Baroness Emma Orczy

Scarlet Pimpernel


Скачать книгу

Waite’e ayırmasının ne kadar da doğru bir karar olduğunu gösteriyordu.

      Bay Jellyband’in tavernasının müdavimleri genelde balıkçılardı. Balıkçılar, içmeye doymayan insanlar olarak bilinirlerdi. Denizdeyken yuttukları tuz yüzünden, kıyıya çıktıklarında boğazları kururdu; “Balıkçı Misafirhanesi” bu alçakgönüllü insanlar için bir buluşma noktasından daha fazlasıydı. Londra ve Dover arası gezi, handan başlıyordu. Kanal’a gelen ziyaretçiler ve “büyük tur” için yola çıkan insanların hepsi de Bay Jellyband ve onun Fransız şarapları ya da ev yapımı biralarıyla haşır neşir oluyordu.

      1792 yılı Eylül ayının sonlarına doğruydu; ay boyunca sıcak seyreden hava birden bozmuştu. İki gün hiç durmadan yağan sağanak yağmur, İngiltere’nin doğusunu suya boğdu; yağmur tam da güzel olmaya başladıkları dönemde elmaları, armutları ve geç dönem eriklerini mahvetmek için elinden geleni yapıyor gibiydi. O anda da pencerelere vuruyor, hatta bacadan aşağı inerek neşe saçan odun ateşinin şömine içinde titremesine sebep oluyordu.

      “Tanrım! Hiç eylül ayında bu kadar yağdığına şahit olmuş muydunuz, Bay Jellyband?” diye sordu Bay Hempseed.

      Bay Hempseed, şömineye yakın oturaklardan birine oturmuştu, çünkü yalnızca Balıkçı Misafirhanesi’nde değil, aynı zamanda Kutsal Kitap hakkındaki bilgisiyle kayda değer öğreniminin çok büyük hürmet ve saygıyla karşılandığı tüm yörede, önemli bir kişilik ve otoriteydi. Ellerinden birini uzun zamandır giydiği özenle dikilmiş iş önlüğünün altındaki kadife pantolonunun geniş cebine sokmuştu, diğeriyle ise uzun piposunu tutuyordu. Oracıkta pencere camından süzülen küçük yağmur damlalarını izliyor ve karamsar bir halde oturuyordu.

      “Hayır,” diye kısa bir cevap verdi Bay Jellyband, “bu kadar yağdığına şahit oldum mu hatırlamıyorum, Bay Hempseed. Üstelik neredeyse altmış yıldır buralardayım.”

      Bay Hempseed bunun üzerine, “Tabii! Gerçi, o altmış yılın ilk üç yılını hatırlamanız mümkün değil, Bay Jellyband,” diye araya girdi sakince. “Hiç küçük bir çocuğun havayı bu kadar dikkate aldığına şahit olmadım, en azından buralarda. Üstelik ben de neredeyse yetmiş beş yıldır buralarda yaşıyorum.”

      Bu bilmişliğe o an karşı çıkılamazdı, Bay Jellyband de zaten tartışmanın olağan akışı için hazır değildi.

      “Sanki eylül değil de nisan ayındayız, değil mi?” diye devam etti Bay Hempseed keyifsizce, bu sırada yağmur damlaları ateşin üstüne düşerek cızırtı çıkarıyordu.

      “Evet! Sanki öyle,” diye onayladı şerefli taverna sahibi, “fakat ne bekliyorsunuz ki Bay Hempseed, hele de başımızda böyle bir hükümet varken?”

      Bay Hempseed, bilgece kafasını salladı. Britanya iklimine ve hükümetine olan derin güvensizliği yüzünden huysuzdu.

      “Hiçbir şey beklemiyorum, Bay Jellyband,” dedi. “Bizim gibi zavallı insanların Londra’da işi yok, bunu biliyorum. Üstelik bunu çok da umursamıyorum. Ancak eylül ayında böyle bir havayla karşılaşınca tüm meyvelerim, Mısırlı annenin ilk çocuğu gibi çürümeye ve ölmeye başlıyor. Berbat egzotik meyveler ve portakallar satan Yahudiler hariç hiç kimseden iyi durumda değilim ki zaten eğer İngiliz elmaları ve armutları güzelce olgunlaşsaydı onları da kimse almazdı. Kutsal Kitap şöyle diyor…”

      “Bu gayet doğru, Bay Hempseed,” diye çıkıştı Jellyband, “ama diyorum ki, ne bekliyorsunuz? Kanal’ın her yanında ülkelerinde krallarını ve soylularını öldürmeye çalışan Fransız şeytanlar var. Parlamentodaki Bay Pitt, Bay Fox ve Bay Burke ise kendi aralarında tartışıp kavga ediyorlar, biz İngilizler onların bu tanrıtanımaz yolu izlemesine izin mi vermeliyiz? Bay Pitt ‘Bırakın soyluları öldürsünler!’ diyor, Bay Burke ise ‘Durdurun onları!’ diyor.”

      “Ben de bırakın öldürsünler diyorum, hepsine lanet olsun,” dedi Bay Hempseed sertçe, zira arkadaşı Jellyband’in politik tartışmalarını pek sevmiyordu. Çünkü derinliği bir kenara bırakıyor ve yörede ona büyük bir saygınlık, Balıkçı Misafirhanesi’nde ise bir dolu bedava bira kazandıran bilgeliğini sergileyemiyordu.

      “Bırakın öldürsünler,” diye tekrarladı, “ama eylül ayında böylesi bir yağmurun yağmasına izin vermeyelim, çünkü bu hem kanuna hem de Kutsal Kitap’a aykırı ki orada şöyle diyor…”

      “Tanrım! Bay Harry, beni korkuttunuz!”

      Bu cilveleşmenin tam da Bay Hempseed’in meşhur Kutsal Kitap nutuklarından birini atmak için nefesini topladığı sırada gerçekleşmesi Sally adına talihsizlikti, çünkü bu yüzden genç kız babasının öfkesiyle karşı karşıya kalacaktı.

      “Sally, haydi kızım, haydi!” dedi babası, kaşlarını çatmıştı. “O genç züppelerle oynamayı bırak da işinin başına dön.”

      “İşler gayet yolunda baba.”

      Fakat Bay Jellyband inat etti. Bay Jellyband’in kafasında, biricik evladı olan balıketli kızının, ağlarıyla istikrarsız bir kazanç elde eden bu genç adamlardan biriyle evlenmesi yerine, zamanı gelince Balıkçı Misafirhanesi’ni devralması vardı.

      “Beni duydun mu kızım?” dedi sakin bir ses tonuyla, handaki hiç kimse itiraz edemedi. “Efendi Tony’nin yemeğini hazırla, eğer ona sunabileceğimizin en iyisini veremezsek ve memnun kalmazsa o zaman başına gelecekleri görürsün. O kadar.”

      İstemeyerek de olsa Sally, babasının dediklerine uydu.

      “Bugün özel konuklar mı bekliyorsunuz, Bay Jellyband?” diye sordu Jimmy Pitkin. Vefalı bir tavır takınarak han sahibinin dikkatini, biraz önce Sally’nin odayı terk etmesine sebep olan tatsızlıktan uzaklaştırmaya çalıştı.

      “Evet, öyle,” diye cevap verdi Jellyband. “Efendim Tony ve arkadaşlarını bekliyorum. Suyun öte tarafından dükler ve düşesler gelecekler; genç efendinin kendisi, arkadaşı Sör Andrew Ffoulkes ve diğer genç asil adamlar, bu kişilerin o zalim şeytanların pençelerinden kurtulmalarına yardımcı oldular.”

      Bu, sürekli mızmızlanan Bay Hempseed için çok fazlaydı.

      “Tanrım! Bunu neden yapıyorlar acaba? Diğer halkların işlerine burnumuzu sokmayı uygun görmüyorum. Zira Kutsal Kitap şöyle diyor…”

      “Bay Hempseed, Bay Pitt’in yakın arkadaşı olmanıza rağmen, Bay Fox’a katılıp ‘Bırakın öldürsünler!’ diyorsunuz,” diye araya girdi Jellyband, ufaktan dokundurarak.

      “Affedersiniz, Bay Jellyband, öyle bir şey dediğimi hatırlamıyorum,” diye kısık bir sesle yanıt verdi Bay Hempseed.

      Ne var ki Bay Jellyband’in konuyu kapatmaya pek niyeti yoktu.

      “Ya da belki de buraya gelip katliamlarını biz İngilizlere haklı gösterme amacı taşıyan Fransızlardan birkaçıyla arkadaş olmuşsunuzdur.”

      “Ne demek istediğinizi anlamıyorum, Bay Jellyband,” diye çıkıştı Bay Hempseed, “Tek bildiğim…”

      “Tek bildiğim,” diye araya girdi yüksek bir sesle taverna sahibi, “Mavi Yüzlü Ayı Tavernası’nın sahibi olan arkadaşım Peppercorn, bu topraklarda görebileceğiniz en sadık ve en hakiki İngiliz-di. Bir de şimdi bakın! O kurbağa yiyicilerle arkadaş oldu ve onları edepsiz, tanrıtanımaz kıllı casuslar olarak değil, İngilizlerle birmiş gibi görüp hepsiyle düşüp kalktı. Aynen öyle! Peki ne oldu? Şimdilerde Peppercorn’un tek konuştuğu şey devrim, özgürlük, aristokratlara ölüm vesaire vesaire. Tıpkı Bay Hempseed gibi!”

      “Affedersiniz, Bay Jellyband,” diye tekrar araya girdi Bay Hempseed kısık bir sesle. “Sanıyorum