başlamasıyla oluştuğunu iddia etmektedir. Kuzey Amerika Kızılderililerinin Kurt, Ayı, Kunduz, Kaplumbağa, Geyik, Çulluk, Balıkçıl, Şahin, Turna, Ördek, Dalgıç kuşu, Hindi, Misk faresi, Turna balığı, Yayın balığı, Sazan balığı vb. gibi çok çeşitli totem hayvanları vardır.
Vahşi insanlar için soylarının bir hayvana dayandığına inanmaktan, hayvanların kutsallığına ve gizemine inanmaya ve doğal olarak onlara tapmaya geçmek kolay bir adımdı. Örneğin Peru Kızılderilileri köpeği en yüce tanrıları kabul etmiş ve tapınaklarına bir köpek resmi çizmişti. Ayrıca tanrılarını temsil edecek canlı bir köpek seçme alışkanlıkları da vardı. Ona tapıyor, onun için kurban veriyor ve iyice şişmanladığında onu heybetli bir dini törenle yiyorlardı. Bu durum, kutsal hayvanın yenildiği âdetlere bir örnektir. Yılanlara tapma, hayvanlara tapmanın en yaygın biçimlerindendir; bunun bir örneği Zululardır. Onlar için bazı hayvanlar, atalarının ruhlarının bedenleşmiş halleridir ve bu yüzden kutsaldırlar.
Kutsal hayvana atfedilen bir diğer biçim de yalnızca insanların kökeniyle ilgili değil, bir yandan da tüm dünyanın kökeninde rol oynayan olağanüstü bir varlık oluşudur. Bu mitlerin büyük bir kısmında mutlaka su vardı, tabii bir de bu mucizeleri gerçekleştiren olağanüstü hayvan. Bu hayvan, Britanya Kolombiyası Kızılderililerinin dünyanın yaratılışına dair anlattığı hikâyedeki gibi bazen çok alçakgönüllü de olabilirdi.
Misk Faresi Dünyayı Nasıl Yarattı?
Başlangıçta dünyada su ve misk faresinden başka hiçbir şey yoktu. Bu küçük hayvan yiyecek aramak için suyun dibine daldıkça, ağzı sürekli çamurla dolmaya başladı. Her defasında ağzına dolan çamuru tükürünce bu alüvyon birikintisi sonunda dünyayı oluşturacak kadar genişleyen bir ada oluşturdu.
Filipinler bölgesindeki adaların yerlileri, dünyanın yaratılışıyla ilgili bu hikâyeyi anlatır.
Bir Çaylak Kuşu Dünyanın Oluşumuna Nasıl Yardım Etti?
Dünya başlangıçta yalnızca gökyüzünden ve sudan oluşuyordu ve bu ikisi arasında bir çaylak kuşu uçuyordu. Bir gün bu kuş uçmaktan yoruldu fakat dinlenecek bir yer bulamadı, suyu ve gökyüzünü karşı karşıya getirdi. Sonra suyu kendi sınırlarında tutmak ve yükselmesini önlemek için gökyüzü, suya kuşun yerleşebileceği, böylece onları rahat bırakacağı bir dizi ada inşa etti. Ardından suyun üzerinde iki ayaklı bir baston vardı ve bu baston adalardan birinin kıyılarında yüzerken dalgalar onu çaylak kuşunun ayağına getirdi. Çaylak, gagasıyla bu bastonu ikiye yardı ve bir ayağından bir erkek, diğer ayağından da bir kadın çıktı. Bunlar kısa bir süre sonra tanrılarının, Bathala Meycapal’ın izniyle evlendi ve dünyadaki farklı uluslar onlardan türedi.
Bazı hikâyelerde dünyayı yaratanın bir kuş veya başka bir hayvan yerine bir balık olduğunu görürüz, ilginç bir Polinezya mitinde ise dünyanın kendisi de bir balıktır ve bir balık oltasıyla okyanusun dibinden çekip çıkarılmıştır. Bu olağanüstü başarıya imzasını atan kişi Maui kardeşlerin en küçüğüdür ve tüm anlatılanlara göre ailenin çiçeği olarak bilinir. Çocuk mitleri bölümünde ondan tekrar bahsedeceğim.
Maui Yeryüzünü Okyanusun Derinliklerinden Nasıl Çekip Çıkardı?
Maui kardeşlerin en küçüğü, ağabeyleri tarafından her zaman kötü muameleye maruz kalıyordu. Onu evde tek başına, yapacak hiçbir şeyi ve oynayacak kimsesi olmaksızın bırakıp gitmek artık alışkanlık haline gelmişti. Ağabeylerinin yemeklerdeki tavırları ise özellikle şok ediciydi. Her şeyin iyisini kendileri yiyor, onun önüne de kalan kemikleri veya sakatatları atıyorlardı.
Sonunda küçük Maui cesaretini topladı ve kardeşleri balığa çıkarken o da teknede yerini alarak gitmek için ısrarcı davrandı. Kardeşleri ona “Oltanın iğnesi nerede?” diye sordu. Bunun üzerine küçük Maui atasının çene kemiğini cebinden çıkararak, “Bu işimi görür,” diye cevap verdi. Bunu olta yerine denize fırlattı ancak iş geri çekmeye gelince çok ağır olduğunu gördü. Zar zor da olsa oltayı çekmeyi başardı ve denizin dibindeki kara parçasını çıkardığını gördü. Bu kara parçasının, devasa bir balıkla üzerinde evler, insanlar ve hayvanlar bulunan bir adanın olağanüstü şekilde bir araya gelmiş hali olduğu kanıtlandı.
Dünyayı sırtında taşıyan kaplumbağa, Asya’nın inanışına göre bilindik bir mitolojik yoldaştır ve Kuzey Amerika Kızılderililerinin mitolojisinde önemli bir yer tutar; su atıklarının yalnız sakini olan kaplumbağa, dünya için en derinlerine dalmıştır.
Çekirge gibi sıradan bir böcek bile Buşmanlar’ın (San kabilesi) dünyanın yaratılışına dair hikâyesinde yer almaktadır. Bize ne kadar önemsiz görünürse görünsün çekirge, Buşmanlar’a göre Cagn adında, gerçekten her şeye kadir gücü olan büyük bir yaratıktı çünkü yaratma işini alışılagelmiş hammadde olan suyun yokluğunda üstlenmişti. Sadece emirler vererek güneş, ay, yıldızlar, rüzgâr, dağlar ve hayvanlar gibi her şeyin ortaya çıkmasını ve yaratılmasını sağlardı.
İlkel döneme ait hikâyelerin çoğunda büyü, en muhteşem sonuçlar doğuran araçtı. Bir büyücünün sadece iradesini kullanarak ve çoğu zaman sihirli gücün görünür bir sembolü olmaksızın istediği herhangi bir etkiyi yaratabileceğine inanılırdı. Ancak zaman zaman sihirli değneklere başvurulur, bazen de mucizevi sonuçlar elde etmek amacıyla törenler düzenlenirdi. Öte yandan, insanı hayvana dönüştürmek gibi büyülü eylemler genellikle herhangi bir büyücünün müdahalesi olmadan gerçekleşir.
Bu inancın kökeninde ne olursa olsun, on dokuzuncu yüzyıl bilim insanlarının her zaman nedenden sonuca doğru işleyen sonsuz ve devamlı bir enerji doktrinine inanışı gibi, ilk insanların da buna bir evren teorisi olarak yürekten inandığı kesindir.
“Punchkin” adlı hikâyeyi okuduğunuzda göreceğiniz gibi, ruhun bedenden ayrılıp uzaklarda bir yere yerleştirilebileceği fikri etrafında pek çok hayali hikâye bir araya gelmiştir ve bu inanış vahşi insanın zihninde öyle sağlam bir yer edinmiştir ki muhtemelen yaşamın en erken evrelerinde bile hayvanlara tapması, hayvanın kendinden ziyade içindeki ruha taptığını gösteriyordu ve bu aşamadan sonra kendini pek çok farklı biçimde gösterebilen büyük bir ruha tapmaya başladı. Kuzey Amerika Kızılderililerinin pek çok kabilesinin inandığı şey buydu. Onlara göre Baş Tanrı, tüm küçük tanrıların üzerindeydi ve hikâyelerde kendisine sık sık yer veriliyordu.
Aşağıdaki hikâyelerin ilk üçü, hayvanların doğuşunu ya da özelliklerini açıklamaya çalışan çok geniş kapsamlı erken dönem mitlerinin örnekleridir. Merakı uyanan vahşi insan, gördüklerini anlamaya çalışır ve bilgisinin ötesinde bir gerçeğe ulaşma çabasıyla çoğu zaman güzel ve hatta ayrıntılı mitler üretir. “Kızılgerdanın Doğuşu” adlı hikâyede, Kızılderililere ait bir gelenekten, genç adamın tuttuğu oruçtan bahsedilir. Şimdinin mezuniyet törenleri ve mezuniyet konuşmalarıyla üniversiteye başlama ritüelleri yerine, Kızılderililerde delikanlılar veya genç kızlar ebeveynlerinin çadırlarından uzakta, tek başlarına oruç tutmaya mecbur bırakılarak açlık ve yalnızlık acısı çekerken Baş Tanrı’nın veya koruyucu bir ruhun ona geleceği göstereceğine inanılırdı.
Kızılgerdanın Doğuşu (Ojibwa’dan)
Yaşlı bir adamın, Opeechee adında tek bir oğlu vardı ve bu çocuk, yaşamı boyunca koruyucu bir deha veya ruh tarafından güvence altına alınmasını sağlayacak uzun ve son orucunu tutmak için uygun olduğu düşünülen yaşa gelmişti. Babası, halkı arasında en bilge ve en yüce kabul edilen şeylerde oğlunun herkesi geçmesi için hırs yapıyordu. Bu arzusunu gerçekleştirmek için genç