Robert Leighton

Viking Kılıcı


Скачать книгу

ilk kez duyuyorum,” dedi Duncan, gülümseyerek ay ışığında büyük, sarı dişlerini gösterdi. “Gördüğünüz Kilmoryli hizmetçi Aasta’ydı.”

      “Aasta mı? O halde hizmetçinin büyülendiği doğru mu? Kendi isteğiyle kurt şekli alabilme gücü olduğu doğru mu?”

      “Öyle diyorlar,” diye yanıtladı Duncan. “Ama bence onun hakkında söyledikleri diğer şeyden, on sekizinde bir kız gibi görünürken aslında yüz kış geçirmiş olmasından daha doğru değildir. Peki, nerede gördünüz? Ormanın kalbindeki Yalnızlık Kayası’nda mıydı?”

      “Sahiden de oradaydı. Ama bir anda kayboldu ve onu bir daha bulamadım.”

      “Şu anda orada değilse,” dedi Duncan, güçlü göğsünden büyük bir nefes vererek, “kaleye döneceğim zira tepelerin arasında, sadece avcılığı benim gemi yapımından anladığım kadar az bilen, koku almak için yaratılmış aptal bir tazıymış gibi koşturarak geçirdiğim yorgun günden sonra gözlerim uyku istiyor. O tembel, yaşlı gri sakal Jura lordu Bute’a bir daha ava geldiğinde av rehberini getirsin. Bir daha asla onun avlarını toplayıp taşımam!”

      “Jura lordu mu?” dedi Kenric. “O zaman kalede yabancılar olduğu doğru.”

      “Eve dönmemenizin nedeni de bu değil mi?” diye sordu Duncan. “Batının üç maceracı kralının burada olduğunu bildiğinizi sandım ki biri amcanız Gighalı Earl Roderic, belimin hizasında bir çocukken ona yay bükmeyi ve pala kullanmayı ben öğrettim. Şimdi efendim babanızla ziyafet salonundalar, Sör Oscar’la genç Allan Kilmory’ye gitti ve leydimle Alpin de odalarına çıktı.”

      “Öyleyse babamı bu üç yabancı adamla yalnız mı bıraktın?” diye sordu Kenric, yaya kapısından girerken.

      “Lordumun öz kardeşi Earl Roderic yanında,” dedi Duncan, şaşkınlıkla Kenric’e baktı. “Lordumun misafirlerine karşı nöbet tutmamı bekliyor olamazsınız! Haç aşkına, ne tuhaf misafirperverlik olur!”

      “Kamaları ve kılıçları nerede?”

      “Silahhanede benim gözetimim altında, olmaları gereken yerde, çünkü tıpkı onlar gibi barışçıl adamlar üzerlerini savaş aletleriyle doldurmaz.”

      “İyi öyleyse,” diye karşılık verdi Kenric, daha rahatlamış halde. “İhtiyar Elspeth Blackfell asılsız tehlike uyarılarıyla benimle oynuyormuş meğer. Ben yukarı çıkıp amcamı görürken biraz etle bir kâse süt getir Duncan. Dünyayı fazlasıyla görmüş ve bence söylemleri evde kalan bir genç için yönergelerle dolu olmalı.”

      Böylece Duncan kırk kadar gürültücü hizmetlinin kadehleriyle coşup eğlendiği muhafız odasına dönerken Kenric yukarıdaki büyük salona gitti.

      Dik taş merdivenlerden tırmanırken geyik derisi çizmeleri çok az ses çıkardı. Merdivenin başında ayak sesleri duyunca sivri pencereleri sessiz denize bakan kuzey koridoruna göz attı.

      Birdenbire batı penceresinden sızan ay ışığının ortasında, açık, gümüşsü bir ışıkla aydınlanan koridorda ziyafet salonundan üç adamın sıvıştığını gördü. Üçüncüleri başka bir daireden geçerken üzüntüyle inledi.

      “Ah Hamish, Hamish kardeşim!” diye inledi ve sesi rüzgârın ağıtı gibiydi. “Ne kötü bir şey yaptım!”

      Kenric merdivenin gölgesine çekildi ve üç misafirin yanında babasını görmeyince yeniden kötü bir şeyler olacağından korkmaya başladı.

      “Ne!” dedi gümüş sakallı yaşlı adam boğuk sesiyle. “Kararlılığın bu mu? Cesaretin bu mu? Korkarım Roderic, sen en haklı görevimizi yerine getirdiğine üzülecek kadar zayıf bir korkaksın!”

      Ardından küçük salonun kapısı üç kontun arkasından kapandı ve Kenric yalnız kaldı. Ayın aydınlattığı koridorda hızlı adımlarla yürürken hâlâ seslerini duyabiliyordu, kapıyı dinlemek için durdu.

      “Ve şimdi tilkiyi tamamen hallettiğimize göre,” dedi ses, “aynı şekilde dişisiyle yavrusunu göndermeye ne diyorsunuz yoldaşlarım? Onları hangi köşede tuzağa düşüreceğimizi öğrendiğimiz müddetçe kolay olur.”

      Kenric bu sözlerin manasını anlamadı. “Tilki” derken babalarını, “dişisi ve yavrusu” derken de annesiyle Alpin’i kastettiklerini tahmin etmedi. Fakat yine de dinledi.

      “Bekle, bekle, Jura lordum,” dedi diğer ses. “Bekçi köpeklerinin hepsi uyuyana dek beklesek iyi olur. Şuradaki boynuz kadehi doldur Sweyn, ellerim titriyor ve zihnim tuhaf bir şekilde bulutlu.”

      Bu konuşmayı sessizlik takip etti ve Kenric büyük salonun girişine gelene kadar sessizce koridorda ilerledi. Asılı goblenleri kenara çekerek boş odaya göz attı. Her şey mezarlık kadar sessizdi. Ateşin çıtırdayan korları çok az ışık veriyor, yarısı bitmiş çam odunundan sadece ara sıra ışıltılar çıkıyordu. Ancak o zamanlar kiliseler dışındaki yerlerde cam görevi gören ince deri tabakasından sızan güçsüz ay ışığıyla birlikte boş odanın ocak taşında gerçekleşmiş korkunç bir şey olduğunu gösterecek kadar aydınlanıyordu.

      Kenric salona birkaç adım atmıştı ki gözleri öldürülen babasının üzerine durdu. Bu dehşet verici görüntüyle korkarak geri kaçtı.

      “Baba, baba!” diye bağırdı, kendini kanla lekelenmiş zemine fırlatarak. “Baba? Baba? Benim, Kenric, oğlun. Konuş, yalvarıyorum konuş, hangi iğrenç hain yaptı bunu?”

      Sonra kontun soğuk sağ elini tutup onu hâlâ uyandırmaya çalışıyormuş gibi nazikçe ısıttı. Daha yakına eğilip başını babasının çıplak boğazına getirdi ve dilini dışarı çıkararak o hassas dokunuşla nefes ya da damarlarında nabız olup olmadığını kontrol etti.

      Elini ölü kontun göğsüne koyarken bu zalim işi gerçekleştiren silahın sapına dokundu. Bıçağı tanıdığından olanları tahmin etti. Kabzasını parmaklarının arasına aldı ve uzun bıçağı çekmeye çalıştı ama berbat yaradan kan hücum edince oğlan bu görüntüyle bayılacak gibi oldu.

      “Ölü! Ölü!” diye inledi, ayağa kalktı, ardından aşağıdaki salonlardan Bute lordu için “Çok yaşa!” diye bağıran hizmetlilerin sesi geldi.

      Kenric süratle salondan çıktı, muhafızı çağırmak ve koridora yerleştirmek üzere sessizce merdivenlerden indi; böylece üç hain misafirden hiçbiri kaçamayacaktı. Uşak Duncan’la merdivenlerin bitiminde, istediği yiyecekleri taşırken karşılaştı ve Duncan, aşağıdaki geçidin lambasının ışığında oğlanın solgun ve korkmuş yüzünü fark etti.

      “Tanrı bağışlasın!” diye bağırdı Duncan. “Ne oldu?”

      “Korkunç bir şey, Duncan. Sevgili babam kendi çatısının altında vahşice öldürüldü.”

      “Öldürüldü mü? Lordum, Earl Hamish öldürüldü mü? Hayır, oğlum, olamaz!”

      “Heyhat, doğru diyorum! Bugün gelen gaddar hainler babamın kalbine bir bıçak sapladılar. Yemeği geri götür. Bu iğrenç suçu işleyen zalimleri bulana dek ne yiyeceğim ne de uyuyacağım. Hemen muhafızları getir. O üç aşağılık adamın âlem yaptığı odanın kapısının önünde beklemelerini söyle. Ve kardeşim Alpin’i çağır.”

      Kenric yavaşça kardeşinin Leydi Adela’nınkinin yanında bulunan odasına gitti ve kapıyı kibarca çaldı. Günü avda geçirdiğinden uzuvları yorulmuş Alpin kanepesinde derin uykudaydı. Kenric içeri girip onu uyandırdı.

      Karanlıkta Alpin kardeşinin solgun yüzünü göremediğinden kendisini böyle rahatsız ettiği için çok şikâyet etti.

      “Hayır