Kerim Kuvetli

Anadolu'nun Sırları


Скачать книгу

Heykeli, Bergama

      Galen’e göre insan bedeni dört sıvıya sahiptir. Bunlar; kan, safra, phlegma (solunum yolundan gelen balgam) ve khole-mukus’tur. Galen aynı ilacın farklı kişilerde denenmesinin aynı sonucu vermediğini görür ve ilaçların kişilere göre farklı miktarlarda verilmesi gerektiğini tespit eder. Hastalığın derecesine göre ilacın ayarlanması gerektiği ayrıca ısı derecelerini ayarlamak, yumuşatmak, seyreltmek gibi işlemlerin uygulanması gerektiğinin keşfini yapmıştır. Vücudun doğuştan gelen bir ısıya sahip olduğunu, bu ısının kalp atışlarıyla sağlandığını ve kan yoluyla damarlardan tüm vücuda yayıldığını ilk tespit eden de odur. Galen bir kadavrada onu oluşturan tüm organlar ve diğer öğeler olmasına karşın bu ısının yok olduğunu, böylece kadavranın soğuduğunu ve “bir gün havadan pneuma’nın çıkarılmasının mümkün olduğunu” söylemiştir. Kastettiği şey oksijendi ve bu XVII. yüzyıla kadar bilinmeyecekti. Ses telleri siniri olan “nervus rekuriens in ferioronun” onun tarafından bulunmuştur. Bu buluşundan dolayı ses teli sinirleri arasındaki örümcek ağı gibi dallara “Galen Halkası” adı verilmiştir.

      Galen ilaç yapımı üzerine detaylı incelemelerde ve araştırmalarda bulunmuş, bu ilaçlara “Panacea” (Deva) adını vermiş ve bedensel ya da ruhsal hastalıkların yol açtığı ağrı, sıkıntı, endişe gibi rahatsızlıkları giderdiğini keşfetmiştir. Galen önemli bir farmakologdur. Başta afyon olmak üzere yaşadığı çevrede yetişen güzelavrat otu (atropas belledonna), ebicehil karpuzu (cologuinte) gibi birçok bitki üzerinde çalışmalar yapmıştır. İlaç olarak sürekli kullandığı bitkileri yaşadığı yerin yakınlarına ekmiş ayrıca bu bahçesine yeni bitkiler de ekleyerek onlar üzerinde araştırmalar yapmıştır. Aloe’yi tıbba o kazandırmıştır. Böylelikle ecza biliminin atası olmuştur. Uyuşturucu bitkileri sınıflandırmış ve bunları fitoterapi uygulamalarında kullanmıştır. “Narkotik” kelimesinin de ilk kez Galen tarafından kullanıldığı öne sürülmektedir.

      Galen döneminde hastalar bugünkü muayenehaneleri andıran “Laterion” adı verilen özel yerlerde muayene edilir. Hekim tarafından önerilen ilaçlar “Apotheca” adı verilen ve eczanelerin başlangıcı olan yerlerde yapılır, ayrıca Galen tarafından önerilmiş olan “Panacea” ve diğer afyon içeren ilaçlar Apotheca’larda hazır bulundurulur; ilaçların Galen’in önerilerine uygun hazırlandığını, denetiminden geçtiğini ve güvenle kullanılabileceğini belirtmek için üzerlerine “Terra Sigillata” denilen simgeler konulurdu. “İlaçlara güven sağlayan marka” anlamına gelen ve kilden yapılmış mühürlerle basılan bu simgeler, önceleri keçi başı resmi olup zamanla Tanrıça Diana’nın başının resmine dönüştürülmüştür. Bu mühürlerin üzerindeki resim kalıplarının biçimi her yıl değiştirilerek ilaçların yıllık denetimden geçmesi sağlanırmış.10

      Bitkilerden şifalı reçetelerin basılması işi ise Bergama Kralı III. Attalos döneminde olmuştur. Mezopotamya’da başlayan bilgi birikimi önce Batı’ya taşınmış ardından IX. yüzyılda Doğu’nun bilginleri tarafından İslam’ın kadercilikten çıkıp, insanın kendi hayatına etki ettiği görüşünü benimsediği bir zamanda incelenmiş ve geliştirilmiştir. Üzerine yeni keşifler eklenen ve böylelikle geliştirilen bu ilim hazinesi, Haçlı Seferleri’yle birlikten yeniden Batı’ya taşınmıştır. Doğu – Batı arasındaki bu ilim ve bilim transferi sonucu insan uygarlığı çağ atlamıştır.

      Felsefe ile de uğraşan Galen’in fikirleri, yaygınlaşmakta olan Hıristiyanlık inancı ile bağdaşıyordu. Bu nedenle Galen’in araştırma ve tezleri kilise tarafından kabul görmüştür. Galen’in yazılı eserlerinden çoğu kaybolmuş sadece az bir kısmı kilisenin himayesine alındığı için korunabilmiştir. Tıp tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan Galen, yaptığı önemli buluşlar neticesinde, ölümünden sonra arkasında bugün büyük bir vefa borcu taşıdığımız önemli miraslar bırakmıştır.

      Masalcıların Piri Ezop

      İnsan tarih içinde bir parçası olduğu tabiattan uzaklaştıkça, anlattığı veyahut yazdığı hikâye ya da masallarla tabiatla olan bağını korumak istemiştir. Birçok kavmin sembolü aslan, kurt, geyik, at ya da ayı gibi bir hayvan olmuştur. Veyahut eski Mısır’da olduğu gibi onu tanrısallaştırmıştır. Dilinden anlamadığımız hayvanları masallar vesilesiyle konuşturmuş ve hiciv yoluyla ahlaki dersler verdirmişiz. Bu türde masalcıların piri olan Ezop, Anadolulu olduğu halde Batı mizahına kaynaklık etmiştir.

      Yaşamı üzerine çelişkili bilgiler olmakla beraber hakkındaki bilgileri İskenderiye Kütüphanesi’nin kurucusu, yazar, filozof, siyasetçi ve kütüphaneci Demetrius Phalereus’tan (MÖ 350-280) ve Yunan tarihçi ve biyografi yazarı Mestrius Plutarchus’tan (MS 46-120) ediniriz. Ezop (Aisopos), Anadolu’nun antik bölgelerinden biri olan Frigya’nın Amorium kentinde (bugünkü Afyonkarahisar ilinin Emirdağ ilçesi yakınları) MÖ VI. yüzyılda doğmuştur. Ege Denizi’nde bir ada olan Sisa (Samos) hükümdarının kölesi olmuş ve bu esnada hayvanlarla ilgili anlattığı hikâyelerle beğeni kazanmıştır. Son efendisi olan bir filozof tarafından azat edildikten sonra birçok şehri dolaşmış, masallarını anlatmış ve zamanla ünlenmiştir. Ünü o kadar büyümüş ki zenginliği ile nam salmış Lidya Kralı Krezüs (Kroisos ya da Karun) onu sarayına davet etmiş. Krezüs’ün sarayında anlattığı zekice ve ince fabllar, kralın sevgi ve saygısını kazanmasını sağlamış. Ardından yine şehir şehir dolaşmaya devam eden Ezop, Yunanistan’da Parnasos Dağı’nın güneybatısında bulunan Delphi şehrine gider. Buradaki Apollon Tapınağı rahiplerinin hile ve açgözlülüğüne kızarak onları hicivettiği sert eleştirilerle dolu fabllar anlatır. Bu, onun için adeta sonun başlangıcı olacaktır. Nitekim Delphi Yunanlılar için çok önemli bir dini merkezdi. Hal böyleyken tapınak rahiplerinin toplum içerisindeki gücü ve etkinliği büyüktü. Düşmanlıklarını kazanan Ezop’un tapınağa ait bir altın kadehi çaldığını iddia ettiler. Hiç kimsenin savunmaya cesaret edemediği Ezop, kayalardan atılmak suretiyle ölüme mahkûm oldu.

      Ezop, kambur ve çirkin bir adam olarak tasvir edilmektedir. Ona dair bilinen en yaygın tasvirler Diego Velásquez’in Ezop portresi ve Elbani’nin Ezop büstüdür.

      Fabl türünün kurucusu olarak kabul edilen Ezop, masallarının hiçbirini yazmamıştır. Ezop masalları manzum olarak dilden dile aktarılarak anlatılmış, ilk kez yazıya kendisinden üç yüz yıl sonra geçirilmiş didaktik ürünlerdir. İlk kez MÖ 300 yılında Demetrios Phalereus tarafından, ikinci kez MS 100 yılında Babrios adlı bir şair tarafından on kitap halinde yeniden derlenip yazılmıştır. Ayrıca Latin edebiyatında Augustus ve Quintilianus onun masallarını çok beğenirler. Bu masalların mutlaka Latin diline aktarılması gerektiği bildirirler. Phaedus, masalları ilk kez Latinceye aktarır. Bundan sonra Avianus da masalları yazmayı dener. XIV. yüzyılda Planudes adlı bir rahip masalları düzyazı şeklinde yazar.

      Ezop – İspanyol Ressam Diego Velázquez 1638

      Ezop, Villa Albani, Roma

      XVII. yüzyılda ise fabl ustası sayılan La Fontaine, büyük oranda bu masallardan yararlanarak La Fontaine Masalları diye anılan eserini ortaya koyar.11

      Ezop, masallarında hayvanlardan oluşan bir dünya yaratmış ve bununla içinde yaşadığı dönemin insanlarını gündelik yaşamlarındaki iktidar kavgalarını, hileler, inat, kıskançlık, acımasızlık, tuzak kurma çabalarını, güçsüzü ezme, haksızlık, yanlış yönetim şekli gibi yönlerini eleştirmiştir. Hayvanlar arasındaki ilişkilerden insanlara ders verici