inanır.”
“Ama Elspeth’in cadı olduğunu gayet iyi biliyorum,” dedi Ailsa. “Onu hiç görmem ama korkusundan geri çekilip ıstavroz çıkarmak zorundayım. Yoksa Bute’un cesur erkekleri neden ondan silahlı bir grup Norveçliden daha çok korksun? Süt vermesinler diye ineklerimize, temiz içme suyumuz koksun ve kahverengi olsun diye kaynaklarımıza büyü yapıyor. Allan dün akşam Inch Marnock’tan geçerken ne yelkenini ne de küreklerini kullanan, kaburgaları ölü kemiklerinden oluşan bir tekne gördüğünü anlattı.”
Kenric artık Ailsa’nın korkularına gülmüyordu, o zamanın batıl inançları o kadar fazlaydı ki en az Ailsa kadar Elspeth’in kesinlikle cadı olduğuna kalpten inanıyordu.
“Peki, babanın kalesindeki düşman konusundaki uyarısı neydi?” diye ekledi Ailsa.
“Onu hiç önemsemiyorum,” diye karşılık verdi Kenric. “Batı Adaları’nda benim babam kadar az düşmanı olan biri yoktur.”
“Doğru,” dedi Ailsa. “Ama yine de Elspeth bilge bir kâhin ve uyarısını dikkate almazsanız akılsızlık etmiş olursunuz. Şimdi aklıma geldi de bugün sabah ayininden dönerken on iki sıralı kürekleri olan büyük bir gemi Kilbrannan Boğazı’nın batısından geldi ve Scalpsie Körfezi’ne demir attı. Ben o gemiye bakarken üç uzun boylu savaşçı küçük bir tekneyle karaya getirildi ve inerek kıyı boyunca Rothesay’e doğru yürüdüler.”
“Üç uzun boylu savaşçı mı dedin?”
“Evet. Çoban Lulach da gördü ve kesinlikle Kral Hakon’un kuzeyli adamlarından üçü olduklarını söyledi. Ve Lulach onlardan çok korkuyordu, Danimarkalı olduğunu öğrenip onu öldürme ihtimallerine karşın görüş alanlarından kaçtı. Ama Kenric şimdi gitmek zorundayım, gece çökmek üzere ve daha yolun uzun. Lulach şurada babamın ineklerini eve götürüyor. Yanına gidersen sana o tuhaf adamları anlatır.”
Böylece Alisa ve Kenric birbirlerine veda ettiler ve Kenric hızla genç çobanın uzun boynuzlu büyükbaşları eve yönlendirdiği fundalığa ilerledi.
II
BARONE’UN KARANLIK ORMANI
Lulach uzaktan tiz çığlık sesini duyup Kenric’i gördü ve hayvanlar denizin yanındaki bataklıklarda büyüyen lezzetli otları karıştırırken oyalandı. Ardından adamın karşısına çıktı, önünde diz çöktü zira Lulach bir köleydi ve Bute’un cesur lordunun oğullarına hürmet etmesi gerekiyordu.
“Ayağa kalk Lulach, ayağa kalk!” dedi Kenric, oğlan daha iyi anlasın diye Nors dilinde konuşarak. “Ve söyle bana, öğleden önce Scalpsie’deki koya indiğini gördüğün o üç yabancı kimdi?”
“Kuzeyden gelen adamlardı efendim. Benim dilimi konuştuklarını duydum,” dedi Lulach, güneşten yanmış yüzüne düşen uzun, kızıl saçlarını arkaya attı.
“Peki, barışçıl mıydı bu yabancılar?”
“Bilmiyorum efendim ama bana zalimlik etmemiş tek bir kuzeyliyle tanışmadığım için onlardan korktum ve görünce bir kayanın arkasına saklandım.”
“Korkak yanaşma! Sen ancak inek sürüsüne bakmaya layıksın. Bu adamların görünüşleri nasıldı?”
“Başlarındaki krala benziyordu,” dedi Lulach. “Uzun boylu ve güçlüydü, ayağını yere sağlam basıyordu. Altın ejderha tepeli bir miğferi ve yanında da büyük bir kılıcı vardı. Kesinlikle Butelu Earl Hamish olduğunu düşündüm çünkü yabancının saçları tilki kürkü rengindeydi ve babanıza bu kadar benzeyen birini daha önce görmemiştim.”
“Peki yanındakiler nasıldı?”
“Biri gümüş rengi sakallı, yaşlıca bir adamdı. Diğeri oğlu olabilir. Ah, bence iyi bir amaçla gelmediler efendim. Akıntı azken indiler ve bu durum Bute için kötüye işaret ediyor.”
“Tanrı korusun!” dedi Kenric, bu düşünceden rahatsız oldu.
“Ve şimdi,” diye ekledi, kemerindeki ölü kuşları çıkararak, “bu orman tavuklarını manastıra götür ve Başrahip’e bu akşam St. Blane’e dönmeyeceğimi, bu yabancıların olabileceği kalemize gidip amaçlarını öğreneceğimi söyle.”
Ama Lulach işleri kendi ellerine alarak geri çekildi, titreyen parmağıyla Rothesay’e çıkan yeşil yolu gösterdi.
“Bakın!” diye bağırdı. “Kötü şans peşinizde! Arkanızı dönün efendim, arkanızı dönün!”
“Ah! Bir saksağan ve tek başına!” dedi Kenric, yolda kuşu gördüğünde. “Bu gerçekten de kötü şans! Cüzdanından biraz tuz ver Lulach, bu işaret doğruysa cebime tuz koymadan ilerlemem akılsızlık olur.”
“Heyhat!” dedi Lulach. “Bende yok ki. Cüzdanım boş!”
“O halde Tanrı beni korur!” dedi Kenric ve böylece kalbinde kötü bir şey olabileceğine dair korkuyla yola çıktı.
Günün ışığı gökyüzünde solarken Loch Dhu’nun siyah sularının yanından geçti ancak Arran tepelerinin dik zirvelerinin üzerinde gümüş bir parıltı vardı, bu sayede ayın çıktığını ve çok geçmeden onun arkadaşça ışığının Barone’un karanlık çam ormanlarında ona yol göstereceğini anladı.
Her şey sakin ve durgun olsa da bu durgunluğun içinde çok uzaklardaki dağlarda akan şelalenin boş sesini ölen bir adamın inlemeleri olarak duydu. Bu sesle beraber kalbi endişeyle atmaya başladı çünkü gecenin karanlığındaki dağların hepsinde yer alan akarsulardan gelen o ağlama sesleri eskiden uzaktan duyulduğunda kötüye yorulurdu ve Kenric de bu işaretten etkilenmişti.
Ormanın sınırına geldiğinde ağaçların kasvetli gölgelerinin arasına girmeye neredeyse korkuyordu. Orada birçok garip ve gizemli elf yer aldığından, yolcuları yıkıma sürükleyeceklerine inanıyordu. Fakat ya o ormandan geçecek ya da tepelerden kilometrelerce dolanacaktı, o yüzden kemerini iyice sıkarak cesurca karanlığın içine girdi. İlerlerken ağaçların tepelerindeki bir çulluğun hüzün dolu sesi onu bir kere daha irkiltti; her vahşi hayvanın ya da kuşun ani hareketi, hatta kendi adımları bile onu yeni korkularla ürkütüyordu.
Gün ışığında ne insanların ne de hayvanların onu sindirecek gücü olurdu. Yüreklilik konusunda adanın en cesur ve gözüpek gençlerindendi ve bütün diyardaki en yiğit kılıç ustası olan ağabeyi Alpin dışında Kenric’e silah çekebilecek kimse yoktu. Ve açıkçası içten içe Elspeth Blackfell’in tuhaf sözlerinden fena halde etkilenmemiş, ayrıca pek çok felaket alameti göstermemiş olsa aynı gece karanlık ormanın yollarından kuşku ya da ürperti duymadan geçebilirdi.
Fakat o zamanlar doğanın çalışması çok anlaşılmıyordu, din henüz aslında yalnızca gizem olan kötücül şeylerin batıl inançlarına üstün gelecek kadar güçlü değildi, dolayısıyla Butelu Kenric’in babasının kalesindeki evine güvenle dönmeyi dilemesi veya St. Blane’in başrahibinin yanına dönmediğine pişman olması tevekkeli değildi.
Yine de onu rahatsız eden sadece troller ve elfler sayılmazdı. O zamanlar yabandomuzları ve kurtlar yürüdüğü ormanı mesken tutmuşlardı, bunlar mızrakları ve yazıları olan avcı gruplarınca hoş karşılanacak hayvanlar olsalar da karanlık gecede ortalarında yalnız gezen bir gence sorun çıkarıyorlardı.
Bir ara ormanın kalbinin derinliklerindeyken arkasından hızlı ayak sesleri duyduğunu sandı. Elini kamasına atarak arkasını döndü. Ayın ışınları ağaçların arasından sızarak bir yabankedisinin susuzluğunu dindirdiği su birikintisine düşüyordu. Onu uyaracak başka bir şey yoktu.
Ama biraz sonra aynı sesi tekrar duydu, bu kez önünden