benzer şekilde yakalanmıştı. Ama İhtiyar Erland, Kenric’in özgür ve sağ salim olduğunu fark edince kötü muameleye uğrayacağı korkusuyla koridora kaçtı. Orada karşısına, çekici kılıcıyla öldürmeye hazır halde Alpin çıktı. Kılıcı saplanmaya hazır dururken ilerideki ziyafet salonundan yaralı bir şahinin ağlama sesine benzeyen yüksek sesli ve hüzün dolu bir çığlık kalede yankılandı. Alpin silahını indirdi, İhtiyar Erland’ı tutuklama işini muhafızlara bırakarak süratle salona ilerledi. Çığlığı duyan Kenric de peşinden gitti.
Salonda annelerini buldular. Kalenin erkekleriyle kadınları yanındaydı, Bute’un ölü lordunun cesedinin üzerinde meşalelerini ve testi lambalarını tutuyorlardı. Leydi Adela çılgına dönmüş bir üzüntüyle ellerini sıkıyordu.
“Bu aşağılık şeyi yapan hain kim?” diye bağırdı, Alpin’le Kenric girdiğinde.
“Roderic, Gigha Earl’ü,” diye yanıtladı Kenric.
“Onu bu duvarların içine aldığım o mutsuz saate yazıklar olsun! Şimdi nerede?”
“İki yoldaşıyla birlikte hapse atıldı,” dedi Kenric.
“Hapse atıldı, öldürülmedi! Onu öldürmediniz? Oğullarım, ruhunuz nerede sizin? Neden bu kadar yaşamasına izin veriyorsunuz? Ya sen Alpin, neden babanı bu adamlarla yalnız bıraktın?”
“Heyhat, anne, bu suçları nasıl öngörebilirdim?” dedi Alpin. “Zavallı babam bile kardeşinin dostluğunun maskesinin altındaki hainliği göremedi.”
“Biraz münakaşa oldu,” dedi ozan Dovenald. “Aralarındaki tartışmayı hiç duydunuz mu, genç adam?”
“Bana kalırsa münakaşanın nedenini aramaya pek gerek yok,” dedi Kenric. “Gighalı Roderic şu anda bile nasıl Bute lordu olacağını düşünüp taşınıyor. Yaptıklarının cezasını ödemeden bir adım daha uzağa gitmeyecek.”
“Peki, bu ceza ne olacak?” diye sordu Leydi Adela.
Kenric, bu toprakların yasalarını ondan iyi bilen olmadığından cevap vermesi için Dovenald’a döndü.
“Leydim,” dedi Dovenald, “Bute’un bilge insanlarının yönlendirileceği şekilde yargılanıp cezalandırılmalı. Adalet yerine getirilecek. Bu konuda korkunuz olmasın.”
“Adalet mi?” diye bağırdı kadın. “Sizin bilge adamlarınızın adaletini ben çok iyi biliyorum. Sevgili kocamın ölümüne karşılık birkaç değersiz büyükbaşla ödeme yapılacak. Hayır, hayır. Hayata karşılık hayat. Earl Roderic bizim iyi, soylu lordumuzu acımasızca öldürdü ve hızlı bir intikam talep ediyorum.”
Oğlu Alpin’in önünde kendini dizlerinin üzerine attı.
“Benim tatlı oğlum,” diye ağladı, iki elini kavuşturarak. “Hayır dualarım ve mirasın olan yüksek soyluluk adına bu hainden suçu için intikam almanı istiyorum.” Ve böylece kan lekeli silahı alıp oğlunun eline zorla tutuşturdu.
Alpin geri döndü ve yüzü soldu.
“Güzel annem,” dedi, “bu ne demek oluyor?”
“Bu ölümcül bıçağı al,” dedi annesi, “ve üzerindeki kan kurumadan o katilin kara kalbine sapla.”
Ardından bıçağı tutan Alpin annesini kaldırıp kollarına aldı.
“Sevgili anne,” dedi, “bana büyük bir görev verdin ve ben de çok geçmeden Earl Roderic’ten intikam alacağıma dair Tanrı’ya ve sana söz veriyorum.”
“Hayır anne,” diye yakardı Kenric, ileri çıkarak. “Sana yalvarırım kardeşimi bu korkunç göreve gönderme. Lütfen sözünü geri al zira Alpin’i hem tehlikeye hem de onursuzluğa maruz bıraktığını bilmiyorsun. Gizlice intikam alırsa tıpkı cezalandıracağı katil gibi hain ve kötü olur. Adama ölümcül dövüş için meydan okursa mutlaka öldürülür çünkü bildiğim kadarıyla Roderic çok daha güçlü ve çoktan planladığı gibi kardeşimi öldürmek isteyecektir. Bu adamın gerçekten ölmesini istiyorsan bırak bunu Alpin değil ben yerine getireyim. Alpin bizim gerçek kralımız ve hayatı benimkinden daha değerli.”
Kenric konuşurken annesi, başı omzuna dayalı halde Alpin’in kollarında kaldı. Ve Alpin, kadın Kenric’e cevabını yüz yüze versin diye kolunu çektiğinde dönmedi, Alpin’in ayaklarına kapandı; baygınlık geçirdiği barizdi.
O yüzden Alpin güçlü kollarıyla onu odasına götürdü, kalenin hizmetlileri leydiyle ilgilendiler. Ancak üç uzun gün ve gece boyunca kimsenin anlam veremediği tuhaf bir hastalıktan ötürü yatağında yattı. Üç gün boyunca bilinçsizdi, tek bir kelime söylemedi.
VII
ÇAĞRILARIN OKU
O ölümcül gecede üç ada kralının Rothesay Kalesi’nin karanlık zindanlarına nasıl götürüldüğünü anlatmaya gerek yoktu. Gighalı Earl Roderic deniz gezintileri sırasında şüphesiz daha kötü yataklarda uyumuştu. Ancak o karanlık yalnızlık saatlerinde zihni, dayanıklı uzuvlarından daha rahatsız durumdaydı. Bute’a, yirmi yıldır göz diktiği zengin toprakları ele geçirme gayesini yerine getirmek gibi bir tasarıyla gelmişti. Kendi mirası olan küçük Gigha Adası büyüyen hırsını tatmin etmeye yetmiyordu ve yıllar geçtikçe İskoçya’nın batısındaki topraklarını genişleten Norveç Kralı’nın büyüyen gücü Roderic’e, ağabeyi Hamish’i öldürüp yerini alarak Bute Adası’nı Norveç Krallığı’nın koruması altına alacağına dair bir teşvik kazandırmıştı.
Tasarımı beceriksizce planlanmıştı zira tilki kadar kurnaz olsa da Roderic o kültürsüz dönemler için bile cahil bir adamdı ve kendisiyle göz diktiği kontluk arasında duran, şimdi de kolayca yenemeyeceği birer zorluk olarak karşısına çıkan Earl Hamish’in iki oğlunu hesaba katmamıştı.
Fakat Kenric’in beklenmedik ortaya çıkışına rağmen yolundaki bu engel temizlenebilirdi çünkü gecenin karanlığında ve sessizliğinde Alpin’in odasına sızarak uyanıp babasının topraklarında bir daha hak iddia etmemek üzere onu halletmeyi planlıyordu. Roderic, Leydi Adela’dan küçük oğlu Kenric’in henüz on altı yaşında olduğunu, bilge St. Blane başrahibiyle yaşadığını öğrenmişti ve Gigha’nın kötü kontu Kenric’ten basit bir şekilde kurtulabileceğini düşünmüştü.
Şimdiyse ağabeyini öldürdükten sonra bile bu görevde başarısız olmuştu. Bute’un kralı olmak yerine Rothesay Kalesi’nin en derin zindanlarında esirdi.
Ölü Earl Hamish’in iki oğlu Rothesay’in fundalıklı tepelerine tırmanırken orman tavukları kanatlarındaki çiyleri ancak döküyordu. Kollarında yeni yağmış kar kadar beyaz genç bir keçi taşıyan Dovenald yanlarındaydı. En üstteki tümseğe ulaştıklarında bir süre durdular. Dovenald küçük ayakları birbirine bağlanmış halde meleyen keçiyi yere yatırdı, iki gence gidip ateş için biraz kuru funda çalısı ve karaçalı toplamalarını söyledi.
Kıraç arazinin üzerindeki hafif esinti yaşlı adamın çıplak kafasındaki gümüş buklelerle oynuyordu. Yüzünü batıya dönerek Clyde’ın gri sularına, Cunningham tepelerinin yukarılarına bakarken şafak sökmeye başladı. Sonra güneye göz atıp gül rengi sislerle yarı örtülü dev Arran Dağları’nı izledi. Çok geçmeden çıkan güneşin altın rengi ışıkları Goatfell’in birkaç sarp zirvesini öpecekti, Dovenald başını eğip bir dua mırıldanarak Tanrı’dan insanların kalplerine ışık saçarak o gün yapmaları gereken dini görevlerini yerine getirmeleri için yol göstermesini diledi. Ardından Alpin’e döndü.
“Şimdi ateşi tutuştur,” dedi. “Çakıl taşı ve çelik burada.”
“Ve