Helen Archibald Clarke

Mitoloji Rehberi


Скачать книгу

antik hem de modern dönemlere ait diğer bilgiye susamış şövalyeler, “doğa olayı” adını verdikleri mızraklar taşıyor ve kaleye baktıklarında mitleri, doğa olaylarının kişileştirilmesi olarak görüyorlardı. Doğada gerçekleştiğine tanık olduğumuz her şeyi doğa olayları başlığı altında toplarız. Her gün güneşin, ayın ve yıldızların doğuşu ve batışı, gökyüzünde sürüklenen bulutlar, fırtınalar ve kasırgalar, şimşek ve gök gürültüsünün yanı sıra çiseleyen yağmur, şelalelerin çağlayışı ve hafif sabah esintileri… Doğanın tüm bu unsurlarından ve olaylarından sanki insanlarla aynı güçlere sahiplermiş gibi bahsedildiğinde, bunların kişileştirildiği söylenir. Size, dünyanın en eski kitaplarından biri ve sonrasında çok konuşulacak olan Rigveda’dan1 alınan, şafağın kişileştirildiği çok güzel bir mit örneği vereyim.

      İnsanı uykusundan uyandıran güzelim Şafak, güneşten önce belirerek ona elverişli yollar açar, engin at arabasına atlar, dört bir yana dağılır ve günün başlangıç ışıklarını yayar.

      Tüm mitlerin bu şekilde ortaya çıktığını düşünen antik bilgiye susamış şövalyelerden biri de büyük Tuhikidis’tir. Cicero da mitolojide tanrı olarak tapılan yüce varlıkların aslında uygarlaşmamış insanların hayal gücünü etkileyen doğa unsurlarının kişileştirilmiş halleri olduğuna inanıyordu.

      Aynı görüşü savunan pek çok modern bilgiye susamış şövalye de vardı ve İngiliz bilim insanı Max Müller bunların en seçkinlerindendi. Mitoloji araştırmalarınıza devam ederseniz, bir gün o ve destekçileri Sör George Cox ve Amerikalı tarihçi ve düşünür John Fiske hakkında daha fazlasını öğreneceksiniz. Max Müller, mitler kalesinde gördükleri üzerine âlimane kitaplar yazmaya başladığında, öğrendiklerini farklı milletlerin dillerini incelerken keşfettiği birçok ilginç gerçekle destekledi.

      Antik Yunancayla Hindistan’ın eski dili Sanskritçeyi karşılaştırdığında, bu iki dilin birbirine çok benzediğini gördü. Bu da onu, ikisinin de çok daha eski bir dilden türemiş olduğu sonucuna götürdü. Ayrıca Sanskritçe ve diğer Hint dillerindeki eski kitaplarda çok sayıda bulunan Yunan mitleri ve Hint mitleri arasında da dikkate değer benzerlikler gördü. Daha sonra Yunanca ve Sanskritçenin türediği o eski dili konuşan eski toplumun mitler üretmeye büyük bir düşkünlüğü olması gerektiğini düşündü ve bu mitlerin nesilden nesile aktarıldığına karar verdi. Son olarak bu eski toplumun torunlarının birçoğunun Hindistan’a, diğerlerinin ise Yunanistan’a yaşamaya gittiğini ve bu iki halkın dillerinin ve mitlerinin birçok yönden birbirine bu kadar benzemesinin nedeninin de bu olduğunu belirtti. Mitleri üreten bu eski toplumun asıl vatanının Orta Asya olduğu düşünülmektedir ve bu toplum, tarihte Ari soyu olarak bilinmektedir ancak Max Müller ve onunla aynı görüşü paylaşan diğerleri yeni keşifleriyle öylesine sarhoş olmuşlardır ki sürekli olarak iki dilin kelimeleri arasında hayali karşılaştırmalar yapma ve bunların üzerine mitlerin kendilerinden bile daha efsanevi mit açıklamaları inşa etmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Aslında diğer şövalyelerin aksine sadece tek bir açıdan bakmakla yetinmeyerek her şeyi opera dürbününden bakarken gördüğünüz gibi yapay gökkuşağı renkleriyle süsleyen devasa bir büyüteç kullanmışlardır.

      Gerçeğin bir kısmını görmüş olan modern şövalyelerin yalnızca üçünden bahsedeceğim: E.B. Tylor, Andrew Lang ve James G. Frazer. Bunlardan ilki, özellikle uygarlaşmamış insanların icat ettikleri her çeşit mitte hayal güçlerini renklendiren bazı ilginç inançları anlatmaktaydı. Bu inançlardan birine göre, olağan yaşamdan ayrı bir ruh bedenlerinin içinde yaşıyordu. Bir diğerine göre ise doğadaki her şeyin insanlar gibi bir yaşamı ve ruhu vardı. Bu, taşlar ve ağaçlar kadar kuşlar ve hayvanlar için de geçerliydi. Şövalyelerden ikincisi, Andrew Lang, mitlerin eski veya vahşi toplumların örf ve âdetlerini anlatan hikâyeler olduğunu düşünüyordu. Üçüncüleri, James G. Frazer ise çoğu mitin kökenini bitki örtüsünün, mısırın, ağaçların vb. ruhlarına tapınma olarak görmektedir. Bunlardan her birinin kendi bakış açısını desteklediği argümanlar çok uzun ve derindir ve her biri, kendi argümanını aydınlatan tüm toprakların mitlerinden alınan birçok örneğe yer vermiştir ancak şövalyelerin geri kalanı gibi onlar da kendi gerçeklerine bakmaya o kadar odaklıdır ki, bir diğerinin gördüğüne az çok kör kalmayı yeğler.

      En eski zamanlardan günümüze kadar mitler konusunda yapılmış çeşitli açıklamaların kısaca üstünden geçtiğimize göre, sanırım kendimize daha tatmin edici bir yanıt bulmaya daha hazırlıklıyız artık.

      Mitlerin ve doğuşlarına dair sırların kilitli olduğunu varsaydığımız kalenin tepesini açtığımızı ve şövalyelerin mızraklarının kalede açtığı sayısız delikten içeri giren tüm ışığı görüşümüzü iyileştirmeye yardımcı olacak şekilde kullanarak en üstten baktığımızı düşünelim. Önümüze serilen muhteşem hazinelere ne olacak? Hayır, hiçbiri cilalanmış ve parıl parıl parlayan bir halde sıraya dizilmiş mücevherlere benzemeyecek çünkü mitler, hiçbir zaman bir kuyumcunun taşlarını – hepsini birden – mükemmel biçimde tamamlayıp şekillendirdiği bir mücevher gibi şekillendirilmedi. Bunun yerine, kalemize atfettiğimiz hayali içeriği, dünyadaki tüm mitleri, bütün muhteşem çeşitlilikleriyle en iyi şekilde simgeleyecek ya da resmedecek, neredeyse sayısız ağaç türünden oluşan muazzam bir orman ortaya çıkacaktır. Bu ağaçların altına baktığımızda pek çok çeşit bitki ve çiçek olduğunu, bunlardan bazılarının kötü şekillerde olduğunu, bazılarının da çürümeye yüz tuttuğunu görürüz ancak bunların içinde görülmeye değer birçok güzel ağaç vardır ve ağaçlardan birkaçı diğerlerinin üzerinde yükselerek parlayan çeşitli süslerle Noel ağaçları gibi görünmelerini sağlar. Bu sembolü dünyanın tüm mitlerini temsil etmek için kullanarak, mitlerin kuyumcunun taş parlatması gibi bir anda oluşan bir şey olmadığını; meşe palamudundan meşe, kozalaktan çam oluşumu gibi küçücük bir tohumdan başlayarak zamanla büyüdüklerini ve büyüdükleri toprağın asırlar önce yaşamış insanların zihinleri olduğunu belirtmek ve açıklamak arzumu hemen fark edeceksiniz.

      Bazen bir toprakta büyüyen ağaçlar başka bir toprakta büyüyen ağaçlara fazlasıyla benzer, aslında türleri aynıdır ama şekilleri farklıdır. Küçük bitkiler ve çiçekler, akla gelebilecek her şey hakkında ya da daha doğru tabiriyle uygarlaşmamış insanın aklına gelebilecek her şey hakkında birçok küçük mitin sembolleridir çünkü o zamanlarda tramvaylar, telefonlar ve otomobiller bilinmiyordu ve bu yüzden de bunlara dair herhangi bir mit yoktu. Noel ağaçları ise başka diyarlardan gelen mitlerden yapılan eklemelerle genişletilmiş ve yüceltilmiş mitlerdi.

      Şimdi asıl mesele koskocaman dünyayı kaplayan mitler ormanının nasıl ortaya çıktığıdır çünkü orman yalnızca dünya mitlerinin bize ulaştığı sözlü veya yazılı formları simgeler. Bu soruya cevap verebilmek için bu muhteşem mitlerin oluşum ve gelişim sürecinin ardında bir yandan insanlığın zihnini bir yandan da dış dünyadaki unsurları hayal etmeye çalışmalıyız. Ayrıca, tahmin edilemeyecek kadar uzun yıllar önce yaşamış insanların dünyanın çocukluk çağlarına denk geldiklerini düşünmek gerekir. İlk insanların yiyeceklerini avlanarak elde ettikleri, yaşamak için mağaralar veya çadırlardan başka yerleri olmadan dünyayı dolaştıkları, bize şimdi çok uzak olan o günlerde insanın kendine dair bilinci, bugün yaşayan küçük bir çocuğunki kadar bile gelişmiş değildi. Yine de etrafta olup biten her şeyi gözlemleme gücü ve gördüğü her şeyin nedenini bilmeye dair sürekli bir merak duygusu beslemişlerdi. Her şeyin ötesinde capcanlı bir hayal güçleri vardı. Kendilerini gördüklerine, bugün çocukların oyunlarda yaptıklarından daha iyi “inandırıyorlardı”