yamaçlara varana kadar. Günbatımına dek tırmandılar. Dağ sırasının zirvesinde Setuli, ordusunun devasa kayalıklar ve kocaman ağaçlarla çevrili yüzlerce metre derinliğinde bir vadi kenarında konaklamakta olduğunu gördü. Uzaklardaysa ırmaklarla dolu yeşil yamaçların süslediği bir başka dağ yükselmekteydi.
“Bayeta!” diye bağırdı askerler şeflerini gördüklerinde.
“Askerlerim,” diye cevap verdi Setuli. “Bir saniye bile kaybedecek zamanımız yok. Düşmanımız peşimizde. Eline düşmemiz an meselesi. Her kadın, erkek ve çocuk, dağın karşı yamacına gözlerini çevirip var gücüyle atlasın.”
Halkı karşıya atlarken Setuli canavarın sesini işitiyordu. Hemen ileri atıldı, kuş tüylerinden yapılmış başlığını büyükbaş hayvanlara değdirdi. Bunun üzerine hayvanlar da var güçleriyle atladılar. Hepsi sağ salim karşıya geçmeyi başarmıştı. Artık korkunç canavarla aralarında derin bir vadi vardı. Son olarak Setuli atladı. Bu sırada canavar nefes nefese ve bitap düşmüş bir halde yamacın kenarına ulaşmıştı.
Akşam oldu. Ertesi sabah güneş yeniden doğduğunda Setuli ve bütün halkı tamamen güvendeydi. Bir kez daha yolculuklarına devam ettiler. Bütün gün yol aldıktan sonra akşama doğru o güne dek gördükleri en güzel vadiye ulaştılar. Aşağıdaki bu vadi geniş, yemyeşil ve bereketliydi. Eğreltiotlarının gölgesinde berrak bir çay akıyordu ortasından. Suyun iki kenarında ise kırmızı çiçeklerin kapladığı gür çalılar vardı. Vadi, batan güneşe doğru göz alabildiğine uzanıyordu. İki yandaki tepeler sık ağaçlarla kaplıydı ve sulaktı. Setuli, ağabeyine dönerek şöyle dedi: “Burası gördüğüm en güzel yer. Halkımızla birlikte buraya yerleşeceğiz.”
Vadinin sonunda bir kraal5 vardı. Ülkenin şefi burada yaşıyordu. Setuli, bu şefi de kendi halkına katıp adamlarından biri yapmaya kararlıydı.
Setuli, koruması olarak görev yapan adamlarını yanına alıp dağ yolundan aşağı indi. Kraalın girişine vardılar. Şefin kulübesine yaklaştıklarında Setuli, sihirli assegaisiyle adamlarının her birinin bacağına vurdu. Bunun üzerine adamlar tek bacakları üzerinde yürümek zorunda kaldı.
“Hiç böylesi büyük bir sihir gücüne şahit olmamıştım,” dedi kraalda yaşayan Şef. “Bizim kralımız ol ve tüm düşmanlarımıza karşı bizi koru.”
“Size daha nice harikalar göstereceğim,” dedi Setuli. Sonra adamlarına bir kez daha vurdu. Bunun üzerine hepsi eskisi gibi iki ayak üstünde yürümeye başladı. Şef ağzı açık halde bu mucizeyi seyrederken Setuli dağ yamacına dönüp haykırdı: “Ey adamlarım, ortaya çıkın!”
Bir anda yüce dağın tepesinden eteğine kadar muhteşem savaşçılar dizildi. Hepsi leopar derisine sarınmış savaşçıların ellerinde beyaz mızraklar vardı. Ardından sağ ellerini havaya kaldırıp “Bayta!” diye haykırdılar. Öyle ki sesleri vadinin bir yanından diğerine gök gürültüsü gibi yankılandı.
Sonra Setuli bir kez daha bağırdı: “Adamlarım, kaybolun!”
Hemen ardından dağ yamacı bomboş kaldı ve etraf sessizliğe büründü.
“Görüyorsunuz,” dedi Setuli, “Ne zaman ihtiyacım olsa adamlarım emrimdedir.”
“Sen bizim kralımızsın!” diye haykırdı halk. Böylece Setuli ile ağabeyi ve ona tabi olan bütün kadın ve erkekler o vadide kaldı. Huzur ve mutluluk dolu bir yaşam sürdüler.
“Dağ yamacına dönüp haykırdı: ‘Ey adamlarım, ortaya çıkın!’”
Kralın Oğlu ve Sihirli Şarkı
Bir Swazi Masalı
Bir zamanlar dağların arasında büyük bir kral yaşardı. Bir dolu büyükbaş hayvanı vardı ve onları çok severdi. Bu hayvanlardan biri de kıvrık boynuzları alnını örten ve böğürmesi gök gürültüsünü andıran peri öküzdü. Bu öküz, sürünün lideriydi. Tek bir çağrısıyla diğer hayvanları peşine takabiliyordu. Hayvanlar gündüzleri vadideki uzun çimlerde otluyordu. Geceleri ise tehlikelerden korunmaları için büyük kraala getiriliyorlardı. Kral ve bütün adamlarının kulübeleri de buradaydı. Kraalın çitleri sağlam ve yüksekti. Ayrıca kralın adamları, hayvanların başına kötü bir şey gelmemesi için daima nöbetteydi.
Kral büyükbaş hayvanlarını öyle çok seviyordu ki kendi oğullarından birini çoban yaptı. Bu çocuk her sabah hayvanları çayıra götürüp otlatır, akşam güneş batarken de sürüyü kraala geri getirirdi. Sürüden ayrılıp kaybolmasınlar ya da bir hırsızın gazabına uğramasınlar diye bütün gün güneşin altında hayvanların peşinden koşardı. Yaz mevsiminde çimler iyice uzayıp boyunu aştığından etrafı görmesi zor olurdu. Bu yüzden hayvanları izlemek için vadiye yayılan büyük kayalıklardan birine tırmanırdı. Bir kulübe büyüklüğündeki bu kayaların gölgeleri serin olurdu, ayrıca kenarlarında küçük eğreltiotları bitmişti. Kayaların güneş ışığı vuran üst kısmında küçük kertenkeleler kıvrılıp sinek avlardı.
Delikanlı sürülerle ilgilenirken yorulur, sıcak havada yatıp uyumak isterdi. Ama tek bir öküz dahi kaybettiği takdirde babasının öfkeleneceğinden korktuğu için dinlenmeye cesaret edemezdi.
Gelgelelim, günün birinde yine sürüsünü güderken ihtiyar bir kadın kılığına bürünmüş bir peri çıktı karşısına. Kadın yanına gelip şöyle dedi: “Hep seni izliyorum. Hayvanlar sürüden ayrılmasın diye gözlerini bir an bile ayırmıyorsun onlardan. Babanın düşmanları gelip seni öldürür ve hayvanları alıp götürür diye çok korkuyorsun.”
Peri büyük, yassı ve yuvarlak bir taşı gösterdi. Vadideki çimlerin hemen yukarısında belirmiş bir kulübeyi andırıyordu. Delikanlı öylece bakakaldı zira bu taşı daha önce hiç görmemişti. “Gel bak,” dedi kadın. “Bu taş senindir. Dümdüz olduğu için üzerinde kimse tutunamaz ama sen hiç kaymadan ayağını basabileceksin bu taşa. Sen büyüdükçe bu taş da büyüyecek. Üstüne çıkıp bütün vadiyi izleyebileceksin ve hiçbir düşman sana zarar veremeyecek çünkü sana erişemeyecekler. Ama bu taşın üzerinde uykuya dalayım deme sakın. Yoksa hırsızlar sürünü çalar.”
Ayrıca Peri, delikanlıya sihirli bir şarkı da öğretti: “Gel sürü, gel. Haydi, bütün sürü yanıma gelsin.”
Bu şarkının büyüleyici melodisini işiten hayvanlar hemen şarkıyı söyleyenin peşinden gidiyordu. Bütün bunlardan sonra Peri ortadan kayboldu.
Böylelikle çocuk harika bir çoban haline geldi. Her akşam onlara şarkı söylediği için hayvanları kraala kadar peşinden geliyor ve hiçbiri sürüden ayrılmıyordu. Ayrıca her gün kayalığın üzerine çıkıp sürüsünü dikkatle izlediği için hiç kimse tek bir hayvanı dahi çalamamıştı. Fakat nihayet çok sıcak bir yaz günü delikanlı kayanın üzerinde uyuyakaldı. Onu gözetleyen düşmanlar bunu gördüler. Hemen tepeden inip hayvanların hepsini götürdüler. Çocuk uyandığında öküzlerden eser yoktu. “Gel, sürü gel,” diye şarkısını söylediyse de nafileydi. Hayvanları onu duymayacaktı. Güneş batana dek sihirli şarkıyı söyleyerek vadiyi aradı. Sonra utanç ve korku içinde tek başına kraala geri döndü. Babasının yanına gidip her şeyi anlattı ama Kral çok kızmıştı. “Hayvanlarımı getirmeden gözüme görünme sakın!” diyerek oğlunu