Yone Noguchi

Bir Japon Kızının Amerika Günlüğü


Скачать книгу

saattir limandan şehre ve oradan da şu an bulunduğum Palace Hotel’e kadar geçen zamanda edindiğim ilk izlenimlerim hakkında yazıyorum.

      Oda numaram 489.

      Dışarı çıkarsam geri dönemeyeceğimden korkuyorum. Oda numaramı hatırlamak çok zor.

      Büyük aynaya bakınca o kocaman odada küçücük görünüyordum.

      Yüksek tavanlı çok büyük bir odaydı bu!

      Kendimi hiç de evimde hissetmiyorum.

      Tek bir çiçek yaprağı bile yoktu odada. Duvarda göz alıcı bir resim yoktu!

      Sürekli başını eğen Japon otel hizmetlilerinin “irashai mas-hi” yani “şeref verdiniz” şeklindeki şu yapay selamını duymaktan bıkmıştım.

      Ne var ki Merikan otelindeki sade muamele de zevkime hiç uygun değil.

      Burada bana hizmet eden tek bir kız yok!

      “Muhterem hanımefendiye çay ve çörek” de yok.

22 Ekim

      İstirahat etmeye ihtiyacım var. Son birkaç hafta beni fena halde hırpaladı. Günler boyu mışıl mışıl uyumaya karar verdim.

      Ne var ki okyanustaki o his geri dönecekti.

      Amerikan yatağım en ufak hareketimde dahi dalgalanarak su gibi hareket ediyordu.

      Uykumda bile egzersiz yapıyormuşum gibi geliyordu.

      Aşırı yumuşak bir yatak.

      Sadece alıştığım gibi yerde yattığımda tam olarak istirahat edebilirim.

      Bütün gece gözümü kırpmadım.

      Yatak hiç rahat olmadığından kalktım.

      Ah, mavi gökyüzü!

      Buradayken bir daha asla safir gibi bir gökyüzü göremeyeceğimi düşünüyordum. Yanılmışım.

      Bugün kiliseye gitme günü.

      Tramvayların zilleri ahenkle çalıyor.

      Gökyüzü en güzel pazar elbisesini giymiş.

      Bu gece otel penceremden yıldızları görebileceğimi düşününce sevindim.

* * *

      Sırf eğlence olsun diye asansörle bir aşağı bir yukarı gidip geldim.

      Nasıl da gıdıklayıcı türden bir baş dönmesi tatmıştım!

      Asansör çalışınca gözlerimi kapatıyorum.

      Bu, acayip yeni bir şey.

      Gözden kaybolmak üzere yükselen ayaksız bir hayalet için kurulmuş Japon sahnesi ile “seriage”da10 bir şey diye düşünüyorum.

      Beyaz beylerin hanımlara karşı ne kadar alçakgönüllü bir tavır sergilediğini görmek çok şaşırtıcı.

      Eğer asansörde bir kadın varsa şapkalarını çıkarıyorlar. Bazısının kocaman kel kafası ortaya çıkıyor, gülünç bir O Binzuru’yu11 andırıyorlar. Bu, gözlüklü çocuklar kadar yaygın bir manzara. Sonra Japonların “Göğün Yüce Oğlu” karşısında yaptığı gibi tevazuyla dikiliyorlar. Kadın gittikten sonra kuzular gibi ağır ağır çıkıyorlar.

      Kadınların böyle bir şerefi nasıl hak ettiklerini çözemiyorum.

      Ne kadar şeker bir hareket!

      Acaba Tanrı’nın huzurunda nasıl davranıyorlar!

23 Ekim

      Bembeyaz çarşafların karşısında oturmak ve o çarşafların üzerinde oturmuş yemek yiyen hayali bir Bay Cicim’in yüzünü düşlemek harika.

      Beyazlık iştah açıcı.

      Çarşafların koyu çizgileri o kadar güzel ki… O koyu çizgiler olmasa çarşafların bir albenisi kalmazdı.

      Birkaç yıl evvel resim dersinde tek çizginin güzelliğini öğrenmiştim.

      Ama şimdi Meriken masa örtüsünü görünce bunu tam olarak anlıyorum.

      Keşke ebediyen ona bakabilseydim.

      Eğer bu ülkede ev işleriyle ilgilenmeye başlayacak olursam (bunu hayal bile edemiyorum!) bütün paramı tereddüt etmeden keten çarşaf ve örtülere yatıracağım.

      Bahar çimlerinin üzerine hünerle ütülenmiş bir keten örtü serip (beyaz ile yeşil ne kadar da hoş görünüyor!) kocamla oturduğumu (acaba kocam dünyanın neresinde?) ve o su getirmeye gittiğinde örtünün üzerine çaydanlığı devirdiğimi, ardından da bütün düğün çiçeklerini toplayıp koyu kırmızı lekeyi örttüğümü hayal edince güldüm.

      Elçi, yemek salonunda kendini gülünç duruma düşürüyor.

      Öyle ki kahkahası bütün hanımların dikkatini çekiyor.

      Bu sabah şöyle haykırdı: “Amerikalılar yabancılara karşı çok kaba. Sadece para isteyecekleri zaman nazikler!”

      Konuşmasını o gürültülü kahkahasıyla tamamladı: “Ha, ha, ha!”

      Yanımızdaki masada oturan ve titrek bir kış yaprağını andıran solgun ve sabırsız bir hanım, omuzlarını silkip mırıldandı:

      “Amanın!”

      Kara ya da Tenjiku, görev yeri her neresiyse, bir an evvel gitmesini sağlamak için bir çare bulmayı umuyordum.

      Bir kukla gibi iyi huyluydu.

      Ama üzgünüm ki Amerikey’e uygun değil.

      Yarın ayrılacağını söylediğinde rahatlamıştım.

      Saygınlığım kurtulmuştu.

      Kare şeklinde bir kâğıt parçası kesip aşağıdakileri yazdım:

      Bu kâğıdı elçinin geniş avcuna yerleştirdim. Onu göğsüne iğneleyip hiç çıkarmamasını söyledim.

      “Ne fena şeysin!” dedi.

      Her zamanki gibi “ha,ha,ha!” diyerek devam etti.

      Güle güle!

* * *

      Zenciler korkunç. Hayatım boyunca elde ettiğim bu ilk şansta onları gözden geçirip inceledim.

      Bu kavmin güzellik standardı nedir? Hakikaten, öğrenmek istiyorum!

      Sözlüğümde “coon”12 kelimesine baktım. Açıklama hiç tatmin edici değildi.

      Her zaman nazik olan Amerikalıların zencileri “rakun” olarak görmediklerine eminim.

      Bu kelime ne anlama geliyor, söyleyin bana.

24 Ekim

      Tükürük hokkası!

      Amerikan tükürük hokkası çok meşhur. Amcam öyle diyor.

      Bu dokuz katlı otelin (sekiz yüz elli bir odası var, düşünsenize!) her bir köşesinde sizi tükürük hokkası karşılıyor.

      Kaç bin tane hokka var?

      Bütün o hokkaları böyle temiz tutabilmek muazzam bir iş olmalı.

      Otel sahibi bu hokkaların bir kısmını niçin şehrin kullanması için vermiyor acaba?

      San Francisco kaldırımlara tükürük hokkaları yerleştirmeli.

      Hanımlar öyle uzun ve şatafatlı etekler giyiyor ki…

      Görünüşe göre,