dedi yaşlı adam Alpin’e oku vererek. “Bu yanmış oku Sör Oscar Redmain’in ellerine teslim edeceksin. Anlamını söylemene gerek yok. Bu, eski geleneklerin çağrısını yerine getirmedir ve Bute’un bilge insanlarınca iyi bilinir. Sör Oscar onu iyi babamız St. Blane Başrahibi’ne gönderecek. Başrahip aynı şekilde Scoulaglı Ronald Gray’e yollayacak. Böylece sırayla on iki bilge Ascog bataklığının yanındaki büyük ovada Adalet Kurulu olarak toplanacak, orada kralımızı öldüren hainin hükmünü uygulayacaklar.”
“Acele et! Acele et oğlum! Neden oyalanıyorsun?”
“Bu Roderic denen adamın hayatını almak için annemin kutsamasıyla yemin etmedin mi? O halde neden kurul toplanıyor?”
“Git ve söylediğimi yap, sabırsız çocuk,” dedi Dovenald sertçe. “Atalarının geleneklerine zıt düşen şeyler arama ve intikam açlığının seni şiddetin akılsızlığıyla kör etmesine izin verme. Sana emrediyorum git ve inan bana Gigha kontu hak ettiği cezadan kaçamayacak.”
Bunun üzerine Alpin oku sağ eline alarak tepeden tempolu bir hızla koşarak indi. Kenric ölü keçiyi alıp Dovenald’ın yanında Rothesay’e doğru yürüdü.
“Sabırsız, çok sabırsız,” diye mırıldandı yaşlı adam. “Kötü bir kral olacağından çok korkuyorum. Fazla aceleci ve sık sık yanlış karar veriyor. Babası gibi bir yönetici olmayacak. Leydi Adela sevgisiyle onu şımarttı.”
“Ağabeyime fazla yükleniyorsun,” dedi Kenric. “Batı Adaları’nda krallığa Alpin kadar uygun tek bir kişi bile yok. Adil, asil ve güvenilir. Bute’taki hiç kimse sözünden döndüğünü ya da yalan söylediğini söyleyemez. Sırf kamasını kullanmakta acele ediyor diye nazik bir sözün darbeden daha işe yarar olduğunu bilmeyen, düşüncesiz bir çocuk olduğuna mı inanıyorsun? Ne zaman kamasını ya da kılıcını amaçsız çekti? Onu benim kadar tanıyorsun, Dovenald, yoksa bu kadar ayıplamazdın. Hem nazik annem, yeni kaybettiği babamdan sonra en çok onu seviyorsa Alpin’in onun büyük iltimasını hak etmediğini kim söyleyebilir?”
Yaşlı uşak sessizce yürüdü.
Biraz sonra Kenric’e dönüp şöyle dedi: “Ağabeyin lordumun öldürüldüğü silahı ne yaptı? Gece yarısı hain Roderic’in yanına girmeye çalıştı ki leydimin güçsüzce istediği gibi o ölümcül bıçağı kullanabilsin. Nerede o?”
“Bilmiyorum,” dedi Kenric. “Bence o zalimin kalbine saplamamış olması üzücü.”
“Oğlum! Oğlum! Bir daha böyle kötü düşünceler duymayayım. Kutsal başrahibimizin öğrencisinin böyle konuşması ne fena. Hem dün gece suçlu kontun bilgelerin vereceği cezayı çekmesini istiyordun.”
“Düşünmek beni değiştirdi, Dovenald ve Roderic şu anda karşımda olsa oracıkta öldürmek isterdim. Alpin onu öldüremezse intikamımı ben alacağım. İster adil bir dövüşte olsun ister gizlice, Roderic ölmek zorunda.”
“Heyhat, böyle genç birinden bu tür sözler duymamıştım!” diye mırıldandı Dovenald.
Ve kalenin kapılarından girerken yaşlı adam şikâyetlerini sürdürdü.
VIII
ERIACH ÜCRETI
Öğle vaktinin açık gökyüzünün altında Bute halkı Laws’ın boş ovalarında, Loch Ascog’un kenarında toplanmıştı. Kralları Earl Hamish’in kendi kardeşi tarafından acımasızca öldürülmesinin haberi bir kuş uçuşu kadar hızla dolaştığından adanın her yerinden gelmişlerdi ve hepsi sadece bu hainliği yapan adamı görmek için değil, bu suça verilecek cezayı duymak için de sabırsızlanıyordu.
Büyük dikilitaşın altında Sör Oscar Redmain, Bute’un bir hizmetlisi ya da yüksek rütbelisi olarak jüride yerini aldı. Büyük, parlak kılıcını ucu dışarı dönük halde tutmuş mahkûmla davacıyı beklerken asil ve yakışıklı görünüyordu. Sağında St. Blane başrahibi St. Blane duruyordu, saygıdeğer başını sıcak güneşten korumak için kukuletasını indirmişti. Solundaysa ülkenin yasalarına en hâkim kişi olan Dovenald eski yasal geleneklerini açıklayıp tartışmak için yerini almıştı ve etraflarında diğer on iki önemli adam çember halinde oturuyordu. Tanıklar ya da sanığın masum olduğunu beyan edenler kızaklarla bağlanmış halattan çitin dışındaydı. Bu kutsal adalet çemberinin sınırının dışındaysa adalılar; tepelerdeki ve vadideki, denizdeki işlerini bırakan çobanlar, çiftçiler, kabile üyeleri, balıkçılar ve esirler büyük bir kalabalık halinde toplanmış, hızlı bir intikam diye bağırmak için buraya gelmişlerdi.
Kâhya Duncan Graham ve kale muhafızları çoktan kimsenin silah taşımadığından emin olmak için izleyicilerin arasına gitmişti çünkü böylesi hayati önem taşıyan bir vakitte kimsenin silah taşımaması veya rahatsızlık yaratmaması gerekiyordu.
Bu güçlü adalılar sessizce dururken güneşten yanmış yüzleri ve birbirine girmiş sakallarıyla bir dizi bakımsız adam gibi görünüyorlardı. Çoğunun üzerinde koyun derisinden kıyafetler varken daha iyi durumdaki bazıları ekose ya da ratine gömlek giymişti. Ham deri çizmeleri, örme başlıkları vardı ama büyük çoğunluğunun başını deri bir şeritle bağlanmış kabarık saçlarından başka bir şey kaplamıyordu.
Kurul yemin etti ve Başrahip ileri çıkarak Hıristiyan Tanrısını barış bozanı cezalandırmaya çağırdı. Ardından kalabalık açıldı ve yiğit, yakışıklı, soylu genç Alpin gelip jürinin önünde boyun eğdi.
Üzerinde ekose kumaştan bir gömlek vardı, omuzları gümüş tokayla tutturulmuştu. Bacakları kaliteli kumaşla sarılıydı, çıplak dizlerinin altında haç görünüyordu ve ayaklarında gümüş tokalı deri ayakkabılar vardı. Uzun saçları güzelce taranmış, koyu kahverengi bukleler halinde geniş omuzlarına düşüyordu. Öğle güneşinin altında dururken pek çok kişiden övgü dolu uğultular yükseldi.
“Var ol Earl Alpin, Bute Kralı!” diye bağırdı biri.
“Kral çok yaşa!” diye bağırdı bir başkası ve bütün toplantıyı, uzaktaki tepelerde kaybolan bağırışlar kapladı.
Sonra Alpin elini kaldırarak sessizlik zincirlerinin sallanmasını istedi ve muhafızlardan biri şıkırdayan zincirleri sallarken herkes kesik nefesle onun müdafaasını, babasının ölümü için adalet talep etmesini dinledi.
“Peki, bu iğrenç suçtan kimi sorumlu tutuyorsun?” diye sordu Sör Oscar Redmain, söylenmesine gerek olmasa da.
“Gigha Kralı Roderic MacAlpin’i,” dedi Alpin ve bunun üzerine nefret bağırışları başladı.
“O hain kahrolsun! Öldürülsün!” diye bağırdı kalabalık.
Ve Alpin döndüğünde oradaki en uzun adamdan bir baş daha uzun boylu Duncan Graham’ın suçluyu, peşinde Colonsay ve Juralı iki yoldaşıyla beraber getirdiğini gördü.
O anda Alpin düşmanına doğru atıldı. Sağ elini kaldırdı ve herkes kan lekeli bıçağı tuttuğunu fark etti.
“Geber, iyinin katili!” diye bağırdı ve silahı Roderic’in göğsüne indirdi.
Ancak Gighalı Roderic alay edercesine güldü, Alpin’i bileğinden yakalayıp geriye doğru itti. Duncan Graham düşüşünü engelleyerek elinden silahı aldı.
“Seni aptal çocuk!” diye mırıldandı. “Mahkemenin önünde böyle bir şeye yelteniyorsun!”
“Butelu Alpin,” dedi hâkim, oturduğu yerden usulca kalkarak, “bu topraklardaki hiç kimsenin ciddi bir ceza almadan kurtulamayacağı bir şey yaptın. Buraya adaletin yerine getirilmesini istemek üzere geldin, senin adına bunu gerçekleştirmeleri için topladığın