E. J. Bourhill

Afrika masalları


Скачать книгу

hiçbir şey yoktur,” dedi Fare. “Birkaç dakika denememe izin verin.”

      “Bulutların tepesine çıkana kadar tırmandılar.”

      Ağacın bir köşesini var gücüyle kemirmeye başladı ama pes etmek zorunda kaldı çünkü taşta küçücük bir delik dahi açmayı başaramamıştı.

      Bunun üzerine Ağaçkakan ileri atıldı. “Bir de ben deneyeyim,” dedi. “Ben küçük yuvamı ağaçlara yaparım. Gagamın giremeyeceği bir gedik görmedim henüz.”

      Bu sözlerin ardından Ağaçkakan büyük taşın kenarına dikkatle vurmaya başladı. Sonra birden şöyle bağırdı: “İşte şimdi oldu!”

      Taşın bir kenarında parmak kadar bir fırdöndü bulmuştu. Bunu çekince taş geriye yuvarlandı ve mağaranın ağzı açıldı.

      Prens tam Prenses’le birlikte içeri girmek üzereyken kocaman bir canavar çıktı karşılarına. Başında iki boynuz vardı. Her bir boynuza ise bir insan kafası saplanmıştı. Vücudu baştan aşağı gözlerle kaplıydı ve yeşil ışıklar saçan bu gözlerinin her birini Prens’e çevirmişti. Ama Prenses’in uzun tüyünü bir kez daha çekip canavarın yüzüne batırması yetti. Canavar bir anda toz olup uçuverdi!

      “Artık güvenle ilerleyebiliriz,” dedi Prenses. İçeri girip mağaranın diğer ağzına kadar yürüdüler. Şimdi tıpkı bizimkine benzeyen bir başka dünya vardı karşılarında. Yemyeşil büyük vadilerde çağlayarak akan ırmaklar görülüyordu. Bunların önünde ise özenle yapılmış saz kulübelerin oluşturduğu büyük bir kraal bulunuyordu. İşte burası Prenses’in ülkesiydi. Genç kız büyük bir neşeyle evine doğru koştu. Annesiyle babası insan şeklinde gelip kızlarına sarıldı. Sonra Prenses’in kadın erkek bütün dostları neşe içinde yanına koşturup onu karşıladı. O âna dek Prens bütün bu kişileri birer kuş olarak görmüştü.

      “Yanındaki bu adam da kim? Onu nereden buldun?” diye sordu Prenses’in babası, karşılama töreni sona erince.

      “Onu aşağıdaki dünyadan çaldım,” diye cevap verdi Prenses neşeyle gülerek.

      Babası kaşlarını çatmıştı. Yeryüzü sakinleriyle hiç işi olmazdı. Onlarla herhangi bir ilişki kurma düşüncesi onu çok kızdırmıştı. Prenses, Tavşan Prens’i kendisine eş olarak seçtiğini açıkladığında hem anne babası hem de arkadaşları çok bozuldu. İki gencin evlenmesine kesin bir dille karşı çıktılar. Prenses, sevgilisi adına çok dil döküp yalvardı. Genç adamın hünerlerinden söz ederek hiçbir kızın böyle zeki ve asil bir kocası olmadığını anlattı. Fakat yaşlı Şef, bulutlar diyarından bir kızın yeryüzünden bir erkekle evlenmesinin görülmüş şey olmadığını söyleyerek konuyu kapattı. Prens kendi ülkesine dönmeliydi.

      Gelgelelim, Prenses genç adama sıkı sıkıya tutunup onu göndermeyi reddetti. Bunun üzerine Prenses’in ailesi ve arkadaşları, Tavşan Prens’in öldürülmesine karar verdi. Prenses’in eve dönüşünü kutlamak üzere büyük bir ziyafet düzenlediler. Fare yemek tencerelerinin dibinden ayrılmıyor, bütün gün etrafta dolanıp leziz yemekleri didik didik ediyordu. Kimsecikler onu görmese de Fare’nin ufak siyah gözlerinden hiçbir şey kaçmıyordu. Ziyafet sabahı misafirler için sofranın hazırlanmış olduğunu gördü. Prens’e ayrılan yemekler iki küçük siyah tencereye konmuş ve yeşil yapraklarla süslenmişti. Kimsenin yemeklere bakmadığı sırada tuhaf giyimli bir kadın belirdi. Şüphesiz bir cadıydı bu. Prens’in yemeklerine garip bir toz serpti fakat diğer tencerelere hiç dokunmadı.

      Tam ziyafet başlayacakken Fare, Prens’in sırtına çıkıp kulağına fısıldadı: “Senin için hazırladıkları şeylerden sakın yeme. Sadece biradan içebilirsin, güvenle tüketebileceğin tek şey o.”

      Prens bu ikaza kulak vererek ilk tehlikeden kaçmayı başardı. Fakat başarısız olan bulutlar diyarı halkı en maharetli büyücülerini toplayıp yeni bir plan yaptı. “Bir dolu fırtınası çıkaracağız,” dedi büyücüler. “Prens’i yarın ovaya çıkarın. Canlı olarak geri dönemeyecek.”

      Ertesi sabah Gökyüzü Kralı, Tavşan Prens’i büyük bir ovanın ötesindeki bir başka kraala gönderdi. Üç saat kadar yolculuk ettikten sonra ufukta büyük bulutlar belirmeye başladı fakat Prens’in etrafta sığınabileceği hiçbir yer yoktu. Koyu mavi ve kara renkli bulutlar gitgide genişliyordu. Sonunda güneş gözden kaybolmuştu. Derken uzaklardan durmak bilmeyen bir gök gürültüsü işitildi. Bir an dahi ara vermeyen bu ses giderek yaklaşmaktaydı. “Bu gökgürültüsü değil,” dedi Prens. “Dolu yağacak. Ama etrafta sığınabileceğim hiçbir yer yok. Prenses’in yüzünü bir daha göremeyeceğim!”

      “Korkma,” dedi bir ses kulağına yaklaşarak. Genç adam başını çevirince Ağaçkakan’ı gördü. “Yere uzan. Ben başını koruyacağım zira ben de bir büyücüyüm.”

      Prens yere uzandı. Küçük Ağaçkakan kanatlarını açıp genç adamın üzerinde uçmaya başladı. Sanki bir silahtan fırlatılmış gibi kocaman bir dolu tanesi düştü yere. Ardından bir dolu tanesi daha geldi. Derken, ördek yumurtası büyüklüğünde, sivri uçlu ve buz gibi soğuk yüzlerce ve binlerce dolu tanesi şiddetli bir sağanak halinde ve korkunç bir gürültüyle sarp kayalıkların üzerini kapladı. Daha önce kimse bulutlar diyarında böylesi şiddetli bir fırtınaya şahit olmamıştı.

      Prens’in sağ salim geri döndüğünü, üstelik keyfinin de pek yerinde olduğunu gören düşmanları şaşkına dönmüş ve eskisinden de çok öfkelenmişlerdi. Ama kararlarından dönmediler. Gölgeli bir ağacın altında bütün kabile şefleri ile büyücülerin katıldığı büyük bir indaba12 düzenlediler. Kral’ın önderliğinde günlerce sürecek bir ava çıkılmasına karar verildi. Kraaldan uzak kalacakları bu süre zarfında Prens, bir assegai ile öldürülecekti. Ancak bu olaya kaza süsü verilecekti çünkü Prenses’in, kocasının cinayete kurban gittiğini düşünmesini istemiyorlardı. Bu defa planlarının işe yarayacağını düşünüyorlardı çünkü av heyecanı sırasında ellerine pek çok fırsat geçecekti. Fakat gölgesinde toplandıkları ağacın dallarına tüneyen Ağaçkakan her şeyi işitmişti. Bu bilge kuş, büyük bir büyücüydü. Hain planı öğrenir öğrenmez bulutlar diyarının baş büyücüsünün boş kulübesine giderek burada koruyucu bir muska hazırladı. Yılanların en öldürücüsü mamba ile yılanların en büyüğü pitonun yağından aldı, sonra kaplanın akciğerlerini saran deriden biraz kopardı. Bütün bunları karıştırıp piton derisinden yapılmış ve saklaması kolay üç küçük torbaya koydu. Sonra torbaları ağzına alıp doğruca Tavşan Prens’in yanına koşturdu.

      “Bunları al ve sakın üstünden ayırma,” dedi Ağaçkakan. “Hayatını tehdit eden yeni tehlikeler var.”

      Prens kuşun sözüne uydu ve ava katılmak üzere neşeyle yola çıktı. Günlerce kraaldan uzakta kaldılar ve her gün yeni bir şef genç adamı öldürmeye çalıştı. Ancak fırlattıkları assegailerin hedefi tutturamadan yere düşüveriyordu. Ağaçkakan’ın hazırladığı muska sayesinde Prens bütün bu saldırılardan korunmuştu.

      Sağ salim eve döndü ancak o akşam Prenses’e daha fazla direnmenin bir faydası olmadığını söyledi. Bulutlar diyarının halkı onu öldürmeden rahat etmeyecekti.

      Prenses bu sözleri büyük bir üzüntüyle dinledikten sonra şöyle dedi: “Çok haklısın. Zamanla senin ne kadar zeki ve cesur olduğunu görürler diye ümit etmiştim ama bu işe yaramayacak. Bu gece hızlıca