almak ve armağanları kızın annesine teslim etmek için yola çıktı. Kraliçe, hediye edilen sürüyü görünce çok sevinmiş, bilhassa da peri öküzü pek beğenmişti.
“Kızım, bu öküzü yanına al,” dedi kızına. “Bu sana hediyemdir. Yolun uzun, bu hayvana binebildiğin için minnettar olacaksın.”
Ardından Kral’ın adamlarına döndü: “Kızımı yalnız bırakmayın. Başına kötü bir şey gelmesinden çok korkuyorum. Eğer onu tek başına bırakacak olursanız, hemen anlarım; zira evdeyken oturduğu köşe un gibi ufalanıp yıkılacaktır.”
Düğün alayındakiler Maholia’yı özenle koruyacaklarına, bir an bile gözlerini ondan ayırmayacaklarına samimiyetle söz verdiler. Prenses ve annesi acı acı ağlayarak vedalaştı. Ardından güzel Prenses ve emrindeki hizmetçi kızlar Kral’ın adamlarıyla beraber yola çıktı.
İki gün her şey yolunda gitti. Fakat üçüncü gün büyüklü küçüklü yüzlerce geyik çıktı karşılarına. Bunların arkasından kalabalık fil ve zürafa sürüleri belirdi. Bütün arazi av hayvanlarıyla dolmuştu. Kral’ın adamları bu manzara karşısında daha fazla dayanamayıp avlanmaya başladılar. Ömürlerinde böyle bolluk görmemişlerdi. Sonunda kızlar bile avcılara katıldı. Çok geçmeden herkes hayvanların peşindeydi. Tek başına kalan Işık Saçan Prenses, tümsek şeklindeki bir karınca yuvasının üzerinde oturmaktaydı. Yanında sadece peri öküz vardı. Tam o sırada, annesi kulübesinde oturmuş uzaklardaki kızı için endişelenirken, altın kilimin serili olduğu köşe baştan aşağı yıkılıverdi.
Bu arada düğün alayı neşeyle avlanmaktaydı. Onlar ilerledikçe daha güzel hayvanlar çıkıyordu karşılarına. Sonunda güzel Prenses tamamen akıllarından çıkmıştı. Av günlerce sürdü. Zavallı gelin oracıkta bir başına oturmaya devam etti, ta ki bir grup yamyam tarafından fark edilene kadar. Yamyamlar hemen kızı yakalayıp götürdüler. Peri öküzü götürmek için de çok çabaladılar ancak hayvan bir anda havaya sıçrayıp düşmanların arasından kurtuldu ve adeta uçarak Prenses’in annesine koşturdu.
Zavallı Kraliçe, öküzü kraal kapısında karşıladı. Kızının başına kötü bir şey geldiğini anladı. Kraliçe, önünde diz çökmüş anlattıklarını dinlerken sihirli öküz hiç kıpırdamadan duruyordu.
“Peki ama kızım şimdi nerede?” diye haykırdı Kraliçe, “Nereye götürdüler onu?”
“Bütün bildiklerim bu kadar,” dedi öküz. “Yamyamlar onu alıp götürdü. Ben de var gücümle sizin yanınıza koştum. Ama üzülmeyin, her şey yoluna girecek.”
Bu arada Kral ile oğlu müstakbel gelinin gelmesini bekliyordu. Haftalar ve aylar geçtiği halde düğün alayı ortalıkta görünmeyince korkuya kapıldılar. Büyük bir felaket yaşanmış olduğunu düşünmeye başladılar. Sonra adamları birer birer görünmeye başladı. Olanları büyük bir utançla anlattılar. Prenses’i yalnız bırakıp avlanmaya gitmişler ve kızı unutmuşlardı. Geri döndüklerinde her yeri arasalar da onu bulamamışlardı. Bunu duyan Kral hepsini idam ettirdi. Ardından bütün şeflerini toplayıp ona tavsiye vermelerini istedi. Sonunda şu karara vardılar: Damat, seçkin adamlarıyla birlikte bizzat yola çıkmalı ve gelini annesinin evinde aramalıydı.
Kraliçe onları büyük bir sevinçle karşıladı fakat kızından hiç haberleri olmadığını görünce tarifsiz bir acıya kapıldı. Sonra onlara peri öküzün nasıl geri döndüğünü ve kızının başına gelenleri anlattı.
“İçiniz rahat olsun,” dedi Prens. “Peri öküzü yanıma alacağım ve kızınızı bulmadan geri dönmeyeceğim.”
Bu sözlerin ardından Prens öküzü alıp yolculuğuna başladı. Haftalarca ve aylarca yol aldığı halde Prenses’in izini bulamadı. Günlerden bir gün parlak sarı meyvelerle kaplı bir marula ağacına10 geldi.
“Bunun şırası güzel olur,” dedi Prens. “Biraz meyvelerinden yiyeyim.”
Birkaç meyve yemişti ki ağaçtan tok bir ses geldi: “Ne istiyorsun?”
“Işık Saçan Prenses’i arıyordum,” dedi Prens. “Doğru yolda mıyım?”
“Büyük incir ağacına kadar devam et,” dedi marula ağacı.
Prens, bir ırmağın kenarında kırmızı incirlerle dolu ulu ağaca varana dek otlarla kaplı arazide ilerledi. Ağacın kökleri dahi meyvelerle kaplıydı. Yaprakları öyle sıktı ki güneş ışığı içlerinden geçemiyordu.
“Işık Saçan Prenses’i arıyorum. Doğru yolda mıyım?” diye sordu Prens.
“Büyük bir nehre varana kadar devam et,” dedi incir ağacı. “Nehrin ardında büyük bir orman vardır, işte Prenses’i o ormanda bulacaksın.”
Prens neşeyle yola devam etti ve dere boyunca ilerledi. Ertesi gün derin bir ırmağın karşısında buldu kendini. Ne var ki son hızla akan nehrin genişliğini gören genç adamın karşıya geçebileceğine inancı yoktu.
“Benim sırtıma bin,” dedi peri öküz. “Ben seni karşıya geçiririm.”
Prens, hayvanın dediğini yaptı. Sihirli öküz suya dalıp karşı kıyıya yüzdü. Sonra rüzgâr hızıyla koşarak kocaman bir ovayı aştı. Uzaklarda ormanı gördüler ve oraya doğru yol aldılar. Her saat orman daha da büyüyordu. Nihayet ormanın kenarına ulaştılar. Prens, o güne kadar hiç bu denli uzun ve kalın gövdeli ağaçlar görmemişti. Genç adam ne kadar etrafına bakınsa da bir patika bulamadı. Ağaçlar başının üzerinde birleştiğinden içeri ancak loş bir ışık sızıyordu. Her yanda uzun eğreltiotları bitmişti. Prens, arada sırada kenarları baldırıkara otlarıyla kaplı küçük çayların yanından geçiyordu. Ağaçsız bir alan bulma ümidiyle işte böylece hiç güneş görmeden saatlerce dolaştı. Nihayet biraz uzakta güneş altında parlayan bir gölet gördü. Ağaçların arasından sızan titrek ışığın rehberliğinde suya doğru ilerledi. Yaklaştığında göletin kamışlarla çevrili olduğunu gördü. Tam ortada uzunca bir kamış titriyordu. Suyun ışıltısı giderek büyüyor ve altın rengini alıyordu. Sonunda sık çalılıkların hepsini aşan Prens, bunun bir gölet olmadığını anladı. Işık Saçan Prenses, uzun çimlerin oluşturduğu bir dairenin ortasında oturmaktaydı.
Prens, genç kızı neşeyle selamladı. Böylesi bir güzellikle karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Maholia’ya gelince, gelen delikanlının nişanlısı olduğunu hemen anlamıştı zira başka hiç kimse böyle yetenekli ve cesur olamazdı. Üstelik, peri öküz de oradaydı. Hayvanın iki omzu arasındaki ışık coşkuyla yanıyordu.
Eğreltiotlarının arasında saatlerce oturup başlarından geçenleri birbirlerine anlattılar. Kızın anlattığına göre yamyamlar Maholia’yı büyük ormanın kenarına götürmüştü zira o tarafta yer alan krallarının ülkesine doğru gidiyorlardı. Karanlık bir gecede, genç kız ellerinden kaçmayı başarmıştı. İşte o günden beri büyük çalılığın ortasında saklanarak hayatta kalmıştı. Prenses yaşadıklarını anlattıktan sonra kendi macerasını anlatma sırası Prens’e geldi. Ardından genç kıza çok güzel olduğunu ve onun için her tehlikeye atılmaya değeceğini söyledi. Bu sözler, Prenses’in tekrar tekrar işitmek istediği şeylerdi.
Doğrusu, Prenses bir anda annesini hatırlayıp “Benim için nasıl da üzülmüştür,” diye düşünmeseydi, ormandan ayrılmak akıllarına dahi gelmeyecekti.
“Peki ama seni eve nasıl götüreceğim?” diye sordu Prens. “Seni saklamam imkânsız. Öte yandan, seni yanımda görenler