alt="screen_13_116_85" target="_blank" rel="nofollow" href="#b00000064.jpg"/>
“Yaşlı kadın Setuli’ye bakmaya devam ederek üç kez ‘Konuş!’ diye bağırdı.”
İki birader yolculuklarına devam ettiler, ta ki şiddetli bir fırtınanın yükseldiğine şahit olana dek. Gökyüzü kararmıştı. Sürekli bir gök gürültüsü işitiliyordu.
“Dolu yağacak,” diye haykırdı büyücü. “Açık havada doluya yakalanacağız.”
Fakat Setuli’nin bir emriyle anında kulübeler belirdi. Ağabeyi hem hayrete düşmüş hem de çok sevinmişti. Sonra sordu: “Bu kadar çok kulübeyi ne yapacağız? İkimizden başkası yok ki burada.”
“Askerlerim ve halkım için istedim bu kulübeleri,” dedi Setuli. Sonra kuşlara döndü ve tek bir kelimeyle hepsini birer savaşçıya dönüştürdü. Sakobulalar, Setuli’nin birinci alayını teşkil etmekteydi. Bunlar leopar derisine sarınmış uzun boylu adamlardı, ellerinde ise assegai4 ve öküz derisinden yapılmış kocaman kalkanlar vardı. Ama eski hallerini tamamen yitirmemişlerdi. Her adamın başında, sakobulaların uzun kuyruk tüylerinden yapılmış bir şapka vardı. Sıraya girip şeflerini selamladılar. Ardından kulübelerine yöneldiler. İkinci olarak, altın renkli sarı asma kuşları geldi. Bunlar Setuli’nin koruması olup sakobulalardan bile daha hoş kuşlardı. Gümüş renkli çakal derisine bürünmüşler, dizleri ile kollarına beyaz öküz kuyruğundan halkalar sarmışlardı. Bunlar umfaan yani ordunun yükünü taşıyıp hizmet eden delikanlılar olmuştu. İlk dolu taneleri toprağa düştüğü esnada Setuli herkesi kulübelerine yolladı. Başlarında ise uzun ve siyah deve kuşu tüyleri vardı. Hemen önlerinde dolunay gibi parlayan altın sarı asma kuşu duruyordu. Setuli’nin yanındaki bu kuş, ordunun komutanıydı. Nihayet rooibekkieler de geldi.
Bir saat boyunca kimse yerinden kımıldamadı. Fırtınanın sesi, mütemadiyen işitilen bir gök gürültüsüne benziyordu. Kristal gibi keskin, uçları sivri dolu taneleri kocaman birer erik büyüklüğündeydi. Dolu yağışı nedeniyle ağaçların yaprakları dökülmüş, sığınak bulamayan kuşlar ve hayvanlar telef olmuş ya da sakatlanmıştı. Fırtına dindiğinde etraftaki her oyuk buz yığınlarıyla dolmuştu. Hava, yüce dağların tepesinin kış ortasındaki hali kadar soğumuştu. Vadilerin arasından nemli bir sis yükseliyordu. Fakat Setuli hiç üşümüyordu. Artık güçlerini kanıtladığı için cesareti büyüktü. Bir kez daha askerlerine seslendi, onlara neşe ve gururla bakıyordu. “Sefere çıkıp büyük bir krallığı fethedeceğiz,” dedi Setuli ağabeyine. “Çok zengin bir adam olacağım.”
Askerleri, yalnızca şefi selamlamak için kullanılan “Bayeta” kelimesini haykırarak Setuli’yi asla yalnız bırakmayacaklarına yemin ettiler. Orduyu oluşturan üç bölüme birer general atandı. Bu liderler, peri kadının ellerine tüneyen kuşların ta kendisiydi. Erzak ve barınak konusunda hiç sıkıntı çekmeyeceklerdi zira Setuli’nin sadece dilemesi yeterliydi. Bir anda istemedikleri kadar yiyecek içecek konuyordu önlerine.
Setuli, fethedilecek bir krallık bulmaya kararlıydı. Dağların ve ormanlarla kaplı vadilerin bulunduğu o diyardan ayrılıp hâkimiyeti altına alacağı yeni insanlar bulmak üzere büyük yaylalara doğru yöneldi. Ordusuyla beraber bir sene boyunca yol aldıysa da ufacık bir kulübe dışında bir şey göremedi. Topraklar bomboştu. Her taraf göz alabildiğine çimenlerle kaplıydı ama ne bir yol ne de bir ağaç görünüyordu. Zaman zaman yanlarından geçen kalabalık geyik sürüleri sayesinde güzel bir av fırsatı çıkıyordu ama aylarca yol aldıkları halde tek bir kadın ya da erkeğe rastlamadılar.
Setuli artık pek bilge bir adam olmuştu. Ayrıca büyük büyücü ağabeyinin nasihatlerini de aklına kazımıştı. Şu anda içinden geçtiği ülkenin halkına egemen olmak ve büyükbaş hayvanlarını ele geçirmek istiyordu ancak bu ülkede kudretli bir canavarın hüküm sürdüğünden emindi. İşte önce onu bulup yok etmesi gerekiyordu. Şimdi yapması gereken tek şey canavarı bulundukları alana çekip gafil avlamak için bir çare bulmaktı. Bu nedenle büyük bir av planladı. Emrindeki kuşlar farklı şekil ve renklere büründü. Setuli her kuşun kuyruğundan bir tüy çekip kocaman ve rengârenk bir top hazırladı. Sonra bunu başına taktı. Tüyler sihirli olduğundan bu başlığın onu koruyacağına inanıyordu. Ardından av sonrası verilecek büyük ziyafet için hazırlıkların başlamasını istedi. Adamlarına özel talimatlar verdi:
“Avladığınız bütün kuşları yemeyin. Yarısını kulübelerin önüne koyun. Önce bütün bir kuşu koyun, ardından yediğiniz kuşların kafalarını alanın etrafına dizin. Son olarak, bunların üç katını benim kulübemin önüne yerleştirin.”
Adamlar bu emirleri dikkatle yerine getirdi. Çok geçmeden bütün kamp her renk ve türden ölü kuşla çevrilmişti. Ziyafet ve eğlence sona erince kamp sessizliğe büründü. İşte o zaman Setuli kendi kulübesinden sessizce dışarı çıkıp girişi örten perdenin ardına gizlendi. O gece dolunay vardı. Her taraf gümüş gibi parlıyordu. Çalılıkların bittiği nehir kenarında mürekkep siyahı keskin gölgeler belirdi. Her kulübenin etrafında ince ve karanlık bir halka vardı ki bu halkaların içinde hiçbir nesne görünmüyordu. Setuli, kamışlardan yapılma perdesinin arkasında çömeldi. Kamp son derece sessiz ve ıssızdı. Gece yarısına doğru ayak sesleri işitti. Sesler arada sırada kesiliyor sonra tekrar devam ediyordu. Setuli daha da eğildi. Şüphesiz, yayladaki tüm şehirlere hükmeden canavar yaklaşmaktaydı. Ayak sesleri eşit gelmiyordu, çok yavaş bir şekilde zıplayan birini andırıyordu. O sırada kocaman ve kara bir gölge belirdi, elinde uzun bir assegai tutuyordu. Bu adamın tek bir bacağı ve tek bir kolu vardı. Öyle açgözlüydü ki her kulübede durup kapı önündeki kuşları mideye indiriyordu. İyice yaklaşınca Setuli bunun akıllara ziyan çirkinlikte bir adam olduğunu gördü. Gözleri bir acayipti; biri alnının tam ortasında, öteki ise başının arkasındaydı. Bu sayede nereye dönse her şeyi görüyordu. Elinden kaçmak imkânsızdı. Setuli’nin kulübesinin girişinde durdu, onca kuşu görünce sevincini belli eden bir hırlama sesi çıkardı. Sonra ziyafetin tadını çıkarmak üzere yere oturdu.
Bir kolu olduğu için elindeki assegaiyi kapının hemen önüne bırakmıştı. Setuli bundan iyi bir fırsat bulamazdı. Çabucak ayağa kalkıp assegaiyi kaptı ve canavarı boğazından bıçakladı. Canavar, inleyerek yere yığıldı. Oracıkta hiç kıpırdamadan yatıyordu. Belli ki ölmüştü.
Setuli neşe içinde adamlarını uyandırdı. Sabah olurken onları büyük yaylaya götürdü. Burada tıpkı kendileri gibi iki ayak üstünde yürüyen ve konuşabilen insanları görünce çok şaşırdılar. Canavarın ölümüyle birlikte insanlar kötü bir büyünün esaretinden kurtulmuştu. Setuli ve adamlarına katılmaktan çok mutluydular. Hayvanlarını da beraberlerinde getirdiler. Akşam vakti geldiğinde sefer için her şey hazırdı. Şafak sökerken dağlara doğru yola çıktılar.
Koca bir gün yürüdükten sonra büyük yaylanın hemen yukarısında yüksekçe bir yere vardılar. Bu esnada Setuli, tüylerden yaptığı topu kaybettiğini fark etti. Halkını geri döndürmek istemiyordu ama başlığı olmadan ilerlemesi de mümkün değildi zira o başlığın sihirli güçleri vardı. Ayrıca yeni bir başlık yapması uzun zaman alacaktı. Bu yüzden askerlerine ağabeyinin liderliğinde ilerlemelerini emretti. Kendisi ise var gücüyle dağ yolundan aşağı inip kamp kurdukları o vadiye ulaştı. Burada gördüğü manzara, yüreğini ağzına getirmişti. Öldüğünü düşünerek orada bıraktığı canavar sapasağlamdı. Yerde oturan canavarın etrafında ise her biri tıpkı babaları gibi tek