilerini geliştirmediklerini gösterir. Bir yetişkinin duruşunun tamamı yaşamının ilk dört ya da beş yılında geliştirdiği yaşam tarzının etkilerini açığa çıkardığı, önümüzde idrak şeması ile yaşama yüklediği anlamın sonuçları gözle görünür biçimde bulunduğu için bunlarla ilintili olarak katlanmakta olduğu sorunları keşfedebilir ve hatalarını düzeltmeye yardımcı olabiliriz. Bireysel psikolojide bu bilime doğru çoktan ilk adımları atmış durumdayız.

      Çoğu yazar zihnin dışavurumları ile bedeninkiler arasında sürekli bir ilişki bulunduğuna işaret etmektedir. Ancak görünüşe göre hiçbiri bu ikisi arasındaki köprüyü keşfetme girişiminde bulunmamış. Örneğin Kretschmer bedenin inşasında nasıl belirli bir zihin türüne karşılık gelen bir şey olduğunu keşfedebileceğimizi tanımlamıştır. Böylece insanlığın büyük bir kısmına uyan zihin tipleri ayrımını yapabilmektedir. Örneğin, kısa burunlu, şişmanlama eğiliminde ve yuvarlak yüzlü pyknoid’ler vardır. Julius Sezar böyleleri hakkında şöyle demiştir:

      “Şişman adamlarım olsun benim gibi,

      Düz kafalı ve gecelerin birikmiş çapağı kadar soluk sarı.”4

      Kretschmer, böyle bir fiziksel tipi belirli zihinsel karakteristikleriyle ilişkilendirir. Ancak çalışması bu ilişkinin gerekçelerini açıklığa kavuşturmaz. Kendi koşullarımızda bu fiziğe sahip bireyler organ yetmezliği çekiyor gibi görünmemektedir. Vücutları kültürümüze oldukça uygundur. Fiziksel olarak diğerlerine eşit hissederler. Kendi güçlerine itimat ederler. Stresli değillerdir ve şayet savaşmak isterlerse kendilerinde mücadele etme gücünün olduğunu hissederler. Bununla birlikte diğer insanlara düşmanlarıymış gibi bakmak ya da yaşamla sanki düşmanmış gibi mücadele etmek zorunda değillerdir. Psikolojide bir ekole göre böyleleri dışa dönük olarak adlandırılır ancak buna dair hiçbir açıklama bulunmaz. Böylelerinden dışa dönük olmalarını beklememiz gerekir çünkü kendi vücutlarıyla ilgili hiçbir sorun yaşamazlar.

      Bununla çelişecek biçimde Kretschmer’in ayrı tuttuğu bir tip ise ya çocuksu görünümlü ya da sıradışı derecede uzun boylu, yumurta biçiminde kafalı ve uzun burunlu şizoid tipleridir. Ona göre böyleleri çekingen ve içe dönüktür. Şayet zihinsel bir rahatsızlık geçirirlerse şizofren olurlar. Sezar’ın şöyle bahsettiği diğer insan tipidirler:

      “Şu Cassius sıska ve aç görünüyor,

      Çok fazla düşünüyor, böyleleri tehlikeli olur.”5

      Belki de böylelerinin kusurlu organları vardır ve büyüdükçe daha çıkarcı, daha karamsar ve daha “içe kapanık” olurlar. Muhtemelen daha çok yardım talebinde bulunmuşlar ve yeterince dikkate alınmadıklarında küskün ve şüpheci olmuşlardır. Buna rağmen Kretschmer’in de kabul ettiği gibi çoğu karışık tipin, hatta zihinsel vasıflar geliştiren piknoidlerin bile şizoid olarak adlandırıldığını görebiliriz. Şayet koşulları başka bir biçimde zorlaştırılmış ve böylece çekingen olup cesaretlerini yitirmişlerse bunu anlayabiliriz. Sistemli bir cesaretini kırma süreci sayesinde muhtemelen her çocuktan şizoid gibi davranan bir birey yaratabiliriz.

      Şayet çok fazla deneyimimiz olsaydı, bireyin tüm kısmi dışavurumlarından yola çıkarak işbirliği kurma becerisinin derecesini ayırt edebilirdik. İnsanlar her zaman bunu bilmeden benzer işaretleri aramaktadır. İşbirliği yapma gereksinimi bizleri her zaman zorlamaktadır. Ve kendimizi bu kaotik yaşama nasıl