ve değirmencilik bulunuyordu. Burada değirmencilere dikkat çekmek istiyorum. Değirmenlerde sebebi net bilinmemekle beraber çoğunlukla kadınlar çalışırdı fakat bir kadın işçi, bir erkek kadar kazanamazdı. Kadın işçilere erkeklerin kazandığının yarısı verilirdi.
Belki aklınıza şöyle bir soru gelebilir: “Bu kadar meslek ve ticaret varken, para nasıl yoktu?”
Hitit ekonomisi değiş tokuşa bağlı bir ekonomi gibi görünse de “şekel” ve “mina” olarak isimlendirilen gümüş madenler satışlar sırasında kullanılıyordu. Şekel, gümüşten yapılmış bir halka ya da bir çubuk olabiliyordu. Bir Hitit şekeli 11,75 gramdı ve 40 şekel, bir mina ederdi. Hitit döneminde bir öküz kiralamak isterseniz bir şekel vermek zorundaydınız. Erkek bir işçinin yıllık maaşı ise hemen hemen 100 şekeldi.
4. Ekmek, Daha Fazla Ekmek: Hitit Beslenme Alışkanlıkları
Yazının Anadolu’da aktif olarak kullanılması sayesinde arkeoloji bilimi, tahminler üzerinden yorum yapmak yerine doğrudan yazılı metinlere bakarak MÖ 1600-1200 yıllarında yaşayan insanlarla bugün de aynı yemekleri yediğimizi fark ediyor.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi üretim çiftçilik üzerine kuruluydu. Bu sebeple Hitit halkı yoğun bir şekilde tahıl tüketimi yapıyordu. Temel besin ekmek ve suydu. Muhtemelen şu an aklınıza günümüz ekmekleri geliyor ancak durum bundan tamamen farklı. Mesela kil tabletlerde geçen üç peynirli ekmek… Kurutulmuş ya da duruma göre yaş meyvelerin hamura karıştırılarak pişirildiği ekmekler ve balın un veya hamura karıştırılmasıyla hazırlanan ekmekler mevcuttu. Hitit toplumunda yüze yakın ekmek çeşidi vardı ve her birinin özelliğine göre ismi vardı. Mesela asker ekmeği, çavdar ekmeği, balık şeklinde ekmek, kurban ekmeği gibi isimlerle anılan ekmekler bulunuyordu. Sarayda ise ekmeğin yanında pasta, börek ve çeşitli unlu mamuller de mevcuttu.
Tahıldan başladık fakat yazılı kaynaklardan öğrendiklerimiz bunlardan ibaret değil. Süt ürünleri de Hitit toplumunda oldukça önemliydi. Peynir, yağ, lor, tereyağı ve hayvanın içyağından yararlanırlardı. Hatta kil tabletlerde saray mutfağında sütle yapılmış bir bulamaçtan bahsedilir fakat tarifi ne yazık ki yoktur. Ayrıca Hitit beslenme kültüründe bal ve yağın önemi de oldukça büyüktü. Zeytinyağı, badem yağı, fındık yağı, ceviz yağı, ketenyağı gibi yağları üretebiliyorlardı.
Et tüketimindeyse hayvanın her bölümünden faydalanıyorlardı. Yapılan analizlerde hayvanların kemiklerindeki iliklerin dahi çıkarıldığı, kimi zamansa hayvan beyninin tüketildiği gözlemlenmiştir. Hatta hayvanın kulağını ateş üzerinde tutup kıvama getirdikten sonra, ekmeğin arasına koyup yiyorlardı. Ayrıca kalp ve ciğer una bulandıktan sonra ateşte pişirilirdi.
Dönem şartları düşünülünce elbette ki kış için erzak stoku yapılması gerekirdi. Meyveler kurutularak kışa hazırlanırdı. Etler tuzla salamura yapılır, böyle saklanırdı. Bazense tütsülenerek kışa hazırlanırdı.
Hitit kültürünün vazgeçilmezlerinden olan arpa ve üzümün ise toplum için ayrı önemi vardı. Arpa sayesinde bira imalatı yapabiliyorlardı ve halkın susuz kaldığı zamanlarda su ihtiyacını birayla giderdiği oluyordu. Yalnız bu birayı günümüzdeki bira gibi düşünmeyin. Biranın içinde posası kalabiliyordu ya da arpa kılçığı olabiliyordu. Bu sebeple bira içerken ucunda filtresi olurdu. Üzüm ise şarap üretiminden dolayı oldukça değerliydi. Ticari değeri kadar dini ritüeller içinde de önemli bir yer edinmiş olan şarabın besleyici özelliği olduğuna inanılırdı. Hatta temiz olduğu inancı sebebiyle bazen büyü ve kutsal temizliklerde kullanılırdı.
5. Hitit Sanatı
Hitit sanatı erken, orta ve geç olarak üçe ayrılmaktadır fakat bu detaylara girmek bu kitabın kapsamının dışında kalacağı için kısaca müzelerde karşılaşacağınız örneklere değinmek istiyorum.
Hititlerde heykeltıraşlık, güneyde antik Mısır, batıda Girit ve Miken uygarlıkları gibi çağdaşlarında olduğu kadar gelişmiş değildi. Profilden yapılan kabartmalar daha yaygındı.
Çömlekler ise kahverengi, kırmızımsı kahverengi ve kırmızıdır. Tek kulplu bardaklar, mercek biçimli mataralar, adak amaçlı minyatür kaplar, el biçimli sunu kapları, kabartmalı çömlekler, dinsel sahne kabartmalı çömlekler vardır. Ayrıca gaga ağızlı testiler ve ördek formlu kaplar da vardır.
XI
Demir Çağı
İnsanlığın dönüm noktalarından biri olan demir kullanımı, aslında günümüz dünyasının coğrafi koşullarını da belirlemekte oldukça etkiliydi. Bunun sebebi, bir ton demiri eritmek için sekiz ton odun kullanmanın gerekmesiydi. Daha önceleri de bahsettiğimiz gibi tüm topluluklar dünya demir rezervlerini bir anda bulmamıştı. Anadolu’da MÖ 1300-1000 yıllarında demirin işlendiği bilinmektedir. Örneğin Alacahöyük prens mezarlarında demirden yapılmış hediyelik eşyalar mevcuttu. Benzer durum antik Mısır firavunlarının mezarları için de geçerliydi. III. Amenhotep ve IV. Amenhotep’in mezarlarında demir silahlar bulunmuştur. Mesela Sicilya adasında MÖ 2000 yıllarında demirin varlığı bilinse de yaygın kullanımı MÖ 900’lere rastlamaktadır.
Öyleyse yeni bir madenin, bir topluluğun hayatında sık kullanılmasının sebeplerinden birincisi ucuz ve gündelik yaşama dair işlevselliği olacak bir ürün olmasıdır. İkincisi ise askeri sanayide yer etmesidir. Tunç çağında ahşaptan yapılan tarımsal aletler (saban vs.) artık demirden yapılmaya başlanmış ve gündelik eşyalar da demirden üretilmiştir.
Anadolu topraklarında kullanımı MÖ 1300-1000 yıllarına kadar dayansa da demir pahalı bir madendi. MÖ 900 yıllarına gelindiğinde artık demir fiyatları uygunlaşmaya başlamıştı.
Özellikle demirden silah imal eden devletler, tunçtan silah yapan devletlere karşı baskın olmaya başlamışlardı. Bunun farkında olan Asurlular ülkelerinde demir atölyeleri kurmaya ve demiri işlemeye özen göstermişlerdi. Asurluların demirle bu kadar sıkı bir ilişki kurmasının arkasındaki sebepse düşmanları olan Urartulardan etkilenmeleridir.
Urartular, zengin demir rezervlerine sahip olmaları sebebiyle demiri yoğun olarak işlemişlerdi ve bu maden gündelik yaşamlarında dahi yer etmişti.24
1. Demiri Yoğuran Millet: Urartular
Geçmişleri MÖ 3000 yılına kadar dayanan ve Hurruilerle akrabalıkları bulunan Urartuların, devletleşme öncesinde aşiretler halinde yaşadıkları biliniyor. MÖ 900 yıllarına gelindiğinde ilk Urartu devleti Kral Aramu tarafından kuruldu. Günümüzde tam olarak yeri bilinmese de başkenti Sugunia’ydı. Sugunia’nın başkent olduğunu Asur kaynaklarından bilmekteyiz. Asur Kralı II. Salmaneser, “Sugunia şehrini kuşattım. Savaşçılarının birçoğunu öldürdüm,” demiştir. Bu seferin sonucunda yıkılan Urartu devleti yeniden kuruldu fakat MÖ 885’te Asurlular tarafından devlet tekrar yıkılmıştır. On beş yıl gibi bir aradan sonra I. Sarduri tarafından, başkenti Biain yani Van olmak üzere tekrar kurulacaktı. Aşiretler, I. Sarduri etrafında toplanarak azılı düşmanları Asurlularla ciddi mücadelelere girişeceklerdi. Kazanılan zaferler ve merkezi otoritenin güçlenmesiyle Kral İşpuini döneminde Urartu aşiretleri tamamen krala biat etmeye başlayacaklardı.
Genişleyen sınırlar ve ganimetlerle elde edilen ekonomik refah sayesinde Kral Menua döneminde tarıma yönelik büyük atılımlar gerçekleşecekti. Sulama kanalları ve barajlar inşa edilecekti ve bu kanalların korunması, onarımları gibi hususlar için özel memurlar atanacaktı.
MÖ 786-764 yıllarında başa geçen Kral Argişti, Kuzey Suriye ve Doğu Anadolu ticaret yollarının denetimlerini elinin