Robert Leighton

Viking Kılıcı


Скачать книгу

de,” dedi, “küçük salona gitsek mi Roderic? Duncan’a oraya bizim için biraz baharatlı şarap getirmesini emrettim.”

      “Buradaki odun ateşi kokusu hoşuma gidiyor,” dedi Roderic, İhtiyar Erland’la göz göze geldi. “Lütfen bir süre burada kalmamıza izin verin.”

      Earl Hamish ve kardeşi yan yana oturup ateşe bakarken Sessiz Sweyn ve İhtiyar Erland şöminenin iki köşesinde oturdular. İki kardeşin endamı birbirine benziyordu; ikisi de uzun boylu ve yapılıydı ama Hamish daha nazikti ve her hareketinde etrafındaki, asilliği sadece bedensel yiğitlikten üstün görenlere alışık olduğunu gösteriyordu ki ondan da noksan değildi. Saçı ve sakalı koyuydu, yaşın getirdiği birkaç tane beyazlık vardı, kardeşinin uzun saçlarıyla tilkilerin sırtları kadar kızıldı.

      “Ee, Hamish,” diye söze girdi Roderic, ayakta huzursuzca hareket ederek, “duyduğuma göre kralımızın gönlünü kazanmışsın.”

      “Güvenim odur ki,” dedi Hamish, “asla sadakatsizlikle suçlanmayacağım. Ben hep hükümdarımın emrettiği şeyleri yapmakla yükümlüyüm.”

      “Bu hizmet senin büyük zararına olsa bile mi?” dedi Roderic, Earl Sweyn’e doğru bakıp zalimce gülümsedi.

      “Ülkem ve kralım için vazifemi yerine getirirken hiçbir şey zararıma olamaz,” diye cevapladı gururla.

      Roderic küçümseyen bir kahkaha attı, ardından Sweyn ve Erland da onu taklit etti.

      “Bu konuda iki fikir olabilir,” diye yanıtladı Roderic. “Ben olsam Kral’ın yüzünün önünde parmaklarımı şıklatır, senin daha yeni yaptığın gibi seyahate çıkardım kardeşim. Dış adalarda gözümüz ya da kulağımız olduğunu sanma Earl Hamish çünkü Cape Wrath’la Mull of Kintyre arasında kalan her kalede Norveç Kralı Hakon’un görevinden döndüğü biliniyor.”

      “Peki, daha fazla bilinse ne fark eder?” dedi Hamish şaşkınlıkla. “O halde adalardaki, bağlılık yeminine sadık kalan tek lord ben miyim? Ve diğer hepsi senin gibi yıllardır İskoçya Kralı’na haraç ödemeyi başaramıyor mu Roderic?”

      “Aramızdaki tek kişi sensin,” dedi İhtiyar Erland boğuk bir sesle. “Bir tek sen gerçek lordumuz ve hükümdarımız Kral Hakon’a biat etmiyorsun.”

      “Norveç’e herhangi bir bağlılığım yok,” dedi Hamish. “Hakon’un Iona’nın doğusundaki adalar üzerinde ne hâkimiyeti olduğunu da bilmiyorum.”

      “Bana kalırsa,” dedi Sessiz Sweyn, koyu kaşlarının altından bakarak, “Harald Güzelsaç dört yüz yıl kadar önce bu mevzuyu kesinleştirdi.”

      “O zamanlar Harald’ın gerçekten de Batı Adaları’nı, hatta Bute ve Arran’ı fethettiğini gayet biliyorum,” diye karşılık verdi Earl Hamish. “Ama bence, Colonsay lordum, benim atam olan büyük Kral Somerlad (Ruhu şad olsun!) Bute, Arran ve Gigha adalarını Norveç gücünden kurtarmak için en azından savaştı. Bu üç ada krallığı bugüne dek İskoçya Kralı dışında hiç kimseye haraç borçlu değildir ve ben de payımı ancak Alexander’a öderim.”

      Bunun üzerine Earl Roderic’in gözleri şöminenin üzerindeki rafa yöneldi ve bu bakışı takip eden iki arkadaşı raftaki bıçağı görüp gülümsediler. Muhafızların ve hizmetlilerin yemek yediği aşağıdaki salonlardan ozanın arpının sesleriyle uşağın başarılı bir savaş hakkında neşeli şarkısı duyuldu.

      “Öyleyse,” dedi Roderic, “genç İskoç Kralı’nın seni tıpkı kendinden önceki babası gibi parmağında oynatmasına şaşmamalı. Hangi ahmağın emriyle Norveç’e gittin?”

      “Bu,” dedi Bute lordu, “hızla söylenebilir.” Ve bir an etrafa bakınıp biri dışında bütün ışıkların söndüğünü gözlemledi. “Norveç’e, İskoçya Kralı’nın ve İngiltere Kralı Üçüncü Henry’nin mektuplarını götürdüm.”

      “İngiltere Kralı!” dedi üçü birden.

      “İngiltereli Henry artık kuzeylilere ancak Alexander kadar dosttur,” dedi Hamish, yanan odunlara ayağıyla bastırırken. “Ve sizi temin ederim lordum, ikisi de Kral Hakon’un tebaasının istilalarına direnmeye son derece hazırlıklıdır.”

      “Peki, mektup taşıyıcısı olarak nasıl cömert bir ödül aldın?” diye sordu Roderic, sesinde yaralı bir kıskançlıkla.

      “İki yüz Highland sığırı galiba,” diye mırıldandı İhtiyar Erland.

      “Yok, dört yüz olmalı,” diye lafa karıştı Sessiz Sweyn.

      “Bence, kardeşim Hamish,” dedi Roderic boğuk sesle, ona yaklaşıp yüzünde kötücül bir ifadeyle baktı, “bence bana haber göndermiş olsan o yolculukta olabilirdim. Ben de senin kadar bu şerefe nail olurdum. O kadar bencilsin ki benden hayranlık kazanıp beni şerefsiz ilan etmeye hazırsın!”

      O anda geri kalan tek testi lambası titreşti, ateşi mavileşti, tekrar titreşti ve söndü. Salon artık, ateşin güçsüz ışığı dışında karanlıktı ve tirizli pencerelerden gelen eğik ay ışığı duvarlardaki birkaç parlak miğfere veya zırha düştü.

      Gighalı Roderic konuşmasını sonlandırırken İhtiyar Erland üç kere öksürdü ve gümüş sakalını sıvazladı. Sessiz Sweyn bu ölümcül işareti tekrarladı, Roderic geri çekildi, sağ elini şömine rafına koydu.

      “Sana haber gönderene kadar beklemektense Roderic,” dedi Earl Hamish, “değerli vaktimi kendisine ihanet eden kardeşimi bağışlaması için Kral Alexander’a yalvarmaya harcamalıydım!”

      “Yalan söylüyorsun! Adi iftiracı! Yalan söylüyorsun!” diye bağırdı Roderic, kıskanç bir öfkeyle ve raftan bıçağı aldı. Sonra ileri atıldı, sağ elini başının üzerine kaldırdı ve bıçağı derine, ağabeyinin kalbinin derinliklerine sapladı. Earl Hamish sendeleyip düştü.

      “İhanet!” diye inledi. “Adela! Adela!” Sevdiği kadının ismi dudaklarındayken kendi şöminesinin taşlarının üzerinde öldü.

      Roderic ve iki yoldaşı ölü adama yaklaştı, ona göz attıktan sonra birbirlerine tatminkâr karanlık bakışlar attılar. Ne var ki Roderic’in yüzünde, korkak kalbinden ötürü korku da vardı. Gölgelere, ay ışığının ya da alevin ışığının üzerine düşüp onu göstermeyeceği yere çekildi.

      Ve bu sırada uşağın şarkısı aşağıdaki salonlardan kulaklarına ulaştı.

      V

      KORKUNÇ BIR KEŞIF

      Kenric, Barone’un karanlık ormanında önüne gizemli bir şekilde çıkan hayaletimsi figürü ararken fazla oyalanmadı. O figürün ne zaman gelip ne zaman gittiğini anlamıyordu. Aynı şekilde aklını kadın hakkındaki nafile sorularla da yormuyordu. Kayayı ardında bırakarak ağaçların gölgelerinde hızla, öncekinden daha dikkatli halde yol aldı ve Rothesay Koyu’nun arkasındaki yüksek yerlere çıktı.

      Suyun kenarında, ayla aydınlanan dalgalara karşı ana hatları görünen Rothesay Kalesi’nin karanlık kuleleri duruyordu. Annesinin odasının penceresinde loş bir ışık parlıyordu ancak babasının misafirlerini eğlendirdiği büyük ziyafet salonu karanlıktı ve Kenric bunun tuhaf olduğunu düşündü. Seslerini duyduğu yabancılar neredeydi? Ziyafet salonunda değillerse çoktan adadan ayrılmış olmalılardı.

      Tepede hızlanarak aceleyle kaleye gitti ve batı duvarlarındaki küçük yaya kapısına ulaştığında muhafız odasından gürültülü bir şarkı geldiğini duydu. Yerden bir taş alıp üç kere kapıyı çalmak üzereydi ki kapı içeriden açıldı ve kalın saç örgüsü geniş omuzlarına dökülen uzun