ruhun gelmesini sakince bekledi.
Her sabah babası küçük kulübenin kapısına geliyor, onu sebat etmesi için yüreklendiriyor, kendisine verilen bu imtihanın süresini başarıyla tamamlaması halinde verilecek büyük onur ve şöhretten uzun uzun bahsediyordu. Son derece göz kamaştırıcı görünen bu vaatlere ve şan şöhret söylemlerine delikanlı hiç cevap vermedi ama dokuzuncu güne dek hiçbir hoşnutsuzluk belirtisi göstermeden yattı ve sonunda babasına şöyle seslendi:
“Babacığım, rüyalarım bana bir uğursuzluğu işaret ediyor. Orucumu şimdi bozup daha uygun bir vakitte yeni bir oruca başlayabilir miyim?”
Babası yanıtladı:
“Oğul, sen benden ne istediğinin farkında değilsin. Eğer şimdi kalkarsan, bütün şanın yok olur. Biraz daha sabret, üç günün kaldı. Sonrasında vaden dolmuş olacak. Bunun iyiliğin için olduğunu biliyorsun, seni sebat etmeye davet ediyorum. Yaşlı baban seni kabile reisleri arasında bir yıldız ve bu mücadelenin en sevgilisi olarak görmeyi hak edecek kadar yaşamadı mı?”
Delikanlı razı geldi ve onu şikâyet etmeye teşvik eden ışığı engellemek için üzerini daha da sıkı kapatarak on birinci güne dek yatmaya devam etti ve isteğini tekrarladı.
Babası, Opeechee’ye geçen gün söylediklerinin aynısını söyledi ve ilk yemeği kendisi hazırlayacağına ve şafak sökerken ona getireceğine söz verdi.
Oğlu sızlanmaya başlayınca baba ekledi:
“Güneşi batarken babanın yüzünü kara mı çıkaracaksın?”
“Yüzünü kara çıkarmayacağım babacığım,” dedi Opeechee. O kadar hareketsiz yatıyordu ki yaşadığı ancak göğsündeki hafif kabartıdan anlaşılabiliyordu.
Ertesi gün, sabahın ilk ışıklarıyla beraber baba amacına ulaşmış olmanın sevinciyle oğluna yemek hazırladı ve yemeği önüne koymak için aceleyle yola koyuldu. Küçük kulübenin kapısına geldiğinde oğlunun kendi kendine konuştuğunu duyunca şaşırdı.
Dinlemek için eğildi ve kapıdaki küçük aralıktan baktığında, oğlunun tüm göğsünü kızıl renge boyadığını ve elleriyle ulaşabildiği kadarıyla omuzlarının arkasını da boyayarak işini bitirmek üzere olduğunu görünce, kendi kendine, “Babam erkeklik talihimi yok etti, isteklerime kulak asmadı. Beni gücümün yettiğinin fazlasına zorladı. Kaybeden o olacak, yeni halimle sonsuza dek mutlu olacağım çünkü ebeveynime itaat ettim. Acıyı bir tek o çekecek çünkü koruyucu ruhum epey adil. Bana istediğim şekilde yardımcı olmasa da başka şekilde merhamet etti, bana başka bir biçim verdi. Şimdi gitmeliyim,” dediğini duydu ve şaşırdı.
Tam bu esnada yaşlı adam sözünü keserek haykırdı:
“Oğlum! Beni bırakma!”
Ancak delikanlı bir kuşun çevikliğiyle kulübenin tepesine uçtu ve en yüksek direğin tepesine tünedi, güzel bir kızılgerdan kuşuna dönüşmüştü. Babasına acıyarak baktı ve şöyle söyledi:
“Bu değişim için üzülme babacığım. Şimdiki halimle bir erkekken olabileceğimden çok daha mutlu olacağım. Her zaman insanların dostu olacak, evlerinin yakınında duracağım. Daima hoşnut olacağım, bir savaşçı olarak isteklerini yerine getirememiş olsam da bir barış ve neşe elçisi olarak bunu telafi etmeyi en büyük gaye edineceğim. Şarkılarımla seni neşelendirecek, şu anki durumumda hissettiğim neşeyi ve yüreğimdeki şuhluğu başkalarına da aşılamaya çalışacağım. Bu, beklediğin şan ve şerefi kaybetmenin telafisi olacaktır. Artık insan olmanın verdiği kaygılardan ve acılardan özgürleştim. Karnımı dağlar ve tarlalar doyuruyor, yaşamımın yolu ise artık aydınlık gökyüzü!”
Ve Opeechee, kendine bahşedilen kanatlardan son derece memnun bir halde ayak parmaklarının üzerinde gerinerek diline en tatlı şarkılarından birini tutturarak komşu ormana doğru uçtu.
Yabantavşanı’nın Doğuşu (Aino’dan)
Birdenbire, bir dağın tepesinde büyük bir ev belirdi, içinde güzel giyimli ama sürekli kavga eden altı kişi yaşıyordu ve nereden geldikleri bilinmiyordu. Bunun üzerine Okikurumi geldi ve “Ah sizi kötü yabantavşanları! Kötü ruhlu hayvanlar! Nereden geldiğinizi bilmediğimizi mi sanıyorsunuz? Gökyüzünün çocukları birbirlerine kartopu yağdırıyordu, sonra bunlar biz insanların dünyasına düştü. Gökten ne gelirse gelsin onu ziyan etmek çok yazık olacağından, kartopları tavşanlara dönüştü; o tavşanlar da sizsiniz. Ne diye bu kadar gürültü yapıyorsunuz?” dedi.
Bu sözlerinin ardından Okikurumi bir meşale kaptı ve altı yabantavşanına da sırayla meşaleyle vurdu. Bunun üzerine tüm tavşanlar kaçtı. İşte yabantavşanının doğuşu bu hikâyeye dayanır; tavşanın tüyleri kartopundan geldiği için beyazdır, meşaleden yanan kulakları ise siyahtır.
Köstebek Nasıl Kör Oldu? (Kuzey Amerika Kızılderilileri)
Günlerden bir gün bir Kızılderili bir sincabı kovalıyordu, sincap da kaçmak için ağacın tepesinden gökyüzüne doğru koşmaya başladı. Kızılderili, ağacın tepesine bir tuzak kurup aşağı indi ancak ertesi gün güneşin tuzağa yakalandığını, bu yüzden de gecenin devam ettiğini gördü. Ne kadar büyük bir zarara sebep olduğunu hemen anladı ve iyi niyetli olduğundan bu kötülüğü düzeltmek için elinden geleni yapmak istedi. Bu yüzden, ilmiği kesip güneşi serbest bırakmalarını umut ederek ağaca bir sürü hayvan gönderdi ancak güneşin yoğun sıcaklığı hepsini yakıp küle çevirdi. Sonunda aheste köstebek görevi başardı; güneşin olduğu yere ulaşana dek gökyüzünde bir tünel kazdı, ipleri kesti ve tutsağı serbest bıraktı ancak güneşin parlaklığı gözlerini bozdu. İşte köstebeğin kör olmasının sebebi budur. Yanmanın etkisini köstebeğin burnunda ve dişlerinde hâlâ görmek mümkündür çünkü rengi kahverengidir. Bununla birlikte o zamandan sonra güneşin ilerleyişi daha ölçülü ve yavaş bir hal almıştır.
Oğlan Çocuğu ve Kurtlar: Tutulmayan Söz (Kuzey Amerika Kızılderilileri)
Bir avcı ıssız bir ormanın derinliklerinde kendine kulübe inşa etti çünkü kabilesindeki insanlarla arkadaşlık etmekten bıkmıştı. Onların düzenbazlığı ve zalimliği, yüreğini onlara karşı soğutmuştu. Ailesi, karısı ve üç çocuğuyla kendilerine ormanda yaşayacak bir yer buldu. Evinin sessizliğinin veya büyük oğluyla girdikleri kovalamacalar gibi daha cazip zevklerin tadına huzur içinde varırken yıllar geçti. Sonunda bu huzurlu hayatları sekteye uğradı, ıssız kulübelerine hastalık girdi ve avcı bir daha kalkmamak üzere yatağa mahkûm oldu. Ölümü yaklaşırken ailesine seslendi:
“Sen,” dedi karısına dönerek, “hayat arkadaşım, Kutsanmışlar Adaları’nda bana katılacak, yanıma geleceksin. Ardımdan uzun süre acı çekmeyeceksin. Ama ya çocuklarım!” Ardından çocuklarına dönerek onlara sevgiyle baktı: “Hayatın daha çok başındasınız. Dikkatli olun, kabalıklar, nankörlükler ve her türlü kötülük sizi bekliyor. Az önce söylediğim şeyler yüzünden kabilemi ve akrabalarımı bırakıp bu ıssız yere geldim. Annenizin ve sizin yoldaşlığınızla yetindim çünkü sizi kötü örneklerden uzak tutmak istedim. Eğer sizler birbirinize değer vereceğinize, en küçük kardeşinizi yüzüstü bırakmayacağınıza söz verirseniz huzur içinde öleceğim.”
Konuşmaktan yorgun düşen avcı, birkaç dakikalığına gözlerini yumduktan sonra büyük bir çaba sarf edip gücünü toplayarak en büyük çocuklarının elini tuttu ve şöyle dedi: “Kızım, küçük kardeşinin elini sakın bırakma. Oğlum, küçük kardeşinin elini sakın bırakma.”
İkisi de babalarına, “Asla! Asla!”