Henri Barbusse

Cehennem


Скачать книгу

önce aralayıp sonra ardına kadar açıyorum. Koridorlarda, üzerlerindeki bakır levhalarda numaraları yazan oda kapıları kahverengiye boyanmış. Hepsi kapalı. Sadece benim duyduğum, hatta bu hareketsiz ve kocaman evde gereğinden fazla duyduğum, birkaç adım atıyorum.

      Sahanlık uzun ve dar. Bir gaz lambasının parladığı duvar, koyu yeşil taklit bir halıyla kaplı. Tırabzana dirseğimi dayıyorum. Bir uşak (masada yemek servisi yapan ve şu an üzerindeki mavi önlük ve dağınık saçlarıyla pek de tanınacak halde olmayan), koltuğunun altında gazetelerle, seke seke üst kattan iniyor. Madam Lemercier’nin küçük kızı, boynunu tıpkı bir kuş gibi öne uzatmış, dikkatli bir şekilde tırabzana tutunarak yukarı çıkıyor ve ben, onun küçük adımlarını, uçup giden saniyelere benzetiyorum. Bir adam ve bir kadın, onları duymamam için konuşmalarına ara vererek önümden geçiyor, sanki düşüncelerinin sadakasını benden sakınırlarmış gibi.

      Bu önemsiz olaylar, perdenin üzerine kapandığı komedi sahneleri gibi, hiçbir iz bırakmadan yok oluyor.

      Moral bozucu bir öğleden sonra geçiriyorum. Bu evin içinde ve dışında işsiz güçsüz dolaşırken, her şeyin karşısında yalnızmışım duygusuna kapılıyorum.

      Ben koridordan geçerken, bir kapı, bir kadın kahkahasını boğarak çabucak kapanıyor. İnsanlar uzaklaşıyor, kendilerine kapanıyor. Sessizlikten beter, anlamsız bir gürültü sızıyor duvarlardan. Kapıların altından, karanlıktan beter, ölgün bir ışık süzülüyor.

      Merdivenlerden iniyorum. Salondan gelen konuşma seslerinin çekiciliğine kapılıp içeri giriyorum.

      Grup halindeki birkaç adam, hatırlamadığım birtakım cümleler sarf ediyorlar. Çıkıyorlar; yalnız kalıyorum. Koridorda tartışmaya devam ettiklerini duyuyorum. Sonunda sesleri yok olup gidiyor.

      Ardından, beraberinde bir ipek hışırtısı, bir çiçek ve tütsü kokusuyla, kibar bir kadın giriyor içeri. Parfümü ve şıklığı odayı dolduruyor sanki.

      Kadın, yumuşak bakışlı uzun güzel yüzünü hafifçe öne doğru uzatıyor. Ama onu iyi göremiyorum, çünkü bana bakmıyor.

      Oturuyor, bir kitap alıp sayfalarını çeviriyor, sayfalardan yüzüne beyaz bir ışık ve düşünceler yansıyor.

      İnip çıkan göğsüne, kıpırtısız yüzüne ve onunla bir olmuş, adeta canlı gibi görünen kitaba bakıyorum gizlice. Teni öyle ışıltılı ki, ağzı neredeyse karanlık bir delik gibi görünüyor. Güzelliği hüzünlendiriyor beni. Tepeden tırnağa hayranlıkla ve büyük bir kederle seyrediyorum bu yabancıyı. Varlığıyla benliğime dokunuyor. Bir kadın bir adama yaklaştığında, hele ki yalnızsa, daima onun benliğine dokunur. Aralarındaki onca farka rağmen, başlangıçları hep müthiş bir mutluluk yaratır.

      Ama kadın gidiyor. Ona dair her şey bitiyor böylece. Hiçbir şey olmadı, ama yine de bitiyor işte. Tüm bunlar fazla basit, fazla güçlü, fazla gerçek.

      Eskiden olsa hissetmeyeceğim bu tatlı umutsuzluk endişelendiriyor beni. Dünden beri, değiştim sanki. İnsan hayatını, o yaşayan gerçekliği herkes gibi ben de tanıyordum. Ne de olsa, doğduğumdan beri yaşıyorum bu deneyimi. Şimdiyse, bir çeşit endişeyle de olsa, kutsal bir şekilde karşıma dikildiğine inanıyorum.

      Geri çıktığım odamda, öğleden sonra yerini akşama bırakıyor.

      Penceremden, tatlılıkla göğe tırmanan akşama ve kaldırımlarda dört bir yana dağılan kalabalığa bakıyorum.

      Gelip geçenlerin akıllarında bir an önce evlerine dönmek var. İçinde bulunduğum evin duvarları arasından garip uğultular sızıyor, uzaktan, kiracıların gamsız seslerini duyuyorum.

      Yan taraftan bir gürültü geliyor… Yatağa tırmanıp duvara yaslanıyor, komşu odaya bakıyorum. Her şey şimdiden griye bürünmüş. Gölgelerin içinde bir kadın var.

      Demin benim yaptığım gibi, pencereye yaklaşmış. Bu, bir odada yalnız kalan herkesin yaptığı, sıradan bir hareket herhalde.

      Gözlerim karanlığa alıştıkça, silueti netleşiyor, onu daha iyi görüyorum.

      Bu güz başlangıcında, üzerinde, kadınların güneş altında ışıldamasına neden olan şu parlak elbiselerden biri var. Pencereden süzülen solgun ışık, onu donuk bir haleyle çevreliyor. Elbisesi, uçsuz bucaksız alacakaranlığın, peri masallarındaki zamanın renginde.

      Tütsü ve çiçek karışımı parfümü burnuma doluyor ve gerçek bir isim gibi onunla bütünleşen bu parfüm sayesinde, onu tanıyorum. Az önce bir kuş gibi yanıma konup sonra uçup giden genç kadın bu. Şimdi, orada, kapalı kapının ardında, bakışlarımın öksesine tutuluyor.

      Dudakları kıpırdandı. Kendi kendine bir şeyler mi mırıldanıyor, yoksa kısık sesle şarkı mı söylüyor, bilmiyorum… Orada, pencerenin kederli beyazlığının aynadaki yansımasının yanında, renklerini kaybetmekte olan bu odanın ortasında, duruyor. Var olduğundan beri birçok bakışın değdiği koyu renk gözleri, esmer teni ve yüzünün şeffaflığıyla, orada.

      Son derece zarif, beyaz boynu öne doğru uzanıyor. Pencereye alnını dayamış profili, sanki düşüncelerinin rengi maviymiş hissi uyandırarak maviye çalan gölgeler içinde kayboluyor. Karanlığın gizlediği saçlarına düşen zayıf bir ışık, sarı buklelerini açığa çıkarıyor.

      Ağzı, sanki dudakları aralıkmış gibi karanlık. Eli, bir kuş misali pencere camına konmuş. Soluk ama koyu renk, yeşil ya da mavi bir bluz var üzerinde.

      Bu kadın hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Üstelik öyle uzak ki benden. Sanki dünyalar ya da asırlar ayırıyor bizi birbirimizden, sanki ölüm girmiş aramıza.

      Yine de, aramızda hiçbir şey yok: yakınındayım, onunlayım. Titriyorum.

      …Ellerim ona sarılmak için uzanıyor. Ben de diğerleri gibi bir erkeğim, karşıma çıkacak ilk kadının gözlerimi kamaştırmasına her daim hazır. Acınacak bir hal bu. Kadın orada, sevilen kadının, o hâlâ bütünüyle tanınmayan, ortaya çıkması beklenen, dünya üzerindeki yaşayan tek mucizeyi içinde barındıran kadının, en saf imgesi olarak dikiliyor.

      Dönüp, bedeninin yuvarlak hatlarıyla, bir bulut gibi, çoktan geceye karışmış odanın karanlığına süzülüyor. Elbisesinin derinden gelen hışırtısını duyuyorum. Bir yıldızı arar gibi yüzünü arıyor bakışlarım. Ama düşünceleri gibi, yüzünü de göremiyorum.

      Hareketlerinde bir anlam arıyorum, ama saklanıyorlar gözlerimden. Ona bu kadar yakınım ve ne yaptığını bilmiyorum! İzlendiklerinin farkında olmayan insanların ne yaptığını bilmez bir halleri var.

      Odanın kapısını kilitliyor, bu onu biraz daha tanrısallaştırıyor. Yalnız olmak istiyor. Muhtemelen, bu odaya giysilerinden kurtulmak için girdi.

      Kadının odadaki tesadüfi varlığının nedenlerini anlamaya çalışmıyorum. Kendime bu kadına gözlerimle sahip olarak işlediğim suçun hesabını sormak gibi bir niyetim de yok. Bir şekilde birbirimize bağlandığımızı biliyorum ve tüm kalbimle, tüm ruhumla, tüm hayatımla, kendini bana göstermesi için yalvarıyorum ona.

      Kendi dünyasına çekilmiş gibi görünüyor, duraksıyor. Varlığının bilmem hangi saf yanıyla, çok uzun zamandır, örtülerinden sıyrılmak için yalnız kalmayı beklediğini düşünüyorum. Evet, hâlâ dışarıdaki havanın yarattığı sersemliği