Steve Taylor

Çöküş


Скачать книгу

bir sonucu olarak- aynı imparatorluk kurma içgüdüsüne sahiptiler. Aztek İmparatorluğu beş, İnka İmparatorluğu ise yedi milyondan fazla insanı fethetmişti. İnkaların toprakları kuzeyden güneye 3218 km boyunca uzanıyordu. İlk Mayalar savaşçı gibi gözükmese de MS 900’e gelindiğinde birçok küçük krallığa bölünmüşlerdi. Surlarla çevrili kale şehirler etrafında merkezileşen bu krallıklar sürekli birbirleriyle savaşıyordu.

      Bu sırada Aztek kültürü o kadar yüksek bir vahşet ve zalimlik seviyesine ulaşmıştı ki onları fetheden İspanyol askerler bile (ki onların da kesinlikle melek olduğu söylenemez) yaptıkları karşısında şaşkına dönmüştü. Ova Yerlileri gibi Aztekler de nadiren uzun süren meydan muharebeleri düzenliyor ve savaşları çoğunlukla ölümle sonuçlanmıyordu. Savaşmaktaki asıl amaçları kurban etmek için mümkün olduğu kadar çok insan toplamaktı. 260 günden oluşan Aztek yılında her biri bir tanrıya adanmış birçok dini festival vardı. Çoğu festivalde aynı anda binlerce insan kurban ediliyordu. Amaç tanrıların güç ve enerjiye olan büyük iştahlarını doyurmaktı. Örneğin bir keresinde Aztek askerleri kendi tebaalarından olan Huaxtec halkından yirmi bin kişiyi yakalayarak Tenochtitlan’a getirmişti. Bu insanlar Aztek piramitlerinden birinin basamaklarını tırmanarak en tepedeki tapınağa çıkmaya zorlanmış, hedeflerine vardıktan sonra kalpleri yerlerinden sökülerek başları kazığa oturtulmuştu. Yılın dört ana dini festivalinden biri olan Deri Yüzme Bayramı’nda, kurbanlar bağlanarak taş platformlarda dört deneyimli savaşçıya karşı mücadele vermeye zorlanıyordu. Savaşçılar hünerlerini kurbanlarının derisini acıdan bayılana kadar keskin bıçaklarla lime lime soyarak gösteriyordu. Ardından kurbanın kalbi yerinden çıkarılıyor ve yüzülen deriler onu ilk yakalayan asker ya da din adamları tarafından giyiliyordu.

      Savaşlar genelde toplumsal tabakalaşmayı da beraberinde getirir. Bu medeniyetler de bu kurala uymuşa benziyor. Aşırı derecede zengin ve güçlü krallar tarafından yönetilmelerinin yanı sıra, imtiyaz sahibi asiller ve din adamlarından oluşan sınıflara sahiptiler. Hiyerarşinin diğer ucundaysa çoğunluğu oluşturan topraksız köylüler ve köleler vardı. Örneğin Alvin M. Josephy’nin İnkalar hakkında yazdığı gibi, “Asiller sınıfı… ihtişamlı ve görkemli bir hayat sürüyordu. Evleri ve kişisel eşyaları çok şatafatlıydı. Zanaatkârlar ve sıradan insanlar onlara sürekli yiyecek, hizmet ve çeşitli mallar sunuyordu.”194 Ancak bu kültürler, kadınlara karşı Sahra-Asyalıların olduğu kadar baskıcı değildi. Hatta kadın-erkek eşitliğine dair bazı ipuçları bile mevcut -örneğin Aztekli kadınlar din bilgini olabiliyordu. Fakat özellikle İnkalarda erkek egemenliğinin de varolduğu çok açık. Soylu İnkalar birden fazla kadınla evlenebiliyor, hatta üzerine bir de cariyeleri oluyordu. Erkek öldüğünde hem eşleri hem de cariyeleri boğularak öldürülüyor ve onunla birlikte gömülüyordu.

      Peki bu insanlar Avrupa ve Asya’nın Sahra-Asyalılarına nasıl bu kadar benzedi? Birinci ihtimal yine ekolojik nedenlerin etkili olması. Örneğin İnka uygarlığının geliştiği yer, Pasifik Okyanusu kıyısındaki Atakama Çölü’dür. Burada neredeyse hiç hayvan ya da bitki örtüsü yetişmez. Rakım fazla olduğu için sıcaklık oldukça düşüktür -gündüzleri sadece 10 derece, geceleriyse tabii ki çok daha az. Service’in de bahsettiği gibi, “Bu tür çevresel koşullar, bir uygarlığın gelişmesi için pek çok aşılması güç engel teşkil etmiş olmalı.”195 Ancak İnka medeniyetinin aslında tam da bu engeller sayesinde gelişmiş olması da mümkün. Aynen Mısır ve Mezopotamya (ve sonraki Çin, Hindistan ve Avrupa) uygarlıklarının Sahra-Asya’nın çölleşmesi sonucu ortaya çıkması gibi. DeMeo’nun da dediği gibi, coğrafi kanıtlar Atakama bölgesinin önceki dönemlerde daha nemli ve verimli olduğunu gösteriyor. Ancak çölleşme sonucunda müthiş bir nüfus devingenliği meydana geldi.196 Dolayısıyla bu iklim değişikliğinin Sahra-Asya’nın kurumasıyla aynı etkiyi yaratmış, bölge sakinlerinin ruhsal dünyasını değiştirmiş, anacıl kültürden atacıl kültüre geçişe yol açmış (ve tabi aynı zamanda insanlara yeni bir işlevsel zekâ ve yaratıcılık gücü vermiş) olması muhtemel.

      Mayaların -ve torunları Azteklerin- atacıl kültürünü açıklamak ise biraz daha zor olabilir. Zira onların yaşadığı yer çoğunlukla yağmur ormanlarından oluşuyordu. Ancak DeMeo’nun da belirttiği gibi arkeolojik kanıtlar “pek çok Mezoamerikalı topluluğun, özellikle de Azteklerin, tarihlerinde en az bir kere çölleşen bir bölgeden göç etmek zorunda kaldığını”197 gösteriyor. Bu nedenle daha sonra Mayalar ve Aztekler olan insanların -yani Olmeklerin- çölden göç eden mülteciler olma ihtimali oldukça yüksek.

      Bu benim tercih ettiğim açıklama. Ancak bu küçük atacıl kültür “öbeklerinin” ortaya çıkmasının bir başka nedeni, Colomb’un keşfinden önce Amerika’ya göç etmiş Sahra-Asyalılar da olabilir. Bu ise DeMeo’nun yeğlediği yaklaşım. DeMeo, Amerika’da üç atacıl bölge olduğunu belirtiyor: Aztek ve Mayaların yaşadığı Karayip Mezoamerikası, İnkaların yaşadığı Peru ve Kuzeybatı Pasifik (yani günümüzde Britanya Kolombiyası’nın da içinde bulunduğu Kanada’nın kuzeybatı sahili). DeMeo, Sahra-Asyalıların -muhtemelen Çin ve Japonya üzerinden- ilk olarak bu kıyılara ulaştığı ihtimali üzerinde duruyor. Daha sonra güneye göç edip anacıl kültürleri yerinden ettiklerini ve bu coğrafyaya atacıl bir kültür yerleştirdiklerini düşünüyor. Ta ki Orta Amerika ve Peru’ya varana dek. Kanıt olarak da Kuzeybatı Pasifik Yerlileri ile Çin Hanedanlığı arasındaki kültürel (sanat eserleri, giyim tarzı, müzik ve beslenme alışkanlıkları gibi) ve dilsel benzerlikleri sunuyor. Aynı zamanda Amerika’nın üç atacıl bölgesi arasında da kültürel ve dilsel benzerlikler bulunuyor ki bu da bize bu insanların aynı soydan geldiğini düşündürüyor.198

      Bu kuram oldukça tartışmalı olmasına rağmen Çinli arkeolog H. M. Xu’dan destek gördü. Xu, The Origin of the Olmec Civilization (Olmek Uygarlığı’nın Kökeni) adlı kitabında Olmeklerin çölden kaçan mülteciler yerine Çin’den gelen göçmenler olduğunu öne sürdü. Meksika’da yaklaşık MÖ 1200-400 yılları arasında varlığını sürdüren Olmek kültürü, genellikle bütün Orta Amerika uygarlıklarının “anası” olarak kabul edilir. Olmekler bölgedeki ilk tapınakları ve dini merkezleri inşa ettiler. İlkel bir devlet mekanizması kurarak, küçük bir soylu kesimin tarım işçilerinden oluşan toplumun geri kalanını yönetmesini sağladılar. Xu, Olmeklerin MÖ 1122’de Şang Hanedanlığı’nın çökmesinden sonra Çin’den Meksika’ya yelkenlilerle gittiğine inanıyor. Bu dönemde yaklaşık 250.000 insanın ortadan kaybolduğunu belirterek bunlardan en azından bir kısmının Amerika’ya göç ettiğini düşünüyor. Olmeklerden geriye kalan yazılı kayıtlarda Çin alfabesine ait sembollerin bulunmasını ve iki kültür arasında sanat, mimari, din ve astronomide gözlemlenen benzerlikleri de bu şekilde açıklıyor.199

      Amazon yağmur ormanlarında da atacıl kültüre sahip pek çok insan yaşıyor. Örneğin Service, Peru’daki Jivarolardan şöyle bahsediyor: “Çok uzun zamandır Güney Amerika’nın en savaşçı toplumlarından biri oldukları düşünülmüştür. Savaşlar, Jivarolar arasında akrabalık bağı olmayan grupların birbirleriyle hiç bitmeyen kan davaları şeklinde cereyan eder.”200 Ova Yerlileri gibi Jivarolar da toplumsal mevki elde etmek konusunda çok hassaslar. Her erkeğin en büyük arzusu savaşçı olarak saygı görmek. Bir erkeğin toplumsal mevkisi, muharebe alanından getirdiği her kesik düşman başıyla daha da yükseliyor. Bir başka halk, Venezuela ve Trinidad’da yaşayan Karibler ise neredeyse Aztekler kadar acımasız ve vahşiydiler. Yapacakları akınlara sakladıkları