ve güzeldi. Omuzlarına dökülen uzun saçları kan rengiydi ve beyaz, çıplak kolu soluk ışıkta mermer misali parlıyor, Rothesay Kalesi’ni gösteriyor gibi görünüyordu. Diğer elinde parlak bıçaklı bir kılıç tutuyordu.
Kenric o anda önünde gizemli bir halde beliren bu figürün gerçekten de bir insana mı yoksa korktuğu gibi çam ormanlarındaki hayaletimsi bir kimseye mi ait olduğunu bilmiyordu. Açıklığa doğru iyice ilerlediğinde bile karanlık bir bulut yine ayı gizledi ve etrafı tamamen karardı, kendi kalbinin atışı ve ağaçların arasındaki rüzgârın fısıltısı dışında tek bir ses dahi duyamadı.
III
EARL RODERIC’IN TUZU DÖKÜŞÜ
1262 yılının aynı Haziran akşamı Kenric, Ailsa Redmain’le beraber akarsuyun kenarındayken o günün erken saatlerinde Bute’un kıyılarına inen üç yabancı Rothesay Kalesi’nin büyük yemek salonundaki ziyafete katılıyordu. Yorgun Lulach’a ve Ailsa’ya düşman olarak görünseler de bu üç kişi Earl Hamish tarafından tanınıyordu. Gerçekte liderleri kontun kardeşi, Gigha Adalı Earl Roderic’ten başkası değildi. Diğer ikisiyse Jura’nın İhtiyarı Erland ve Colonsay’in Sessizliği Sweyn’di.
Ne var ki Bute lordu için yerine getirecekleri beklenmedik vazife henüz bilinmiyordu. Ama çabucak Rothesay Kalesi’nin kapılarına geldiklerinde Earl Hamish ve hizmetlisi Sir Oscar Redmain’in Glen More’un yabanlarına av seferi düzenlediklerini öğrendiler. Ve avcıların arasında Kenric’in ağabeyi Alpin’le genç Allan Redmain de vardı.
Yabancılar kaleye girerek yemeklerini yiyip boğazlarını şarapla ıslattıklarında kılıçlarını ve kamalarını silahhanede bıraktılar, yayları ve av mızraklarını aldılar. Teçhizatlarını hazırlamış halde Earl Hamish, pek çok adamı ve uzun bacaklı tazılarıyla yola çıktılar. O gün iyi avlanarak Earl Roderic’in öldürdüğü bir yabandomuzu, üç boynuzlu geyik ve diğer avlarla birlikte geri döndüler.
Onlar yokken Kenric’in annesi Leydi Adela hepsi için bir sürü av eti, biftek, haşlanmış siyah keklik, beyaz ve kahverengi ekmek, bol miktarda kırmızı şarap ve iyi baharatlanmış likörden oluşan bir ziyafet hazırladı. Her asil misafirin önüne gümüş bir içme kâsesi, Bute’un kralı içinse dövme altından bir kadeh koyuldu.
Salon meşe kirişlerden sarkan birçok testi lambayla aydınlatılmıştı ve akşamın serin olma ihtimaline karşın şöminede rayihalı çam odunlarından ateş yakılmıştı. Siyah meşe tahtalarla kaplanmış salon duvarlarında pek çok parlayan kalkan, zırh, av borusu, çeşitli av ödülleri yer alıyordu.
Ateşin yanında yaşlıca bir ozan oturuyordu, görevi ziyafetin aralıklarını arpının müziğiyle doldurmak ya da gerekirse Kral Somerled’in ve Bute krallarının diğer büyük atalarının destanlarını anlatmaktı.
Uzun boylu, zarif, üzgün yüzlü ve uzun, kahverengi sakallı İskoçyalı Earl Hamish masanın başında oturuyordu; güçlü elleriyle dumanı tüten geyik etini kesebilirdi. Sağ tarafında Jura kontu İhtiyar Erland, sağındaysa Sessiz Earl Sweyn oturuyordu. Güzel karısı, elbisesi pek çok ipek malzemeyle yapılmış ve Sudureyanlarca işlenmiş Leydi Adela masanın sonunda, karşısında yerini almıştı. Kadının sağında Gighalı Earl Roderic, solunda da oğlu Alpin vardı.
Böylece ziyafet, erkeklerin bugün Glen More’da avlanmalarıyla ilgili keyifli bir tartışmayla başladı.
Jura ve Colonsay’in küçük kralları Erland ve Sweyn, her yıl derebeyleri İskoçyalı Üçüncü Alexander’a haraç verseler de kuzeylilerdi ve Earl Hamish’le Norveç dilinde konuştular. Hikâyeyle alakası olmayan tartışmaları genelde sığırlar, koyunlar ve Kuzey Adaları’nın eski kadim kanunları üzerine yaptılar. Ancak Gighalı Roderic, İngiliz olmasına rağmen Leydi Adela’nın iyi anlayabildiği Gal dilini konuşuyordu.
“Ah, ama,” dedi, babasının topraklarında yapılan etkinlikleri öven genç Alpin’e, “bir gün Gigha’ya gelmelisin, seni temin ederim Bute’ta hayal dahi edemediğin maceralar yaşarsın.”
“Lordum, öyle bir şey olursa şaşarım,” dedi Allan Redmain küçümseyerek, “zira övündüğün krallık denizin ortasındaki çorak bir kayadan ibaret ve bence av hayvanlarınız ancak zararlı sıçanlar ve sivri farelerdir.”
“Benim bahsettiğim spor, genç adam,” dedi Roderic, kaşlarını çatıp kızıl sakalını geniş eliyle sildi, “sandığın gibi çocuk oyunları değil. Bizim av alanlarımız geniş okyanustur. Cesur adamlarımla ben maceralarımızı İzlanda ve İskandinavya’nın kuzeyine, hatta güneydeki, arayan için bolca bulunabilen Anglus topraklarına taşırız.”
Leydi Adela şokla karışık bir şaşkınlıkla başını kaldırdı.
“Ama,” dedi, “Anglusları düşmanlarımızdan saymıyorsunuz, değil mi lordum? İskoçlar yıllardır ülkem İngiltere’yle barış içindedir.”
“Dostun olan herhangi birine düşmanım dersem kahrolurum, güzel Lady Adela,” dedi Roderic gösterişle. “Fakat İskoçlar gerçekten de Kral Henry’yle barış içinde olsalar da cesur İrlanda doğuluları sık sık gururlu hemşerilerini öldürme isteği duyuyorlar ve onlara yardım edersem kurbanlarımızın kim, işgal ettiğimiz toprakların neresi olduğu ne fark eder? Fethetme gücü olanın almasına izin veriyorum. Bırak alabilen elindekini tutsun. Sen ne diyorsun Sör Oscar? Haklı değil miyim?”
“Ben barışçılım, Earl Roderic,” dedi, Sör Oscar Redmain vakur bir tavırla. “Kralımın ve ülkemin düşmanlarından başka düşmanım yok. Ve bana göre lordum, İskoç Kralı’nın sadık bir kulu, doğuluların ya da kuzeylilerin faydası için ve İngiltere’deki iyi dostlarımıza karşı silahlanırsa hain bir tazıdan farkı kalmaz. Lordum, siz belki de Majesteleri İskoçyalı Alexander kadar Norveçli Kral Hakon’a da bağlılık yemini edebilirsiniz. Herkes kolayca iki efendiye birden hizmet edemez.”
“Gerçekten de hain bir tazı! Beni kesinlikle hafife alıyorsunuz, Sör Oscar,” dedi Roderic, bu serzenişle kızararak. “Ben İskoç Kralımız dışında herhangi bir krala haraç vermem, Tanrı onu kutsasın! Kral Alexandar sahiden de çok az krallık hüneri bilen bir delikanlıdır ve henüz kundakta bebek olsa da sadece o benim hükümdarımdır.”
Böylece kadehini dudaklarına götürerek şaraptan büyük bir yudum aldı. Sonra hafifçe Rothesay’in leydisine dönüp narin, beyaz parmaklarıyla küçük parçaları daha kolay alacağını düşünerek tabağındaki av etlerini kesmesine yardım etti ve şöyle dedi:
“Yıllardır sürdürdüğüm zorlu gergin hayatımdan sonra leydim, bir kere daha Bute Adası’nın huzuruna dönmek benim için büyük bir keyif. Masasında sizin gibi güzel bir eşi olduğu için kardeşim Hamish’i fazlasıyla kıskanıyorum. Gerçekten de talihli bir adam!”
Adela’nın açık renkli yanakları bu iltifatla gül rengine dönse de gülümsemedi.
“Bana kalırsa, Lord Roderic,” dedi, gerginlikle beyaz ekmeği bölerken, “Bute’la Gigha’nın arasında bu kadar az mesafe varken bu kez kardeşinizi daha uzun ziyaret etmelisiniz. Earl Hamish sık sık sizden söz etse de bugüne dek sizi görmemiştim ki neredeyse yirmi yıldır burada yaşıyorum.”
“Heyhat!” dedi Roderic tedirginlikle. “Zavallı babam Earl Alpin öldüğünden beri buralara gelmeyi pek canım istemedi. Kardeşimle beni ayıran, bildiğiniz gibi lordumuz iki adayı böldüğünde oluşan öfkeydi. Bute’un topraklarının daha büyük kısmı Hamish’in payına düştü. Küçük çocuk olarak bana şu anda elimde olan acınası kısım kaldı. Gigha küçük bir adadan ibarettir leydim.”
“Mutluluğumuzun topraklarımızın genişliğine bağlı olmasına gerek yok Lord