Baroness Emma Orczy

Scarlet Pimpernel


Скачать книгу

Hempseed, en azından ellerine geçirebildiklerini, maalesef! Fakat bu gece buraya, kendilerini o serserilerin pençelerinden kurtarabilmiş birkaç arkadaş gelecek.”

      Genç adam bu sözleri söyler söylemez, köşede oturan sessiz yabancılara meydan okuyan bir bakış atmıştı sanki.

      “Duyduğuma göre siz ve arkadaşlarınız sayesinde efendim,” dedi Bay Jellyband.

      O an Efendi Antony’nin eli, onu uyarmak ister gibi taverna sahibinin koluna gitti.

      “Sessiz!” dedi tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde, hiç düşünmeden tekrar yabancılara doğru baktı.

      “Ah! Tanrı iyiliğinizi versin, onlardan zarar gelmez efendim,” dedi Jellyband. “Hiç kuşkunuz olmasın. Buradaki herkesin dost olduğunu bilmesem öyle konuşmazdım. Oradaki beyefendi de sizden iyi olmasın, tıpkı sizin gibi Kral George’un sadık ve hakiki bir hizmetkârı. Dover’a yeni geldi sayılır, buralarda bir iş kuruyor.”

      “İş mi? Tanrım, herhalde cenaze işinde, zira bu zamana dek bu denli karanlık bir çehre görmemiştim.”

      “Hayır efendim, sanıyorum ki eşini kaybetmiş ki bu da yüzündeki hüznü açıklıyor. Yine de kendisi bir dosttur, buna kefil olurum. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki bir kasaba tavernasının sahibinden daha iyi bir insan sarrafı yoktur.”

      “Ah, peki öyleyse,” dedi Efendi Antony, bu tür meseleleri taverna sahibiyle konuşmaktan çekinmediği belliydi. “Yine de söyle bana, burada kalan başka birileri yok, değil mi?”

      “Hayır efendim, başka kimse de gelmeyecek, yalnızca…”

      “Yalnızca?”

      “Siz efendimin burada görmek istemeyeceği kişiler değil.”

      “Kim gelecek?”

      “Efendim, Sör Percy Blakeney ve hanımı birazdan gelirler, fakat burada kalmayacaklar…”

      “Leydi Blakeney mi?” diye sordu Efendi Antony, biraz şaşırmıştı.

      “Evet efendim. Sör Percy’nin kaptanı biraz önce buradaydı. Hanımefendinin erkek kardeşinin bugün, Sör Percy’nin yatı DAY DREAM ile Fransa’ya geçeceğini, Sör Percy ve hanımının da onu son kez görmek için buraya geleceğini söyledi. Bu durum sizin keyfinizi kaçırmaz, değil mi efendim?”

      “Hayır, hayır dostum, keyfimi kaçırmaz. Sally yemeği en iyi şekilde pişirir, yemek de Balıkçı Misafirhanesi’nde servis edilen en güzel yemek olursa hiçbir şey keyfimi kaçırmaz.”

      “Hiç şüpheniz olmasın efendim,” dedi Sally, o sırada masaları yemek için ayarlamakla meşguldü. Masa, ortasındaki yıldızçiçeği demetlerinin müthiş renkleriyle, parlak kalaylı kadehleriyle, mavi porselenleriyle çok hoş ve çok davetkâr görünüyordu.

      “Masayı kaç kişilik yapalım efendim?”

      “Beş kişilik yer ayır güzel Sally, ancak yemek en az on kişilik olsun. Çünkü dostlarımız yorgun, sanıyorum ki açtırlar. Bana gelince, ant olsun bu gece bir oturuşta bir sığırı bile yiyebilirim.”

      “Sanırım geldiler,” dedi Sally heyecanla, uzaktaki at nallarının ve tekerleklerin sesleri artık duyulabiliyordu, ses gitgide yaklaşıyordu.

      Tavernada genel bir telaş vardı. Herkes, Efendi Antony’nin suyun ötesindeki güzel dostlarını görmek için can atıyordu. Sally, duvarda asılı küçük ayna parçasında hemen kendine baktı, saygıdeğer Bay Jellyband ise ayrıcalıklı konuklarını karşılamak üzere ayaklandı. Yalnızca köşedeki iki yabancı, tüm bu telaşa dahil olmadı. Sakin sakin domino oyunlarını bitirmeye çalışıyorlardı ve bir kez olsun bile kapıya doğru bakmadılar.

      “Hemen ileride, kapı sağınızda Kontes,” dedi dışarıdan hoş bir ses.

      “Ah! İşte oradalar, sağ salim geldiler,” dedi Efendi Antony büyük bir neşeyle, “Hadi güzel Sally, çorbaları ne kadar hızlı servis edebiliyormuşsun görelim.”

      Kapı, önceden ayaklanmış Bay Jellyband tarafından ardına kadar açıldı. Bay Jellyband, bol bol reverans yapıp iki hanımefendi, iki de beyefendiden oluşan dört kişilik grubu karşıladı. Hepsi tavernaya girdiler.

      “Hoş geldiniz! İngiltere’ye hoş geldiniz!” dedi Efendi Antony büyük bir coşkuyla, her iki elini büyük bir şevkle yeni gelen misafirlere doğru uzattı.

      “Ah, sanıyorum siz Antony Dewhurst’sünüz,” dedi hanımlardan biri, yabancı ve belirgin bir aksanla konuşuyordu.

      “Hizmetinizdeyim madam,” diye cevap verdi Antony. Çok nazikçe her iki hanımın ellerini öptü, sonra dönüp beylerin ellerini büyük bir samimiyetle sıktı.

      Sally, hanımların yol pelerinlerini çıkarmıştı bile. Hanımların her ikisi de titreye titreye döndüler ve harıl harıl yanan şömineye yöneldiler.

      Tavernadaki herkes bir şeyle meşguldü. Sally mutfağa doğru gitti, bu sırada Jellyband ateşin etrafında bir iki sandalye ayarladı. Bay Hempseed saçıyla oynuyor ve şömine önündeki oturağında sessizce oturuyordu. Herkes, meraklı fakat saygılı bir şekilde yeni gelenlere bakıyordu.

      “Ah, mösyöler! Ne diyebilirim ki?” dedi iki hanımdan yaşça büyük olan, bu sırada narin aristokrat ellerini sıcacık ateşe doğru uzatıyordu. Bir Efendi Antony’ye, bir dostlarına eşlik eden genç adamlardan birine tarif edilemez bir minnetle bakıyordu. Bu genç adam, o sırada kendisini ağır pelerinli paltosundan kurtarmakla meşguldü.

      “Umuyorum ki İngiltere’de olmaktan memnunsunuzdur ve zorlu yolculuğunuz size çok dert olmamıştır,” dedi Efendi Antony.

      “Tabii, tabii ki İngiltere’de olmaktan memnunuz,” dedi kadın, gözleri yaşlarla dolmuştu. “Çektiğimiz dertleri unuttuk bile.”

      Sesi ahenkli ve kısık çıkıyordu. O günün modasına uyup kar beyazı gür saçlarını alnından yukarıya doğru toplamış ve süslemişti, aristokratlara has güzellikteki yüzünde asilce göğüs gerdiği birçok acının izleri ve vakur bir asalet vardı.

      “Umuyorum ki dostum Sör Andrew Ffoulkes, size iyi bir yol arkadaşı olmuştur.”

      “Ah tabii, Sör Andrew çok nazikti. Ah baylar, ben ve çocuklarım size nasıl teşekkür edebiliriz?”

      Yanındaki refakatçisi, görünüşte çıtı pıtı küçük bir kızı andıran hanım üzgün görünüyordu, yüzünde bitkinlik ve keder vardı, henüz hiçbir şey söylememişti. Ancak yaşlarla dolu kahverengi büyük gözlerini şömineden ayırıp ateşin ve kendisinin yanına doğru yaklaşmış Sör Andrew Ffoulkes’un gözlerine dikti. Sonra, açık bir minnet duygusuyla dolu yüzündeki gözleri Sör Andrew’un gözleriyle buluşunca, solgun yanaklarına sıcak bir renk geldi.

      “Demek İngiltere burası,” dedi, tıpkı bir çocuk gibi merakla önce büyük şömineye ve meşe kalaslara, sonra da güler yüzlü Britanyalı çehreleri olan ve özenle işlenmiş iş önlükleri giyen köylülere baktı.

      “Bir parçası matmazel… Ama tümü emrinize amadedir,” diye cevap verdi Sör Andrew, gülümseyerek.

      Genç kızın yanakları tekrar kızardı, güzel yüzünü büyük ve tatlı bir gülümseme aydınlattı. Hiçbir şey söylemedi, Sör Andrew da sessizdi, yine de bu iki genç insan birbirini anlayabiliyordu. Zira zamanın başlangıcından beri dünyadaki genç insanlar birbirlerini anlama kabiliyetine sahiplerdi.

      “Yemek, yemek diyorum!” diye patladı Efendi Antony’nin şen sesi. “Dürüst Jellyband, yemek! Güzel genç kızın ve çorbalar nerede kaldı? Bu gidişle sen orada ağzın açık bir şekilde hanımlara bakarken onlar açlıktan bayılacak.”

      “Bir