almışlardı. Burdur Hacılar Höyüğü bu bakımdan örnek verebileceğimiz ilk yerlerdendir.
3. Tarımsal Atılımın Başlangıcı ve Sulu Tarım Yöntemleriyle Kalkolitik Çağda Beslenme
Hayvanların evcilleştirilmesi ve bitkilerin ehlileştirilmesi sonucunda beslenme, geç neolitik dönemdekine benzer özellikler taşımaktaydı. Hatta sulu tarım yapmayı başaran bu dönemin insanları, artık topraktan daha fazla verim alabiliyorlardı. Yani yağmurun yağmasını beklemek yerine doğrudan istedikleri yerlere ufak kanallar açarak tarım alanlarını sulayabiliyorlardı.
IX
Tunç Çağı
1. Derebeylerin ve Sosyal Sınıfların Oluştuğu Dönem: Tunç Çağı (MÖ 3000-1200)
Bu çağ, bakır ve kalayın karıştırılmasıyla elde edilen tunç sayesinde, askeriyede ve savunmada büyük atılımların gerçekleştiği bir dönem olduğu kadar, hem kara yoluyla hem de deniz yoluyla ticaretin geliştiği ve şehir devletlerinin türediği bir dönem olarak da tarihe geçmiştir. Ege, Ortadoğu ve Balkanlar arasında gelişen ticaret ağıyla birlikte, sosyal sınıfların oluştuğu kent kavramının da temelleri atılmıştı.
Karayolu ticaret kervanlarında eşekler kullanılmıştır. Denizyolu ticaretinin nasıl yapıldığı konusunda ise bir noktaya dikkat çekmek gerekir; ticaret için kullanılan ulaşım araçları olarak aklınıza günümüz gemileri gelmemelidir. Daha basit ve karadan çok fazla uzaklaşmayan, özellikle açık ve sakin havalarda ticaret yapan gemiler kullanılmıştır.
Anadolu’da yaşayan halklar hakkında ilk veriler, yazının aktif olarak kullanılmaya başlandığı bu dönemde artan kil tablet kullanımı sayesinde bize ulaşmıştır. Anadolu’nun yerli halklarından Hattiler, günümüzün Çorum’u civarında yaşarken, Hurriler ise Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşamaktaydı. Batıda ise Tarihçi Herodot’un da bahsettiği efsanevi halklar olan Pelasglar, Lelegler ve Karlar yaşamaktaydı.
2. Büyük Surlar ve Katlı Evleriyle Tunç Çağı Mimarisi
Şehir devletlerinin oluştuğu bu dönemde, artık güvenlik problemleri sebebiyle güçlü surların inşası başlamıştı. Taş temel üzerine kerpiç tuğlayla inşa edilen surlar, iç ve dış surlar olarak ikiye ayrılmaktaydı. Şehrin dış surları on metre yüksekliğindeyken iç surlar on beş metreyi buluyordu. Kuşatan taraf sur dibine kadar geldiğinde, kale içinden savunma yapanların sağlıklı atışlar yapamadığı fark edildi; bu sebeple zaman içinde sur duvarları arasına belirli aralıklarla kuleler inşa edilmeye ve sur duvarlarının üst kısımlarında yapılan mazgallar arasında ufak pencereler açılmaya başlandı.
Savunma mimarisi böyleyken sivil mimarideyse kalkolitik çağ mimarisine kıyasla çok fazla bir fark bulunmamaktaydı. Avluya bakan evler dikdörtgen planlı ve iki katlıydı. Zeminin olduğu yer, genellikle depo ve çeşitli eşyaların konulduğu alanlarken üst katlar, günlük yaşamın geçtiği alanlardı. Ayrıca yapı iki katlıysa ikinci kattaki her oda, ortada bulunan bir hole açılırdı; alt katlar hayvanların bakıldığı, erzakların depolandığı alanlar olarak kullanılırdı. Yapılar yığma moloz taştan ya da kerpiç tuğlalardan yapılırdı.
Dar sokakları bulunan şehir kentlerinin en ilgi çekeni ise Kültepe Kaniş-Karum’dur.
3. Artan Nüfus ve Artan Gıda Tüketimiyle Tunç Çağında Beslenme
Kent hayatına geçilen bu çağda artık kentler kendi üretimlerini yapmak yerine civar köylerden elde ettikleri gıda ürünleriyle besleniyorlardı. Yani kentler artık yiyeceğini üretmeyen, dışarıdan temin eden yerleşim yerleri haline gelmişti. Bu dönemde özellikle et ürünlerine duyulan ihtiyacın ve peynir gibi süt ürünlerine yönelik tüketim talebinin artması sebebiyle, sürülerin sayısı da artmıştı ve bu sürüler doğada ciddi tahribatlar oluşturmaya başlamıştı. Bu dönemde artışı en çok dikkat çeken unsurlardan biri de şarap üretimi olmuştur.
Beslenmenin neolitik dönemde atılan temelleri, kalkolitik çağda iyice geliştirilmiştir ve maden çağına geçildiğinde artık insanların beslenme alışkanlıkları iyice oturmuştur. Bu çağda yaşayan topluluklar için amaç, daha çok hayvan ve daha çok tarımsal arazi elde etmek ve güçlü şehir devletleri kurmanın temelini sağlayan madenlere sahip olmaktı.
4. Ticaretin Ataları: Tunç Çağında Asurlular ve Kolonileri
Günümüzde koloni kavramı “sömürü” olarak düşünülse de Asur ticaret kolonileri tanımlamasındaki “koloni” kavramı, bu kelimenin diğer anlamı olan “göçmen toplulukları ya da dışarıdan gelen toplulukları” ifade etmek için kullanılmaktadır. Belki de kafaların karışmaması için “Anadolu’da kurulan Asur ticaret merkezleri” demek daha doğru olacaktır.
Peki, nedir bu ticaret merkezleri?
MÖ 1950-1750 yılları arasındaki 200 yıllık süreçte, Mezopotamya bölgesinde yaşayan Asurlular, hem bölgelerinden temin edemedikleri doğal kaynakları dışarıdan almak hem de para kazanmak için Anadolu toprakları sınırlarına gelmişlerdir. Hemen şunu eklemekte fayda var: Mezopotamya coğrafyasına kıyasla Anadolu toprakları oldukça zengin topraklardı. Sadece Asurlar değil, MÖ 2254-2218 yıllarında Akad Kralı Sargon ve torunu Naram Sin de Anadolu zenginliklerini elde etmek için yoğun çaba göstermiştir ve Toros Dağları’na kadar ilerlemişlerdir.
Öyleyse Anadolu’da olup da Mezopotamya’da olmayan şey neydi?
Başta maden geliyordu. Bakır, altın, gümüş gibi değerli madenlerin yanında kereste, mermer, obsidyen önemli maddelerdi. Tabii Asurlu tüccarlar takas usulü karşılığında kalay, dokuma eşyalar ve süs eşyaları getiriyorlardı.
Asur ülkesinden gelen tüccarların, satışlarını karum ve vabartum adı verilen yerleşimlerde yapmaları gerekiyordu. Bu satışları yapmaları için öncelikle şehir devletlerinin başında yer alan kraldan izin almaları zorunluydu. Kralın belirleyeceği vergi miktarı sonrasında, Asurlu tüccarlar karum ya da vabartumda satış yapmaya hak kazanıyordu.
Asurlu tüccarlar, krala verdikleri vergi sonrasında şehirlerin dışındaki pazar yerlerine tezgâh kurup satış yapabiliyorlardı. İşte bu pazar yerlerine karum deniyordu ama karumları sadece bir tezgâh ve tezgâhın üzerinde sergilenen malların bulunduğu alanlar olarak düşünmeyin; evlerin ve sokakların, arşivlerin, aklınıza gelebilecek her şeyin olduğu yerlerdi karumlar. Vabartumlar ise ticaret yolları üzerinde bulunan ve yine krala verilen vergi sonrasında satış yapılabilen daha küçük yerlerdi.
Anadolu’nun en önemli karum yerleşimlerinden olan Kaniş-Karum merkezine ürünlerinizi satmak için gelecekseniz izleyeceğiniz üç yol vardı. Bunlardan birincisi, Dicle kıyısını izleyerek ilerleyeceğiniz Diyarbakır-Malatya-Darende-Gürün-Pınarbaşı yoludur. İkincisi, yine Asur sınırlarından başlayarak Dicle kıyısından devam eden güzergâh, yani Gezire-Harran-Urfa-Birecik-Antep-Gülek Boğazı yolu. Üçüncüsü ise Antep’e kadar devam eden, Pazarcık-Kahramanmaraş-Kussuk Beli-Elbistan-Sarız-Kuruçay Beli-Pazarviran istikametinden ilerleyen ve Erciyes Dağı üzerinden giden yoldur.
Belki aklınıza Asurlu tüccarların mallarını götürmek için kervanlarında develer kullandıkları gelecektir fakat esasında mallarını eşeklerine yüklerler ve yol güvenliği için tüm yolu köpekleriyle beraber katederlerdi.
Asur ticaret merkezlerinde sadece maddi değil kültürel alışverişin de olduğu dönemde Asurlu tüccarlar, yerli kadınlarla evlenebiliyorlardı. Yerli kadın tüccarların sıklıkla köle ticareti yaptığı ve Asurlu tüccarların, topraklarına kölelerle döndükleri bilinmektedir. Ayrıca bu kültürel alışverişler sırasında, Anadolu toprakları ilk defa Asurlular sayesinde