kuruşuna kadar. İnsanlar delirmiş,” dedi Gunvald Larsson.
Yine durdu. Taşları, çalıları ve kırmızı çiti başıyla işaret edip, “O zaman orada yatıyormuş demek ki,” dedi.
“Tahminen.”
“Biz buraya vardığımızda yağmur başlamıştı. Dokuzuncu bölgeden sivil devriye ekibi gasptan kırk beş dakika önce buradaymış. Onlar da hiçbir şey görmemiş. O zaman da burada yatıyor olmalı.”
“Onlar gaspçıyı arıyordu,” dedi Kollberg.
“Evet. Adam buraya geldiğinde onlar Lill-Jans Korusu’ndaymış. Bu dokuzuncu oluyor.”
“Yaşlı kadın ne durumda?”
“Ambulanslık. Hemen hastaneye kaldırıldı. Şoka uğramış halde, çene kemiği çatlamış, dört dişi düşmüş, burnu kırılmış. Adama dair tek gördüğü yüzünün üstüne bağladığı kırmızı bir bandana. Buradan bir şey çıkmaz.”
Gunvald Larsson tekrar durup devam etti:
“Köpek arabasını alsaydım…”
“Ne?”
“Senin şu harika dostun Beck, geçen hafta buradayken köpek arabası göndermemi söylemişti. Belki bir köpek olsaydı…” Yine taşlara doğru başını oynattı, sanki kastettiği anlamı kelimelere döküp telaffuz edemiyordu.
Kollberg, Gunvald Larsson’dan şahsen hoşlanmazdı fakat bu kez, onunla aynı hisleri paylaşıyordu.
“Olabilir,” dedi Kollberg.
Gunvald Larsson tereddütle “Tecavüz var mı?” diye sordu.
“Olabilir.”
“O halde arada bir bağlantı olduğunu düşünmüyorum.”
“Hayır, bence de yok.”
Rönn kordonun içinden yanlarına gelince Larsson hemen sordu:
“Tecavüz var mı?”
“Evet,” dedi Rönn. “Öyle görünüyor. Çok büyük olasılıkla.”
“O zaman arada bir bağlantı yok.”
“Neyle?”
“Gaspçıyla.”
“Nasıl gidiyor?” diye sordu Kollberg.
“Kötü,” dedi Rönn. “Yağmur her şeyi silip süpürmüş. Kız iliklerine kadar ıslak.”
“Tanrım, midem bulanıyor,” dedi Larsson. “İki manyak aynı zamanlarda aynı yerde kol geziyor, biri diğerinden beter.” Topuğunun üstünde dönüp arabaya yürüdü. En son söylenirken duydukları şu oldu:
“Tanrım, ne iğrenç bir iş. Aklı olan polis olur mu zaten…”
Rönn bir süre onu izledi. Sonra Kollberg’e dönüp konuştu:
“Bir saniye gelebilir misiniz, efendim?”
Kollberg derin bir iç çekti, bacaklarını kordonun üstünden diğer tarafa attı.
Martin Beck, cumartesi öğleden sonrasına kadar Stockholm’e dönmedi. Ahlberg onu istasyonda uğurladı.
Martin Beck, Hallsberg’de tren değiştirdi, istasyondaki kitapçıdan bir akşam gazetesi aldı. Katlayıp yağmurluğunun cebine koydu ve Göteborg ekspresindeki koltuğuna yerleşene kadar da dokunmadı.
Manşetlere şöyle bir bakınca irkildi. Kâbus başlamıştı.
Martin Beck diğerlerinden sadece birkaç saat sonra bu kâbusa bulaşmış olacaktı. Sadece o kadarcık gerideydi.
9
Bazı anlar ve durumlar vardır ki insan her ne pahasına olursa olsun kaçınmak ister fakat erteleyemez. Polisler herhalde böyle durumlarla sıradan insanlara nazaran daha sık karşılaşır ve hiç şüphesiz, bazı polisler böyle durumlara, diğerlerine göre daha fazla maruz kalır.
Bu durumlardan biri de, sekiz yaşındaki kızının bir seks manyağı tarafından boğulduğunu öğrenen Karin Larsson’un, olayın üstünden yirmi dört saat bile geçmeden sorguya çekilmesiydi. İğne ve haplara rağmen hâlâ şoku atlatamamıştı ve duyguları uyuştuğundan üstünde hâlâ bir gün önce hayatında hiç tanımadığı, büyük ihtimalle bir daha da görmeyeceği iri cüsseli bir polisin kapısını çaldığı sırada giydiği aynı ev elbisesi ve terlik olan yalnız bir kadındı. Sorgunun başlamasından hemen önce böyleydi.
Cinayet masasından bir başkomiser bu sorgunun ertelenemeyeceğini, asla kaçınılamayacağını iyi bilir çünkü ellerinde bundan başka tek bir ipucu dahi yoktur. Otopsi raporu henüz hazır değildir ama bu raporun içeriği aşağı yukarı biliniyordur.
Yirmi dört saat önce, Martin Beck bir kayığın başında oturmuş, Ahlberg’le aynı sabah attıkları ağları çekiyordu. Şimdiyse Kungsholm Caddesi’ndeki soruşturma merkezinde bir odada ayakta dikiliyor, bir dirseğini dosya dolabına koymuş, oturamayacak kadar midesi kalkmış vaziyetteydi.
Bu sorgulamanın, ahlak masasında görevli dedektif komiser olan bir kadın polis tarafından yürütülmesi uygun bulunmuştu. Kadın kırk beş yaşlarındaydı, adı Sylvia Granberg’di. Bazı açılardan bu seçim aslında çok iyiydi. Kahverengi ev elbiseli kadının tam karşısında oturan kadın, az önce başlattığı kayıt cihazı kadar kayıtsız biriydi.
Kırk dakika sonra cihazı kapattığında görünüşte hiçbir değişiklik yaşamamış, bir kere bile kekelememişti. Martin Beck teybi bir süre sonra, Kollberg ve iki kişiyle daha yeniden çalıştırırken bunu tekrar fark etmişti.
GRANBERG: Sizin için çok zor olduğunun farkındayım, Bayan Carlsson, ama maalesef cevaplamanızı istediğimiz bazı sorular var.
TANIK: Evet.
G: Adınız Karin Elisabet Carlsson mu?
T: Evet.
G: Doğum tarihiniz?
T: Yedi… bin dokuz yüz otu…
G: Cevap verirken başınızı mikrofona doğru tutabilir misiniz?
T: 7 Nisan 1937.
G: Medeni durumunuz?
T: Ne… ben…
G: Yani bekar mısınız, evli misiniz, boşanmış mısınız diye soruyorum?
T: Boşanmış.
G: Ne zaman?
T: Altı yıldır. Neredeyse yedi.
G: Eski kocanızın adı ne?
T: Sigvard Erik Bertil Carlsson.
G: Nerede yaşıyor?
T: Malmö’de… Yani oraya kayıtlı… Sanırım.
G: Sanır mısınız? Bilmiyor musunuz?
MARTIN BECK: Adam denizci. Yerini henüz tespit edemedik.
G: Kızının bakımına destek olması gerekmiyor mu?
MB: Evet, tabii ki ama yıllar içinde bunu yerine getirmişe benzemiyor.
T: O… Eva’yı hiçbir zaman umursamadı.
G: Kızınızın adı Eva Carlsson muydu? Başka ön adı yoktu, değil mi?
T: Hayır.
G: 5 Şubat 1959 doğumlu?
T: Evet.
G: Cuma akşamı neler olduğunu bize mümkün olduğunca net anlatabilir misiniz?
T: Ne olduğunu… hiçbir şey olmadı. Eva… dışarı çıktı.
G: Saat kaçta?
T: