alanının dışına gönderince, 1884 yılındaki Ned Williamson’a (1857–1894) ait 27 atışlık rekoru kırmış oldu. Bu hareketiyle hem bir kahraman haline gelmiş hem de beyzbolu modern çağa taşımış oluyordu.
O sezondan sonra Red Sox’ın para sıkıntısı çeken sahibi Harry Fraazee yıldız oyuncusunu New York Yankees’e 125 bin dolar karşılığında sattı. Transferin iki Amerikan takımı için de uzun dönemli sonuçları olacaktı. Ruth daha önce Dünya Serisi’nde hiçbir ciddi başarı elde edememiş olan Yankees’e efsanevi bir güç kazandırdı. Öte yandan Red Sox, seksen altı yıl boyunca bir daha şampiyon olamayacaktı.
Ruth, 1920 yılında Yankees’le oynadığı ilk sezonunda tam 54 kez topu oyun alanının dışına yolladı (Ondan sonra gelen ikinci en iyi skor George Sisler’e ait topu 19 kez saha dışına yollama rekoruydu). Sonraki yıl rekorunu 59’a çıkardı. 171 sayıyla birlikte 0,378 vuruş ortalaması yaptı. 1927 yılındaki en ünlü sezonunda Yankees’e Murderer’s Row lakabını kazandırdı ve tam 60 kez topu oyun alanının dışına gönderdi.
Ruth kariyerini tamamladığında tam 714 kez topu oyun alanının dışında göndermişti. Ayrıca çok sayıda başka vuruş rekoru bulunuyordu. Yankees’in yedi kez şampiyonluk forsu ve dört Dünya Serisi şampiyonluğu kazanmasına yardımcı oldu (1923, 1927, 1928 ve 1932).
Ruth sadece olağanüstü bir oyuncu değildi. Aynı zamanda efsanevi bir kişiliğe sahipti. Sosisli sandviç, bira ve kadınlara karşı doymak bilmez bir iştahı vardı. Araba kazaları, ilişkileri, hastalıkları, Hollywood’da aldığı küçük roller ile manşetlere çıkarak atletlerin ülke çapında ünlüler haline geldikleri bir dönemi başlatmıştır.
1- Ruth, lakabını 1914 yılında, on dokuz yaşında ilk profosyonel kontratını imzaladığı ikinci lig takımı “Baltimore Orioles”te oynarken almıştır. O yılın bahar antrenmanı sırasında takım arkadaşları ona, takımın sahibi Jack Dunn’un bebeği anlamında “babe” demişler ve bu lakap üzerine yapışmıştır.
2- 1920 yılında Ruth’un ilk sezonunda, Yankees seyirci sayısını ikiye katlamış ve tribünlerine 1 milyondan fazla kişiyi çekebilen ilk takım olmuştur. Üç yıl sonra “Ruth’un İnşa Ettiği Ev” diye de anılan Yankees Stadyumu açılmıştır.
3- Ruth, spor üzerine yazılan yazıların epey okunduğu bir dönemde oynamış ve onunla ilgili çok sayıda ilginç yakıştırma yapılmıştır. Bunların en bilinenleri “Bambino” ve “Sultan of Swat”dır.
Dans Maratonları
10 Haziran 1928 tarihinde New York City’deki Madison Square Garden’da on yılın en ünlü dans maratonu başladı. 5 bin dolarlık ödül için yarışan 132 çift arenada sahne aldılar. Bu Amerikan tarihinde yaşanmış çılgınlıkların doruk noktasıydı.
Dans maratonu çılgınlığı Alma Cummings adındaki Amerikalı bir kadın tarafından başlatılmıştı. Cummings 1923 yılında hiç durmadan yirmi yedi saat boyunca dans etmişti. Rekoru daha sonra New York City dans salonunda altmış dokuz saat boyunca dans eden Vera Shephard tarafından kırılacaktı (Shephard bir gazeteciye “Beni rahatsız eden tek şey sürekli bir adamın kollarında olmaktı” demiştir). Shephard’ın rekoru ise çok geçmeden Clevelandlı bir başka kadın tarafından kırılacaktı.
Benzeri maratonlar ülkenin her yerindeki şehirlerde düzenlendi. Organizatörler en başarılı çiftler için para ödülleri vaat etmeye başladılar. Madison Square Garden’daki maraton ise benzerleri arasında en üst düzeyde olanıydı.
Dans maratonunun yarışmacılar üzerinde ağır bir fiziksel etkisi oluyordu. Bahçedeki iki gün için New York Times, “Yarışmacılar, güçlerini yitirmeye başladıklarında kurulmaya ihtiyaç duyan mekanik oyuncaklara benzemişlerdi” diye yazmıştır. Katılımcılar dans tekniklerine göre değerlendirilmemişlerdir. Yegane ölçü dayanma gücüydü (buna rağmen New York maratonunda yarışmacılara periyodik olarak on beş dakika mola izni verilmişti).
1928 Madison Square Garden Maratonu yirmi günün ardından son buldu. Zira şehrin sağlık delegesi, kalan sekiz yarışmacının sağlıklarından endişe etmeye başlamıştı.
1935 yılında romancı Horace McCoy (1897–1955) Büyük Buhran dans maratonu etrafında gelişen bir cinayet komplosunu anlatan They Shoot Horses, Don’t They? isimli bir roman yazmıştı. Yönetmen Sydney Pollack (1934–2008), başrolünde Jane Fonda’nın (1937–) oynadığı 1969 tarihli bir filmle romanın uyarlamasını yaptı. Film bir dalda Oscar kazanmış ve sekiz dalda Oscar’a aday gösterilmişti. Pollack’ın filmi dönemin yoksul ama hırslı amatör dansçılarının geçinmek için nasıl sabaha kadar dans ettiklerini ortaya koymaktaydı.
1- Amerikan Dans Öğretmenleri Topluluğu, 1923 yılında dans maratonlarına karşı imza kampanyası başlatmışlardı. Onlara göre maratonlar sağlık için zararlı, eğlence olarak yararsız ve dans sanatı açısından tam bir rezaletti.
2- Efsaneye göre Montana Butte’deki Rensaw Hall’da yapılan ilk dans maratonu da on beş saatin ardından bir sağlık delegesi tarafından durdurulmuştu.
3- Meksiko City 1933 yılında dans maratonlarını yasaklamıştı. Onlara göre maratonların kimseye faydası yoktu.
Salvador Dali
Büyük gözleri, yukarı kıvrılmış komik bıyıkları, baston koleksiyonu ve alışılmadık değerlendirmeleri ile ressam Salvador Dali (1904–1989) parçası olduğu sanat akımının cisimleşmiş hali gibiydi: sürrealizm. Dali ününü eksantrik dâhi kişiliği ve yenilikçi eserlerine olduğu kadar şovmenliği ve reklam düşkünlüğüne de borçluydu.
Fantastik görsel imgeleri ve bilinçaltını kullanımı ile sürrealizm, 1920’lerde Avrupa sanatının önemli bir akımı olarak ortaya çıkmıştı. Dali’nin ilk büyük uluslararası atılımı 1928 yılında gerçekleşti. Üç resmi, Pittsburg’daki Uluslararası Carnegie Sergisi’nde sergilendi. Bir yıl sonra Paris’teki tek kişilik ilk gösterisini yaptı.
Bu dönemde “paranoyak-eleştirel yöntem”i geliştirdi. Bu yöntemde, kendi psikotik-halüsinasyonlarından sanat yapıtları meydana getirmek için yararlanıyordu. Akımın tarihindeki en ünlü eser olan The Persistence of Memory (1931) adlı tablosu ile yerini sağlamlaştırdıktan sonra sürrealizmin en ünlü ismi konumuna geldi. Çalışma Dali’nin en karakteristik imajlarından bazılarını içeriyordu. Bunların arasında; zamanın bükülmesini temsil eden eriyen saat, çürümeyi temsil eden karıncalar ve Katalonya’nın kır manzarası vardı.
On yılın kalan bölümünde sürrealist eserleri sergilerde gösterilmeye devam etse de, politik düşünceleri nedeniyle 1934 yılında akımdan dışlandı (Diğer sürrealistlerin büyük bölümü marksistti.).
1940’lardan başlayarak dini, bilimsel ve tarihi temalara yoğunlaşmaya başladı. Kariyeri boyunca son derece verimliydi. Bu durum 1980 yılında Paris’te açtığı 168 resim, 219 çizim, 38 obje ve 2000’den fazla belgeden oluşan retrospektif sergide de bütün çıplaklığı ile açığa çıkmıştı.
Dali’nin şovmenliği, çok ürün vermesi ve kibirli olması sıkça eleştirilmesine neden oldu. Onun gözünde ise eleştirmenler yalnızca kendisini kıskanan sanatçılardan ibaretti. 1958 yılında gazeteci Mike Wallace (1918–2012) hangi sanatçıya hayran olduğunu sorduğunda şöyle yanıtlamıştı: “Önce Dali, Dali’den sonra Picasso.” Hayranlık duyduğu sanatçılar listesi