E. J. Bourhill

Afrika masalları


Скачать книгу

ömrünün sonuna dek onların sadık hizmetkârı ve akıl hocası olarak yaşadı.

      Tavşan Prens

      Bir Şangani Masalı

      Çok uzun yıllar önce çok sıkı dost olan bir Tavşan ile Duiker11 yaşardı. Tavşan, diğer tüm hayvanlardan daha zeki ve kurnazdı. Oysa Duiker insanları pek seven masum bir antilop yavrusuydu. Bu yüzden kraaldan çok uzaklaşmazdı.

      Günlerden bir gün Tavşan, Duiker’e dedi ki: “Şu ötedeki kraalda yaşayan insanlar gibi biz de kendi arazimizi çevirip darı ve sukabağı yetiştirsek olmaz mı? Toprağın verimli olduğu bir yer biliyorum.”

      Duiker bunu hemen kabul etti. Böylece iki arkadaş bir toprak parçası seçtiler. Sonra toprağı çapalayıp darı, sukabağı ve fıstık ektiler. Komşu kraaldaki şefin eşlerinin böyle yaptığını görmüşlerdi. Duiker daha büyük olan toprak parçasını almıştı, ektiği darılar fevkalade uzun ve güzeldi. Sonbahar yaklaşınca Tavşan her gün eline bir çuval alıp darı ve fıstık toplamaya gidiyordu. Ne var ki kendi tarlasından toplamıyordu bu ürünleri. Bu sayede tarlası hiç bozulmadan kalmıştı. Günlerden bir gün Duiker tarlasına bakmaya gitmiş ve ekinlerinin toplanmış olduğunu gördü. Hemen Tavşan’dan şüphelenerek onu hırsızlıkla suçladı.

      Bu suçlama karşısında çok öfkelenen Tavşan her şeyi inkâr etti: “Senin tarlana elimi bile sürmedim. Kralların Kralı bunu yapmış olmalı. Ne var ki hırsızı asla yakalayamayacaksın.”

      “Madem öyle, yediğin darıları nereden buldun söyle bakalım. Senin tarlandan değil o darılar!”

      “Ne diye bir kraalın yakınında yaşıyoruz sanıyorsun?” dedi Tavşan neşeyle. “Ben şefin darılarından yiyorum.”

      Bu duydukları Duiker’in aklını iyice karıştırmıştı. Özellikle de sadece bir gün sonra ekinleri bir kez daha çalınınca iyice şaşkına döndü.

      “Böyle giderse yakında yiyecek hiçbir şeyim kalmayacak,” dedi Tavşan’a. “Ne yapabilirim sence?”

      “İyisi mi bir tuzak kuralım,” dedi Tavşan. “Belki bu sayede hırsızı yakalamayı başarırız.”

      Tavşan, bir atın kuyruğundan birkaç kıl koparıp bunlara ilmek atarak uzunca bir ip yaptı. Ardından bu ipi yere koyup küçük sopalarla sabitledi ve kimseler farkına varmasın diye üzerine toprak serpti. Bunun üzerine de darı serpti. Böylece darıları yemek isteyecek olan kuşlar ayaklarını düğümlere sürtüp ipe takılacak, kaçmaya çalıştıkça ip daha da sıkı hale gelecekti.

      Ertesi sabah Tavşan ile Duiker birlikte tuzağı incelemek üzere darı ekili olan toprağa gitti. İnce siyah iplere çok güzel bir kuşun yakalanmış olduğunu görünce pek sevindiler. Kuş, uzun kanatlarını çaresizce çırpmaktaydı. Tavşan düğümleri dişleriyle tuttu, bu sırada Duiker de kuşu yakaladı. Ne var ki bu küçük hayvan pek hızlıydı. Düğümlerin çözüldüğünü fark eder etmez, kanatlarını var gücüyle çırparak Duiker’in elinden kurtuldu ve bulutlara doğru süzüldü.

      “Aldırma,” dedi Tavşan. “Bu gece tuzağı tekrar kurarız.”

      Ertesi gün aynı güzel kuşun bir kez daha ipe takılmış olduğunu gördüler. Ama bu defa yalnız değildi. Onun kadar güzel bir sürü kuş vardı yanında. Havada daireler çizip uçuşan kuşlar, suçluyu yakalayıp düğümleri çözmeye çalışan Tavşan ile Duiker’i izliyordu. Bu defa daha dikkatli davrandıkları için avlarının kaçma şansı kalmamıştı. Çok güzel bir kuştu bu ama en dikkat çekici özelliği sadece bir kanadında bulunan upuzun bir tüydü. Kurnaz Tavşan, bu tüyün kuşa güç verdiğini hemen tahmin etmişti. Tüyü çekip kopardı ama çok şaşırtıcı bir şey oldu: Kuş bir anda ortadan kayboldu. Onun yerinde şimdi güzel bir prenses vardı. Tavşan hemen sihirli tüyü saklayıp Prenses’ten kulübede kalmasını rica etti. Ona çok iyi bakacak ve her gün yemek getirecekti.

      Böylece Prenses kulübede kaldı. Zaten sihirli tüyünü yitirdiği için bulutlardaki evine geri dönmesi imkânsızdı. Kuşlar her gün kulübenin kapısına gelip ne zaman eve döneceğini soruyordu güzel kıza.

      “Sabırlı olun,” diye cevap veriyordu Prenses. “Tam zamanında eve döneceğim.”

      “Uzun tüyün nerede?” diye soruyordu kuşlar. “Kayıp mı ettin onu?”

      “Uzun tüyüm güvende,” diyordu Prenses. “Tavşan onu sakladı.”

      İşte Prenses günlerce böyle yaşadı. Tavşan’ı gördükçe onun bilgeliğine ve kurnazlığına hayran kalıyordu. “Bir tavşan olması ne yazık!” diye geçirdi içinden. “Babamın yönettiği diyarlarda onun eline su dökebilecek tek bir şef çıkmaz!”

      Prenses aslında bir periydi ve sihirli güçleri vardı. İşte bu yüzden, Tavşan’ı bir insana dönüştürmeye karar verdi.

      Günlerden bir gün Prenses ve Tavşan yalnız kalmıştı. Tavşan sordu: “Sihirli tüyünü kim aldı, biliyor musun?”

      “Evet, biliyorum,” dedi Prenses. “Sen aldın.”

      “Çok haklısın,” dedi Tavşan. “Peki, tüyü nereye sakladığımdan haberin var mı?”

      “Hayır,” diye cevap verdi Prenses. “Fakat sayende sihirli tüyümün güvende olduğundan eminim. Lütfen onu saklamaya devam et, yalnız bir kez görmeme izin ver.”

      Prenses öyle güzeldi ki Tavşan, onun bu isteği karşısında daha fazla direnemedi. Hemen gidip tüyü getirdi. Prenses tüyü eline aldı fakat onu kullanarak kaçmayı denemedi. Gülmekle yetinip tüyü Tavşan’a fırlattı.

      Tavşan bir anda yakışıklı bir prense dönüşüverdi. Prenses buna öyle sevinmişti ki! Tavşan Prens, bu durumun gelecekteki hayatında büyük bir değişimi beraberinde getireceğini anlamıştı. Artık eşit olduklarına göre Prenses’i elde etmeye çalışabilirdi. Gelgelelim, ona hediye edebileceği toprağı yoktu. Sonra Duiker’in güzel tarlası geldi aklına. “Artık bir insanım,” dedi Tavşan. “Duiker’i öldürüp tarlasını Prenses’e veririm.”

      Pusu kurup bekledi ve küçük antilopu öldürüp kulübeye getirdi. O akşam yemeğinde bu eti yediler. Bu sırada Tavşan Prens, Prenses’e sordu: “Benimle evlenir misin?”

      Prenses, “Evet, elbette evlenirim,” dedi ve ekledi: “Ama bunu kimselere söylemeyelim. Her gün memleketimden gelen kuşlar bu haberi işitmemeli zira annemle babam yeryüzündeki bir faniyle evlenmeme asla izin vermez.”

      Bu arada kuşlar Prenses’i beklemekten usanmıştı. Kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Bütün bunlar Tavşan Prens’in suçu. Onu öldürmeliyiz. Aksi halde Prenses bir daha evine dönemeyecek.”

      Sonra ülkenin en bilge büyücüleri kabul edilen ve çok yakında yaşayan Fare ile Ağaçkakan’a danıştılar. Fare ve Ağaçkakan, Prens’in yemeğine konulabilecek güvenli bir zehirden bahsetti. Fakat Prenses kendi tebasını pek iyi tanıdığından Prens’i tam vaktinde ikaz etmeyi başardı.

      Prens hiçbir şey yemedi. Böylelikle ölüm tehlikesinden kurtuldu. Bu süre zarfında Fare ile Ağaçkakan, genç Prens’e öyle ısınmıştı ki artık ona bir kötülük yapmayı redderek evlerini onun kulübesine yakın bir yere kurdular. Böylece genç adamı her gün görebileceklerdi.

      Fakat artık Prenses kendi ülkesine dönmek istiyordu, evini ve ailesini çok özlemişti. Prens’e şöyle dedi: “Annemle babamı görmek ister misin?”

      “Çok isterim,” diye cevap